2025-05-03
Mehmet Bayrak
Prof. Tankut’un Gizli Raporlarında Suriye ve Rojava
Hep söyleyegeldiğim gibi, “Devlet aklı gizli planda itirafçı ve kabulcü; açık planda red ve inkârcı”dır. Bu belirlemeyi yaparken; başta atamalı profesör ve “Güneş- Dil” teorisyeni Prof. Hasan Reşit Tankut’un gizli raporları olmak üzere çeşitli dönemlerde hazırlanan bu türden çalışmalara dayanıyordum. Nitekim Tankut, hassa subayı olan babasının Abdülhamid tarafından Yemen’e sürülmesinden sonra koleradan ölmesinin akabinde Şam İdadisi’ni (Lise) bitirip memleketi Elbistan’a dönmesinden sonra İttihad-Terakki yönetimince İstanbul’da, Avrupa’da okutulmuş ve Cumhuriyet kurulduktan sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından 1925’te “Şark İlleri Asayiş Müşaviri”, “Etno- Politika Uzmanı” ve “Türk Ocakları Genel Enspektörü” sıfatlarıyla tam yetkiyle görevlendirilmiş önemli bir şahsiyettir. Bu kimlikleriyle; 1919’daki Sivas- Hafik Maiyet Memurluğundan başlayarak, 1960 Darbecileri’nin isteği üzerine 1961’de hazırladığı gizli Kürt Raporu’na kadar 10 dolayında gizli raporunu ilk kez “Kürdoloji Belgeleri”nin 1993’te yayımlanan 1. Cildinde yayımlamıştım. Sünni- Türk bir aileden gelen Hasan Reşit, dul kalan annesinin bir evlilik yapması üzerine memleketi Elbistan’a dönmüş ve 1908 Meşrutiyeti öncesi birkaç yıl süreyle Alevi- Kürt köyü Köşk’te büyük Şıxo Ağa’nın evinde barınmış ve böylece yöre Alevi- Kürtler’i hakkında da bilgi sahibi olmuştur.
İşte, Hasan Reşit (Tankut), bundan dolayıdır ki özellikle 1925’ten itibaren bilirkişi olarak kendisine başvurulan önemli bir şahsiyettir. Tankut, sözkonusu gizli raporlarında; geçmiştenberi Arapça’da “Muhammira”, Farsça’da “Surğser”, Kürtçe’de “Sorser”(Kızılbaş), “Ehl-i Haq” gibi değişik isimlerle anıldıktan sonra İttihadçılar döneminde “Alevilik” olarak nitelendirilen inancın, gerçekte İslamdışı bir din olduğunu ve Şiilikle asla karıştırılmaması gerektiğini söyler.Tankut, çok partili sisteme geçişten sonra 1949’de CHP Yönetimine verdiği bir gizli raporda, Aleviler’in yaşadığı alanları şöyle anlatır: “Yoğunluk Orta Anadolu’dadır. Muş ilinin Varto ilçesinden sonra Ceyş üzerinden Erzurum ve Kars içinde ince bir koridor halinde Ermenistan’a kadar uzanır. Malatya ve Elazığ’dan başlayarak Maraş ve Antep üzerinden Suriye hududuna kesif olarak dayanır. Bunlar, Kürçe konuşan, aşiret hayatına bağlı 12 İmam’cılardır.
Mersin’den başlayarak Ege’ye kadar bir Tahtacı şeridi vardır. Trakya’da Alevilik Gelibolu yarımadasının içinden başlayarak Karadeniz kıyılarından Bulgaristan’a ve Romanya’ya kadar girer.” (Age, s.297)
Tankut, Aleviler’in konuştuğu dilleri ise şöyle sıralar:
“Bizde Aleviler’in dört ana dili vardır: Türkçe, Dersim’de Zazaca; Malatya- Maraş’te Kurmançca; Hatay ve Çukurova’da Arapça’dır.” (Age, s.298)
Tankut, sözkonusu Raporda Aleviler’in Anadolu ve Kürdistan’daki başlıca Ocak ve Dergâhları konusundaysa şunları söyler: “Kültürlü Şehir Bektaşileri de içinde olmak üzere kütle halinde bütün Aleviler şeyhlere, seyyidlere, dede ve babalara yani bilimsel deyimle “Bab”lara bağlıdırlar. Binaenaleyh, Aleviler’i safımızda tutmak için bunları kazanmak en kestirme yoldur. Bu “Bab”lar Malatya, Elazığ, Tokat, Dersim, Merzifon ve Suriye’de Lazkiye gibi beş-on yerdeki Ocaklar’dan çıkar, sayıları elliyi geçmez. Her “Bab”ın ufak bölgelerde beşyüze yakın vekilleri vardır.”
