2025-04-23
Toplanmak, kamusal alanlarda dertleşmek, yürümek çok iyi şeyler. Açık ve temiz hava, oksijen, insanın daha sağlıklı düşünmesini sağlar.
Ne zaman ki halk ve İmamoğlu CHP’nin üzerindeki ölü toprağını attı, ne zaman ki CHP ve yönetimi ‘sonunda’ bir anayasal hak olan ‘açık havada siyaseti’ hatırladı, o oksijeni ciğerlerine çekmek öyle iyi geldi ki, TBMM çatısı altında yıllar sonra ilk kez çok parlak bir iş yapmasını dahi sağladı. Bakınız, Can Atalay hakkındaki kararın okunması.
CHP’nin ve Özgür Özel’in 19 Mart’a dek sürdürmekte ısrar ettiği siyaset, narkozsuz diş tedavisi nevi acı veren bir haldi, şimdilik sona ermiş görünüyor. Yinelemekte yarar var; kendiliğinden olmadı bu hızlı (hatta reaksiyoner) değişim; aşağılanmaktan bezmiş halk kitlelerinin kaderine el koyma isteği ve İmamoğlu’nun ‘haklılıktan kaynaklanan’ direnci sayesindedir.
Konuya ilişkin ilk yazıda Türkiye’de ‘milli iradeciliğin’ kökü ve tarihi hakkında, özellikle Celal Bayar’ın ifadelerine atıfla bir şeyler yazmaya çalışmıştım. 1950-1960 arasında yaşananların hem nedeni hem ürünü olan milli iradeciliği. DP’nin 1924 Anayasası yorumundan, burjuvazinin iki tabakasının çıkar çatışmasından ve demokrasinin cılızlığından kaynaklanan 1950’lerin ‘çoğunlukçu’ demokrasi tarzı, 1960’ların ‘milli iradecilik’ propagandasının da fidesiydi. Bu yüzden 1961 Anayasası’nda yer verilen denge-denetleme kurumları, özerk organlar vb. AP’liler tarafından ‘millet iradesine getirilen ortaklar’ olarak adlandırılıyordu. Bu karşıtlık ve eleştirinin –örneğin AYM’ye yönelik tepkilerin- o gün bu gündür neredeyse aynı biçimde dile getirildiğini görmek mümkün.
İşte, o milli iradeciliğin çok önemli bir diğer temsilcisi Süleyman Demirel’dir. Demirel, bürokrasinin ‘vesayeti’ konusunda hemen hemen aynı şeyleri söylese de, tümüyle Bayar’ın tekrarı değil kuşkusuz. Kişiliği, koşulları, dönemi ve siyaset yapma yöntemi farklı. Bu yazıda yararlanacağım, Tanıl Bora’nın ‘Demirel’ kitabında altını çizdiği bir gerçek, Demirel’in ‘merkez sağ’ kabı içinde aldığı şekli gayet güzel betimliyor: “Süleyman Demirel, Türk sağının açıortayıdır. Milliyetçi-muhafazakâr, İslamcı, liberal, devletçi vs. sağ söylemleri ortalayan merkez sağ diye bir şey varsa, o açıortay, Demirel’dir.” O zaman vardı herhalde, artık bir merkez sağdan söz etmek olanaksız.
‘Yeter, söz milletindir‘ sloganının yeni taraftarlığına soyunan CHP ve İmamoğlu’nun bir merkez olma ihtimali var tabii ve bu merkezin niteliğini CHP’liler ile toplum birlikte belirleyecek. Söz konusu yeni merkezin başat aktörleri, şu anda gördüklerimiz ve onların hâlihazırdaki söylemi olacaksa, örneğin İmamoğlu’nun, milli iradeciliğin Demirel versiyonundan da bazı örneklerle karşılaşacağız demektir. İmamoğlu’nun tercih ettiği, başta ‘millet büyüktür’ sloganı olmak üzere genel söylemi bana Bayar’dan çok Demirel’i, onun daha liberal dönemini hatırlatıyor. Tadını kaçırmayan/aşırıya kaçmayan bir milliyetçi-muhafazakârlıkla süslenmiş, hiçbir ‘izm’ ile ilişkisi yokmuş gibi görünen bir liberal tutum. İmamoğlu’nun cezaevinden yazdıkları, kamu kurumları ve görevlileri hakkındaki (örneğin ‘benim sevgili polisim’) ifadeleri, inançla kurduğu ilişki ve okuduğunu söylediği kitaplar, yeni bir ‘açıortay’ inşasını düşündürüyor. Belki biraz sola meyleden bir merkezde.
