Türkçe | Kurdî    yazarlar
Neler Oluyor?-2

2025-05-01

Mesud Tek

Deng Dergisi’nin 134. sayısında “Neler Oluyor?” adı altında yayınlanan yazımda, MHP Genel Başkanı ve devletin Türkçü ayağının sözcüsü Devlet Behçeli’nin bir konuşmasında dile getirdikleri ve talepleriyle başlayan „adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ bir sürece ilişkin görüşlerimi paylaşmıştım.

Kaldığım yerden devam ediyorum.

Bahçeli’nin bu çıkışı ve fanatik Apocuları bile hayrete düşüren sözkonusu talebi, beklendiği gibi kamuoyunda geniş bir tartışmaya neden oldu. Adet olduğu, üzere sadece tartışmaya yol açmadı, aynı zamanda spekülasyonları da birlikte getirdi. 

Anlı şanlı bilim adamları, gazeteciler, güvenlik uzmanları belli başlı televizyonların ekranlarında boy gösterdiler, ellerinde çubuklarla ahkam kestiler, meşreplerine uygun olarak devlete ve Kürdlere akıl verdiler...

Bahçeli’nin çıkışı, Türk siyasetinde Kürd sorunu ekseninde yaşanan yarılmayı bir kez daha gözler önüne serdi. 

Başta Türkçüler olmak üzere yeminli Kürd düşmanları, daha henüz ortada bir şey yokken, kırmızı görmüş boğa gibi saldırıya geçtiler. Devletin ve “kurucusu Gazi Meclis”in, Öcalan ile kirletilmesine müsaade etmeyeceklerini, bu uğurda can vermeye hazır olduklarını Parlamento kürsülerinden deklere ettiler...

Bir diğer kesim ise, Türkiye’de ekonomi bu kadar kötü, hukuksuzluk diz boyuna varmış, sosyal adeletsizlik ve toplumsal kriz zirve yapmışken, tüm bunların sorumlusu olan AK Parti iktidarı, Kürd sorunu gibi, tarihi kökleri olan derin bir sorunu çözebilir mi diye soruyorlar ve akabinde ekliyorlar: “Bu, sonunun geldiğinin farkında olan AK Parti iktidarının ömrünü uzatmak, kamuoyunun dikkatini ekonomik ve sosyal sorunlardan başka alanlara kaydırmak için başvurduğu yeni bir oyundur.”

Kürd sorunun varlığını kabul eden bu kesimler, önceliği demokrasiye ve adeletin tesis edilmesine veriyorlar. Bir başka ifade ile biz Kürdlere, “siz biraz daha bekleyeceksiniz. Çünkü bu ülkenin daha önemli ve öncelikli sorunları var ve bu sorunlar sizin de sorunlarınız” diyorlar...

Elbette biz Kürdlerin de ekonomik sorunları var. Adaletin kılıcı en çok biz Kürdlere sallanıyor. Hukuksuzluktan en çok biz çekiyoruz ve elbette demokrasiye en çok ihtiyaç duyanlar gene biziz.

Ama Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan „adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ sürecin amacı, Türkiye’nin bu kronik sorunlarını çözmek değil. Öyle olsaydı eğer, Öcalan ve arkadaşlarına ihtiyaç duymazlardı.

Kaldı ki dünyanın her yerindeki etnik temelli çatışma sorunların çözümü için başlatılan süreçlerin başlıca amacı, o ülkeye demokrasiyi getirmek ve adaleti sağlamak değildi ve hiç bir zaman da olmadı. Bu tür süreçlerin asıl amacı çatışmaları sonlandırmak, barışı sağlamak ve sorunun kalıcı çözümü için olumlu şartları oluşturmaktır.

„Adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ sürecin amacı da bu mudur? Şimdilik bilmiyoruz. Bu konuda yapılan spekülasyonlara, hamasi iddialara karşın, devlet ve PKK tarafından yapılan açıklamalar da kesin bir yargıya varmamız için yeterli değil. 

Haksızlık etmemek adına söylemeliyim. Sesleri yeterince duyulmasa da, devlet ve Öcalan tarafından gerektiği kadar dikkate alınmasalar da (ve hatta her iki kesim tarafından hedef tahtasına konulsalar da), birçok aydın, bilim adamı, siyaset uzmanı, sosyolog, hukukçu, gazeteci ve yazar konuya ilişkin objektif ve yol gösterici değerlendirmeler yapıyorlar.

