Türkçe | Kurdî    yazarlar
Kürt Sorunu mu Çözülüyor, PKK mi Tasfiye Ediliyor?

2025-11-01

Mehmet Ölçer

Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, T24'te "Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?" başlıklı bir yazısında ilginç değerlendirmeler var.

 Selahattin Demirtaş'in kürd yurtsever tabanda karşılığı olan biri olmasından dolayı konunun  daha net anlaşılması için yazıyı yorumlama  gereğini duydum.

PKK’nin silah bırakması ya da silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi, elbette savaşın yıkıcı sonuçlarını yaşamış halklar için bir nefes anlamına geliyor. Otuz yılı aşkın bir çatışma döneminin ardından acıların dinmesi, toplumsal nefretin yumuşaması ve yeni bir barış ikliminin oluşması herkesin ortak dileğidir. Ancak son gelişmeler, bu “barış” söyleminin arkasında Kürt sorununa değil, sadece PKK’nin tasfiyesine/ pkk sorununu çözüme odaklanan bir sürecin yürütüldüğünü gösteriyor.

Bu yönüyle ortaya çıkan tablo, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin ruhuna denk düşmüyor. Çünkü ortada Kürtlerin kolektif haklarını, statü taleplerini ya da en azından kültürel haklarını gündeme taşıyan hiçbir öneri yok. “Silahların susması” çağrısı doğru ve insani bir çağrıdır; fakat “Kürtlerin susması” anlamına gelecek bir politik yönelime dönüştüğünde barış değil, teslimiyet üretir.

Son açıklamalarda dikkat çeken bir diğer nokta, “Anıtkabir’i ortak payda” olarak sunan söylemdir. Oysa Anıtkabir, yüz yıllık inkâr ve asimilasyon politikalarının sembolüdür. Kürtlerin ortak paydası, kendi tarihsel hafızası ve kendi toplumsal talepleridir. Barış, geçmişin tekçi dayatmalarını kutsayarak değil, bu halkların eşitliği üzerine kurulabilir.

Eğer gerçekten “barış ve kardeşlik” isteniyorsa, bunun somut adımları da olmalı. Otuz yıldır PKK davası nedeniyle cezaevinde bulunan insanların serbest bırakılması, seçilmiş belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi, silah bırakan kadroların sivil siyasete katılmasının önünün açılması gerekiyor. Ancak devletin bu yönde en küçük bir adım atmadığı da ortada.

Bu koşullarda PKK’nin kendi varlığını sonlandırması, sadece bir örgütün kapanması anlamına gelir. Kürt sorunu ise olduğu yerde durur. Çünkü PKK’den önce de Kürt sorunu vardı; bugün de var. Film yeniden başa sarılıyor, ama çözüm perdesi hâlâ kapalı.

Asıl mesele, Kürt sorununun nasıl tanımlandığıdır. Öcalan’ın “ulus-devlet, federasyon, otonomi, özerklik ve kültürel talepler toplum sosyolojisine denk düşmüyor” sözleri, Kürtlerin tarihsel taleplerinin artık reddedildiğini açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım, Kürtleri demokratik entegrasyon adı altında devlete eklemleme projesidir. Yani sorun çözülmüyor, sadece yeniden biçimlendiriliyor.

Bugün yaşanan, PKK’nin ilk yıllarındaki pratiğin silahsız versiyonudur. O zaman Kürt yurtsever çevreleri silahla bastırılıyordu; şimdi ise ideolojik ve siyasal araçlarla etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Ne eski PKK’nin ne de yeni “demokratik entegrasyoncu” çizginin Kürt halkına vereceği bir şey kalmıştır.

Barış, inkârın gölgesinde filizlenmez. Gerçek barış, Kürtlerin kimliğini, dilini ve statüsünü tanımaktan geçer.

Aksi halde her “mutabakat” sadece bir suskunluk anlaşması olur.

01/11/2025


MAKALELER