Demirel’in millet iradesi anlayışında ‘rey’e, sandığa, kendi ifadesiyle “tebaayı vatandaş yapan seçme hakkına” çok güçlü bir vurgu söz konusuydu. Bugünü andırır biçimde. Yaşı yetenler hatırlayacaktır, Demirel zamanının geldiğine karar verdiğinde günde üç öğün ‘sandık’ konusunu açardı. Ülkeyi rahatlatacak, ferahlatacak bir yol olarak, halka gitmek. Çok mitingini seyretmişliğim var, yine kendi tabiriyle ‘halk banyosu’ndan büyük zevk aldığı belliydi. Tabii burada, halkın içinden gelmiş olma söylemini ihmal etmeyelim; her davranışı ve sözünde ‘halk insanı’ olduğu iması vardı ve Bayar’dan büyük bir farkı bu. Hakikaten yokluktan gelen biri Demirel, Çoban Sülü. Onun milli iradeciliğini ve ‘Demirelce’ halkçılığını belirleyen niteliklerinden biri ‘eli nasırlı’ zümreden oluşu. Bugün CHP’nin dilindeki ‘millet iradesini’ andırır ne var Demirel’de; örneğin, ‘hizmete’ yaptığı vurgu, örneğin kalkınmacılığa-medeniyetçiliğe verdiği önem, örneğin ‘göğsünü gere gere dindar olduğunu dile getirmesi’ ve dindar kitlelerin ‘halinden anlar’ tutumu (ki, son yıllarında ‘endişeliler’ safına katılmıştır!), örneğin ‘modern’ yaşamla manevi ‘değerleri’ kaynaştırmaya dönük hali tavrı ve mutlaka ‘sandık’ sevgisi. Tanıl Bora’nın saptamalarından biri, Demirel’in ‘devlet fikrinin adamı’ oluşu. İmamoğlu’nun (ve şimdinin CHP’sinin) fırsatı değerlendirip bu kez ‘halk fikrinin adamı’ olup olamayacağını ise zaman gösterecek.
Yukarıdaki satırlar, dönem ve koşulları birbirinden çok farklı siyasetçileri karşılaştırmak için yazılmadı. Bazen gerekli olsa da ‘karşılaştırma’ pek iyi bir anlama yolu değil. Ancak son iki ayın CHP’sinin Türkiye merkez sağından miras bazı kavramları kullandığı, hatta sahiplendiği bir gerçek. Bu durumun sağ-muhafazakâr siyaset ve şu anki iktidar bakımından yenilgi gibi göründüğüne kuşku yok da, CHP için kazanç mı, derdim bu. Mesele, söz konusu sahiplenmenin farklı bir dünya görüşünün kabında o kavramları ne ölçüde dönüştürebileceği. ‘Millet’ vurgusu CHP’nin elinde daha sol, daha halkçı, daha çoğulcu, daha özgürlükçü bir yönetim idealinin aracı olabilir mi? Olabilir kuşkusuz. CHP’lilerin, sonunda esnaf ziyaretinde fotoğraf çektirmek dışında bir yol deniyor oluşu, halkın içine ‘gerçek anlamda’ katılma eğilimi önemli.
Bugüne dek CHP’nin bir elit partisi olarak tanımlanması başlı başına bir sorundu. Baykal CHP’si gibi parti yönetimlerinin profili bir yana, her dört seçmenden en az birinin oy verdiği bir partinin salt ‘elit’ partisi olması pek akıl kârı değildir. Tartışmalı konular bunlar, ancak özellikle AKP’li yıllarda yapılan bu propagandanın çok alıcı bulması, herhalde kolaycılıktan, konunun ‘lezzetinden’ ve devrin modasından kaynaklandı. Bir de, ortalama eğitim almış olmakla elitizmin özdeşleştirilmesinden. Bilinçli bir çarpıtmaydı, müşterisi bol oldu. Oysa, bugün şaşkınlık yaratan ‘Yozgat’ ahalisinin yüzde 30’u, 1977 seçimlerinde CHP seçmeniydi. YSK sayfasına bakarsanız yine aynı seçimde Konya’da, Trabzon’da, Sivas’ta CHP’nin çok yüksek oy aldığını görebilirsiniz. Ecevit CHP’sinin. Sol hareketleri düzleyerek karşıtlarını parlatan 1980 darbesinin ‘sağcılaştırma’ konusundaki başarısını görmezden gelmemeli.
Gerek CHP, gerekse sosyalist hareketin, hele ki dünyanın aklını kaybettiği günümüz koşullarında yeniden umut olacak bir siyaset üretmesi pekâlâ mümkün. Nisan 2025’in CHP’si ciddiye alınması gereken bir ivme yakaladı, demokrasinin ‘demos’ tarafını hatırladı ve bunun ‘her vadede’ Türkiye demokrasisi bakımından geliştirici olacağını düşünüyorum. CHP, yüzü sol değerlere, eşitlik ve özgürlüğe dönük yeni ve güçlü bir ‘merkez’ olabilir.
Konuya muhtemelen devam ederim…
Yazı önerileri:
Emekli diplomat arkadaşımız Engin Solakoğlu’nun Kıbrıs’la ilgili yazısı, ‘Turan’ı delen pirzola!’.
TBMM İçtüzüğü uzmanı da olan meslektaşımız sevgili Fahri Bakırcı’nın, Can Atalay kararı hakkındaki son tartışmaya dair ayrıntılı ve bilgilendirici yazısı.
Gökçer Tahincioğlu’nun Selçuk Kozağaçlı’nın yeniden tutuklanması üzerine yazısı.
Diken
BASıNDAN