Prof. Yörükan’ın İstenip Yayımlanmayan Alevilik Yazısı
Tankut’un arşivinden çıkıp, sözkonusu eserimizde yayımladığımız konuya ilişkin önemli belgelerden biri de, ilahiyatçı Prof. Yusuf Ziya Yörükan’a aittir. Yörükan’dan, İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nca “İnönü Ansiklopedisi” adıyla yayına başlayıp, Demokrat Parti döneminde “Türk Ansiklopedisi” adıyla devam eden Ansiklopedi’ye “Alevilik” konusunda bir madde istenir ancak bu madde yönetimin işine gelmediği için yayımlanmaz ve Tankut’un Arşivi’nde kalır. Geçtiğimiz yıllarda, akademisyen- yazar olan oğlu Turan Yörükan’ın kaybolduğunu duyurduğu bu makaleyi de 1994 yılında sözkonusu kitabımda yayımlamıştım.
Yazar burada, Alevilik anlamına gelen “Aleviyye” ve Aleviler anlamına gelen “Aleviyyun” kavramlarının, Sünni Araplar’ın, Şiî Araplar’a verdiği bir isim olduğunu ve “Ali yandaşlığı, Ali yandaşları” anlamına geldiğini vurguladıktan sonra, Kürt ve Türkmen Aleviliğinde çok farklı bir “Ali” kültü yaratıldığını vurgular.
Yazar, Aleviliğin değişik versiyonları üzerinde dururken; Muhammed İbn-i Nusayrî’nin de özellikle Lübnan, Şam ve Adana civarında salikleri bulunan Nusayriliği yerleştirdiğini ekler.
Yörükan, Bektaşilik’ten söz ederken de, Yavuz döneminden sonra Balım Sultan tarafından organize edilen ve “Şehir Aleviliği” denebilecek bu öğretinin, geçmişte Mısır’dan Arnavutluk’a kadar yayıldığını belirtir ancak II. Mahmut döneminde 1826’da yüzlercesinin dağıtıldığını söylemez...
Devletin Tankut’a Nusayriler Konusunda Hazırlattığı Rapor
Bilindiği gibi, 1916 yılında Fransız ve İngiliz yetkililerce gizlice hazırlanan Sykes- Picot Antlaşması’ndan sonra, Kemalist yönetim 1919’dan başlayarak Suriye’yi işgal etmiş olan Fransa ile gizli görüşmelere başlayarak 1921 başlarında Suriye’yi Fransa’ya bırakan; 1922 başlarında da Irak’ı İngilizler’e bırakan gizli anlaşmalar yapar. Durumu haber alan Rojava’daki Çiyayê Kurdan (Kürt Dağı) Kürtler’inin reisleri Ankara’ya gelerek “Kürddağlılar’ın Mutalebatı” adıyla bir istekler broşürü basar ve Meclis’teki tüm Milletvekillerine dağıtırlar. Ancak, Ankara yönetimi bunu inkâr ederek Kürtler’i oyalamaya çalışırsa da, 1923’te bağıtlanan Lozan Antlaşması ile gerçek ortaya çıkar. Oysa, Lozan’a kadar İçtoroslar’a kadar uzanan Hatay/Antakya, Urfa, Antep ve Maraş vilayetleri Halep eyaletine bağlıdır. Şimdiki iktidarın Rojava’dan sonra bu bölgede bir Arap kemeri oluşturmaya çalışması boşuna değildir...
Kemalist yönetimin, iki ülke arasında muallakta kalan ve halkının çoğunluğu Nusayri olan Hatay bölgesini Türkiye’ye bağlamak için, 1925’ten itibaren yönetime Kürtler ve Aleviler hakkında “etno- politik inceleme raporları” hazırlayan Hasan Reşit Tankut’a bu defa “Nhusayriler ve Nusayrilik Hakkında” konulu bir rapor- kitap hazırlatıp 1938’da Türkçe, Arapça ve Fransızca yayımlaması anlamlıdır.
Hatay, Türkiye’ye bağlanmadan kısa süre önce Ankara’da Ulus Matbaası’nda basılan ve bölgeye dağıtılan kitap; Nusayriler’i sözde çeşitli kültleriyle inceleyen güdümlü bir propaganda çalışmasıdır. Kitapta; tüm Anadolu ve Kürdistan Alevileri’nin “Horasan kökenli Türkler” olarak sunulması gibi, Nusayri Araplar da “Horasan’dan gelme Türkler” olarak anlatılıyor...