Bizim Kürd mahallesinde de benzeri gelişmeler yaşanıyor. Öcalan’ın hık deyicileri bir yana. İktidar yanlısı bir kesim bu son şansın kaçırılmamasını isterken, PKK ve periferisini “devletin bir aparatı” olduğunu söyleyen bir başka kesim ise yaşananları devletin bir oyunu olarak görüyorlar ve ilgilenmiyorlar...

Yeri gelmişken söyleyeyim. Ben ve Partim, ihtiyatli bir iyimserlikten yanayız. Sorunun birgün mutlaka diyaloğ yoluyla, görüşme masasında çözüme kavuşacağı gerçeğini gözönünde bulundurarak, yaşananları ne küçümsüyor, ne de abartıyoruz. Bunun yerine yaşananları etraflıca anlamanın, sürece müdahil olmak için, Kürdlerin lehine sonuçlanması için birlikte neler yapılması gerektiği üzerinde kafa yorulmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

„Adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ sürecin geldiği aşama

Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan süreçte, o konuşmadan bugüne kadar geçen zamanda, her iki kesim tarafından yapılan açıklamalar, süreçle neyin amaçladığına dair ipuçları veriyor.

Başlangıçta, Bahçeli’nin devletin bir kesimi adına yaptığı bu açıklama ile Erdoğan’ı bir oldu bitti ile karşı karşıya getirdiği iddia edildi. Ama daha sonra açığa çıktı ki gerçek iddia edildiği gibi değil. Aksine,  ortada devletin doğrudan başlattığı ve sahiplendiği bir girişim var. “Emri ben verdim” diyen Erdoğan, bu işin başında bulunduğunu bizzat ifade etmiş oldu.

Ayrıca Erdoğan’ın bazı söylemleri ve satır aralarında dile getirdikleriyle Bahçeli’nin sürekli çağrılarının gösterdiği gibi, Öcalan ile çok daha önceleri bu konu görüşülmüş ve belli bir uzlaşı da sağlanmış. Ama biz henüz hangi konularda uzlaşı sağlandığını bilmiyoruz. Anlaşılan hem devlet hem de Öcalan ve O’nun adına davrananlar bu konuda ketum davranıyorlar.

Ama hem Erdoğan, hem de Bahçeli süreç ile neyin amaçlandığını açıkça ortaya koydular: “Terörsüz bir Türkiye.” Devletin “terör”den neyi amaçladığı ise hepimizin malumu. PKK’nin silahlarını, bir daha çıkarmamak kaydıyla gömmesi...

PKK’nin Türkiye’deki silahlı varlığı şimdilik yok denecek kadar az. Bir başka ifade ile iktidarı tehdit edecek durumda değil. Bunun yanında bazı kesimler, sözkonusu silahlı güçler, “devletin Güney Kürdistan’a saldırılarına gerekçe yarattığı müddetçe kalmalıdırlar” diyorlar.

Peki, bunun karşılığında devlet ne gibi adımlar atacak sorusuna verilen cevap ise, şimdilik “tarihi Türk-Kürt kardeşliğini yeniden inşa etmek amacıyla kürdlere kardeşlik elini uzatmak”. Başka? PKK’ye silah bıraktırır ve örgütünü dağıtırsa, Öcalan’ın umut hakkından yararlanması” Yani? Umut hakkı için müracaat etmesi ve eğer Meclis te onaylarsa özgürlüğüne kavuşması... Başka? Kürdler için şimdilik başka birşey yok. İlerisi için de “Allah kerim, hele kervan bir yola çıksın da”...

Devlet cenahından yapılan açıklamalardan anladığımız kadarıyla, devletin verecekleri şimdilik bu kadar. Buna karşılık İmrali’nın neler talep ettiğini bilmiyoruz. Maalesef İmrali ziyaret edip Öcalan ile görüşen heyetin açıklamalarında da bulmak mümkün değil. 

Çünkü Öcalan’ın heyet vasıtasıyla kamuoyuna sunduğu görüşlerinde yeni bir şey yok. Özcesi Öcalan da, Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden güçlendirilmesini istiyor ve “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyor.

“Eniştem beni niye öptü?”