Zaten, kendisi de özgeçmişine ilişkin belgelerde; “Hatay davamızı anlatmak amacıyla, Atatürk’ün isteği üzerine Nusayriler ve Nusayrilik adında bir kitap neşrettim; bu kitap hemen Arapça ve Fransızca’ya çevrildi, çok tutuldu ve arandı” diyerek, kitabın amacını ortaya koyuyor (Bkz. Kürt ve Alevi Tarihinde Tabular Yıkılırken; Özge yay. Ank. 2014, s.92)
Öyle görünüyor ki, Hatay’ın 1938’de doğrudan Türkiye’ye bağlanmasında, diğer politikaların yanısıra bu kitap da etkili olmuştur.
Daha sonraki süreçte de, dönemsel olarak Tankut’a başvurulduğu anlaşılmaktadır. Keza, özelde Hatay ve Rojava, genelde Suriye’ye ilişkin 1938’den sonra da bu türden politikalar devam ettirilmiştir...
Yakın Dönem Politikalarının Talihsizliği
O dönemde, Suriye yönetiminde Sünni çoğunluk bulunmaktadır ve Suriye’nin yumuşak karnı Nusayri- Aleviler’dir. Bu nedenle, hem Hatay’ın Nusayri- Alevi ağırlıklı olması, hem de buranın tabii uzantısı niteliğindeki Lazkiye’nin önemli bir Alevi merkezi olması dolayısıyla, Türkiye bağlantılı yönetimin yürüteceği politikanın hedefi bu kitledir. Şimdiki Türk yöneticileri ise, düne kadar gizli ya da açık işbirliği yaptıkları Baas yönetimini bu kez Nusayrilik’le suçlayıp, şeriatçı Sünni Arap örgütlerin yanında yer almaktadırlar.
Bu vesileyle, partilerine “Arap Baas Sosyalist Partisi” unvanı veren Mısır, Irak, Suriye ve Libya yöneticilerinin akibeti ortadadır. İşin daha da ilginç yanı, başta İlhan Selçuk, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Kemal Bayram Çukurkavaklı gibi sol tandanslı aydınların da, faşist Saddam’ın davetlerine katıldıktan sonra bu yönetimlere övgüler dizmeleridir...
Tanık olduğum bir başka husus da şudur: TRT’de çalıştığım yıllarda Ecevit’in Başbakanlığı döneminde (1978-79); Yaser Arafat’ın lideri olduğu Filistin Kurtuluş Örgütü, Ankara Hükümetince resmen tanınmış ve iki lider Ankara’da düzenledikleri bir basın toplantısıyla dünya kamuoyuna duyurmuşlardı.
Daha sonra, 1988-89 yıllarında çıkardığım Özgür Gelecek dergisi sahibi ve yazarı olarak FKÖ Türkiye Temsilcisi Abu Firaz’ı ziyaret etmiş ve kendisiyle altı ay önce Güney Kürdistan’da gerçekleştirilmiş olan Halepçe Katliamı ve devamı üstüne bir röportaj yapmıştım. Tüm sorularıma rağmen, FKÖ Temsilcisi Abu Firaz, 200.000 dolayında Kürd’ün hayatına malolan bu soykırıma rağmen Saddam rejimi aleyhine tek kelime kullanmamıştı...
Prof. Tankut’a 1947’de hazırlatılan bu Gizli Suriye Raporu’nun küçük bir özetine ilk kez 1998 yılında Hêvi gazetesindeki köşemde, tamamına ise yukarda adı geçen kitabımın 95-97. Sayfalarında yer vermiştim.
Bundan yaklaşık 30 yıl önceki “Türkiye- Suriye Ekseninde Kürt Sorunu ve Bir Belge” konulu yazımı şöyle noktalamıştım:
“İşte, Türkiye- Suriye ilişkilerine tutulmuş küçük bir ayna... Keşke iddia edildiği gibi Türkiye modern, laik ve demokratik bir ülke olarak hem içiyle hem de dış komşularıyla barışık olsa da; Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Hıristiyan’ı ve Alevisi, Sünnisiyle bu gerilimi ve çelişkileri yaşamasaydık. Keşke, daha 1922’de Rojava Kürtleri’nin Mutalebat’ındaki görüş ve öneriler görmezden gelinmese ve dikkate alınsaydı...”
Ahmed Arif’in Şiirsel Mesajı
Yine yaklaşık 30 yıl önce aynı yerde yayımlanan bir yazım da “Tellerin Arkasında Bayramlaşma” başlığını taşıyordu. Burada da, yaklaşık 900 kilometrelik ve büyük bölümü mayınlarla, tellerle ve surlarla çevrili bu sınırın Kürt sakin ve mağdurlarının dramına tanıklık eden Ahmed Arif’in şu mesaj dolu şiirine yer veriyordum:
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri ve obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Deng Dergisi, sayı: 135
MAKALELER