İktidar yetkilileri sık sık “Türkiye’de Kürd sorunu diye bir sorun yok. Dış mihrakların yarattığı ve kışkırtığı bir terör sorunu var” diyorlardı. Herşey güllük gülistanlıktı! Kürdler de Türkiye’nin özgür vatandaşları olarak yaşıyorlardı!

İse eğer, Bahçeli, niye o konuşmayı yaptı? Bugüne kadar yaşananlara vesile oldu? Türk toplumundaki kamplaşmayı derinleştirmenin fitilini ateşledi? 

Bu sorunun cevabı aynı zamanda devletin süreçten asıl beklentilerini de ortaya koyuyor.

İsrail’in, saldırılarıyla İran’ın örgütleyicisi olduğu “Direniş Cephesi”ni dağıtmasıyla birlikte, Ortadoğu’daki oluşmaya başlayan yeni şartlara hazırlıklı olmak, bu şartlardan azami ölçüde faydalanmak, Türk devletinin temel motivi idi. Suriye’de BAAS rejiminin yıkılmasıyla bu motivasyon daha güçlü bir hale geldi. 

Bugüne kadar Güneybatı Kürdistan’ın bazı bölgelerini işgal ederek, Kürd bölgelerini bombalayarak, kendine bağlı gruplar oluşturarak ve kendine yakın örgütleri destekleyerek Suriye’deki gelişmelerde taraf olan Türk devleti, bugün daha büyük amaçların peşinde.  Suriye’de BAAS rejiminin çökmesiyle birlikte Ortadoğu’da oluşan yeni durumdan faydalanıp tarihi amacını gerçekleştirmeyi hedefliyor. Tarihi hedefi ise Emevi camiinde Cuma namazı kılmak değil. Çok daha geniş ve kapsamlı: Güney ve Güneybatı Kürdistan’daki, Libya, Lübnan ve Kuzey Afrika’daki varlığını tüm bölgeye yaymak. Bunun adına ister “Yeni Osmanlıcılık”, ister “Yeni ittihat Terakkicilik” deyin, biz Kürdler için fark etmiyor. Türk devleti yayılmacı politikasını genişleterek sürdürmek istiyor ve bunu da tarihten gelen bir hakkı olarak görüyor.

Türk devleti, bu tarihi amaca varmak için “iç cepheyi” güçlendirmeyi zorunlu buluyor. İçerde başını rahatlatmayı, bu nedenle başını ağırtan sorunların başında gelen ve varlığı ile diğer sorunları derinden etkileyen Kürd sorununa, kendisini rahatsız etmeyecek bir çözüm bulmayı hedefliyor. Halkın tabiriyle “3 kuruşa 5 köfte” almak istiyor.

Ama bu kadarının, iç cepheyi güçlendirmenin, amaçlarına ulaşmak için  için yeterli olmadığının bilincinde.  Amaçlarına ulaşmak için, ortadan kaldırmak için bugüne kadar (bugün de) amansızca saldırdığı, PYD-YPG’yi yeni dönemde karşısında değil,  yanında görmek istiyor. Kanımca Türk devletinin „adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ süreci başlatmanın ana sebebi bu...

Çünkü Türk devleti, Suriye’deki diğer güçler ile karşılaştırıldığında PYD-YPG’nin örgütlü ve güçlü bir yapıya sahip olduğunu, Suriye ekonomisi için hayati önemde olan petrol kaynakları ve tarım alanlarının bulunduğu bir bölgeyi elinde tuttuğunu biliyor.

Ayrıca Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi sürecinde Kürdlerin giderek oyun kurucu bir figür haline gelmesi, Suriye’de ise PYD-YPG’nin ABD ve Müttefikleri ile olan ve DAİŞ’e karşı mücadelede kurulan ilişkilerinin bir başka boyuta taşınması da Türk devletini rahatsız ediyor. Bu nedenle besleyip büyüttüğü işbirlikçisi SMO eliyle yaptığı saldırıları artırıyor, ama bir yere, ABD ve Müttefik Güçler’in belirlediği noktaya kadar...  Daha ileri gitmesine ABD ve Müttefik Güçler’in, şimdilik izin vermeyeceğini, sınırı aşması durumunda bu güçlerle karşı karşıya geleceğinin farkında.

Ortadoğu, özellikle de Suriye’de pozisyonu daha güçlenen PYD-YPG’yi, artık askeri saldırılarla ortadan kaldıramayacağının bilincine varan Türk devleti, bölgeye yönelik tarihi amaçlarına ulaşmak için, O’nunla yeni ilişkiler kurmak istiyor. 

Biliniyor, PYD-YPG daha önce Türk devleti için bir beka sorunuydu, bir tehditti. Ama bugün O’nu bölgeye yönelik planlarını hayata geçirmede bir “ortak” olarak görmek istiyor, ama kanadı kolu kırık, pazarlık gücü olmayan ve verilen ile yetinilen bir ortak olarak...

Bu amaçla PYD’nin ABD ve Müttefik Güçlerle ilişkilerini kopartmak, O’nu İsrail’den, özellikle de Ortadoğu’da Kürdler için diplomatik bir merkez haline gelen Güney Kürdistan Hükümeti’nden uzaklaştırmak istiyor.

Daha da önemlisi, Türk devleti, Güneybatı Kürdistan’daki yerel yönetimin ve güvencelerinden birisi olan silahlı güçlerin dağıtılmasını istiyor. Karımca devletin „adı konulmamış, ya da konulmak istenmeyen“ süreçte, en çok da Öcalan’dan bu yapının dağıtılmasını, ya da Türkiye’nin bölgedeki yeni bir uzantısı haline getirilmesini isteyen bir çağrı yapmasını bekliyor.

Ne yapmalı?

Daha önce dediğim gibi, Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan sürece yönelik temkinli iyimserliği elden bırakmamalı, ne abartmalı, he de küçümsemeliyiz.

Süreçten, azami ölçüde kazançlı çıkmak için, tüm yurtsever güçler arasında ulusal temelte işbirliği için çalışmalıyız.

Sürecin herşeyden önce çatışmalara son vermeyi, uzun vadede barışı sağlamayı amaçladığını unutmamalı, sol söylemler ve eylemlerle gölgelenmesine izin vermemeliyiz.

Ortadoğu yeniden dizayn edilirken, geçmişte olduğu gibi kurban değil, oyun kurucularından birisi olmak istiyorsak eğer, bu kez önümüze çıkan tarihi fırsatı heba etmemeliyiz.

Ülkemizin siyasi kaderidir. Bölge’de yaşanan ve uluslararası güçlerin de taraf olduğu her siyasal gelişmede ülkemizin bir parçası öne çıkıyor. Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarında ön plana çıkan Güney Kürdistan’dı, bu kez de ön planda olan Güneybatı Kürdistan.

Bugün Kürd halkının kalbı Güneybatı Kürdistan’da atıyor. Halkımızın kaderi orada yaşanan gelişmeler tarafından belirleniyor.

Halk olarak Birinci Dünya Savaşı’nda yaşadıklarımızı tekrar yaşamak istemiyorsak, Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarında Güney’in kazanımlarını Güneybatı Kürdistan’da da tekrarlanmasını istiyorsak, herşeyden önce bu parçadaki Kürd örgütleri ortak bir söylem ve program temelinde birliklerini oluşturmalı, diğer parçalardaki kardeşleri de kendilerine yardımcı olmalıdır.

Başta Mesud Barzani ve Mazlum Abdi olmak üzere yurtsever güçlerin çabaların sonucu yaşanan sevindirici gelişmeler bu konudaki umutlarımız artırıyor.

Güneybatı Kürdistan’daki kardeşlerimiz birlik doğrultusunda attıkları adımları kalıcı hale getirmelidirler.Mücadele ve fedakarlıklar sonucu elde edilen Güneybatı Kürdistan’daki kazanımlar ve uluslararası prestij korunmalıdır. Bu nedenle Öcalan’dan gelecek olan “işinize yabancı güçleri karıştırmayın, çünkü onlar sorunları kangrenleştirirler” mealindeki istemlerine kulaklarını tıkamalıdırlar.

Kürd halkı gene tarihi fırsatlarla yüzyüze. Tarihi fırsatları ulusal kazanımlara çevirip Kürdistan’ı özgürleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz şeylerin başında tüm parçalardaki Kürd örgütlerinin, Kürd halkının kaderini yakından ilgilendiren gelişmelere karşı ortak tutum almaları geliyor. Bunun sağlamak için “Kürdistan Ulusal Konferansı” toplanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki her parçadaki yurtsever güçlerin işbirlikleri aynı zamanda sozkonusu ulasal konferansın toplanmasının ilk adımıdır.

31 Ocak 2025

Deng Dergisi, sayı: 135

MAKALELER