2025-09-14
Ortadoğu'daki belirsizlik denkleminde, Rojava’ya yönelik asıl tehlikenin Türkiye’den kaynaklandığını belirten Naif Bezwan, “Suriye halklarının kendi geleceğini özgürce belirlemesinin önündeki en büyük engel, Erdoğan hükümetinin Suriye politikasıdır” dedi.
Kuzey ve Doğu Suriye’de Hesekê ve Qamişlo’da düzenlenen konferanslarda ortaya çıkan çoğulculuk ve yerinden yönetim vizyonunun, Suriye’nin geleceği için merkeziyetçi yapıya karşı güçlü bir alternatif sunduğunu belirten Siyaset Bilimci Naif Bezwan, Suriye ve Rojava’da yaşanan son gelişmeleri, Rojava’nın uluslararası konumuna dair tartışmaları ajansımıza değerlendirdi.
Hesekê Konferansı’nda öne çıkan çoğulculuk ve yerinden yönetim modelinin, Suriye’nin merkeziyetçi yapısına sunduğu alternatif olarak uygulanabilirliği hangi koşullara bağlı?
Ağustos 2024'te Hesekê’de “Kuzey ve Doğu Suriye Ortak Tutum Konferansı’ adı altında düzenlenen ve Suriye’nin temel bileşenlerini kapsayan konferans, Esad rejimin çökmesinden sonra çoğulcu ve demokratik yeni bir Suriye’nin inşası yolunda ortaya konulmuş en önemli kilometre taşlarından biridir. Burada, Suriye’nin tarihi ve temel bileşenlerinin önemli bir kısmı ülkenin geleceğine dair vizyonlarını ortaya koyarak ortak bir irade beyanında bulunmuştur.
Qamişlo ve Hesekê konferanslarıyla ortaya konulan gelecek vizyonu, birleşik ve demokratik bir Suriye’nin anahtarıdır. Her iki konferansın ortak paydası; çoğulculuğa, dezentralizme (yerinden yönetim) ve demokratik esaslara dayalı, bütün Suriye halklarını ve inanç gruplarını kapsayan yeni bir devlet ve millet inşasıdır. Burada önemle belirtilmesi gereken nokta şudur: Hesekê Konferansı’nda ortaya konulan siyasi vizyon, 26 Nisan 2025’te Qamişlo’da 400 delegenin katılımıyla gerçekleşen “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı”nda ortaya konulan irade beyanı ve gelecek tahayyülü ile hem örtüşmekte hem de onu siyasi ve stratejik olarak tamamlamaktadır. Bu iki konferansın sonuçları ve kararlarını birlikte düşünmek, birlikte ele almak ve birlikte gerçekleştirmek can alıcı öneme sahiptir.
Bu ortak tahayyülü gerçekleştirmenin nesnel koşulları mevcuttur. Zira bu, Suriye’nin kadim federal yapısı ve farklı toplumsal ile inanç gruplarından oluşan çoğulcu tarihsel sosyolojisi ile örtüşmektedir. Öznel koşuların yaratılması, bundan böyle atılacak ortak adımların "ilmek ilmek işlenmesini”, siyasi, toplumsal ve ekonomik şartlarının stratejik sabır ve kararlılıkla yaratılmasını ve güçlendirilmesini gerektirmektedir.
Konferansın çok etnikli katılımı, Kürtlerin yalnızca bölgesel bir özne değil, tüm Suriye için yeni bir yönetim vizyonu sunduğunu gösteriyor. Bu yaklaşım, Kürtlerin uluslararası meşruiyet arayışlarına nasıl katkı sağlar?
Öncellikle şunu vurgulamak gerekir: Bugün Suriye hakları, Rosa Luxemburg’tan ödünçle, ‘sosyalizm ile barbarlık’ arasında değilse de kelimenin gerçek anlamıyla ‘demokrasi ile barbarlık’ arasında bir tercihle karşı karşıyadır. Kürtler, özellikle 2014 Kobanê süreciyle birlikte giderek artan derece bölgesel bir aktör olarak siyasi sahnede yer almaya başladı. 2015’te SDG’nin inşasıyla birlikte Kürtler, hem Suriye’nin bütünü üzerinde hem de aralarında başta Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa olmak üzere, önemli Batılı güçlerin bulunduğu 80 ülkeden oluşan IŞİD (DAİŞ) karşıtı uluslararası koalisyon güçleri nezdinde temel bir siyasi istikrar ve güvenlik aktörü olarak konumlarını tahkim edebildiler.
Son olarak, Qamişlo ve Hesekê konferanslarıyla da Suriye’nin geleceğine dair çözüm modelini hem kendi aralarında hem de Suriye’nin diğer tarihsel ve toplumsal bileşenleriyle ortaklaşarak yeni bir Suriye’nin inşasında vazgeçilmez bir aktör olduklarını ortaya koydular.
Gerçek şu ki, bu vizyon Suriye’nin tarihsel sosyolojisi, saha gerçekleri ve zamanın ruhuyla örtüştüğü gibi, yeni ve birleşik bir Suriye'nin oluşturulmasında gerçekçi, akılcı ve makul seçeneği temsil etmektedir. Bu, Kürtler ve müttefiklerinin Suriye’de hem bir cazibe merkezi olarak görülmesi imkanını sunmakta hem de olağanüstü bir meşruiyet zemini sağlamaktadır. Ancak, bu meşruiyet zemininin gerçek bir siyasi alternatife dönüşmesi için hem Suriye sahasında hem de uluslararası alanda ertelenmemesi gereken bir dizi siyasi ve stratejik hamlelere ihtiyaç var.
Özetle ifade etmek gerekirse: Bu sürecin mevcut ve olası bileşenleri arasında koordinasyon sağlanması, yapılandırılmış iş birliklerinin ve ortak kurumsal yapıların inşa edilmesi gerekmektedir. Mevcut ittifakları güçlendirilirken, yeni ortaklıkların kazanılması ve sürece dahil edilmesi gerektirmektedir.
Paris görüşmelerine Şam’ın katılmamasında Türkiye’nin baskısı belirleyici oldu. Ankara’nın, Kürtlerin bu alternatif modeline aldığı sert ve düşmanca tutum, sahadaki askeri hareketliliği ve askeri müdahale tehdidini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hesekê Konferansı, yani Suriye halklarının siyasi çözüm noktasında düşünülebilecek en meşru ve demokratik girişimi bahane edilerek Paris barış müzakerelerinin tek taraflı olarak iptal edilmesi, Şam geçici rejimi için havlu atmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Bu durum, hem geçici Şam yönetimi hem de onun ipini elinde tutan Erdoğan yönetimi açısından siyasi ve diplomatik anlamda, deyimi bağışlayın, gerçek anlamda bir “takke düştü, kel göründü” momentidir.
Bu noktaya varılmasının arkasındaki asil nedeni, Erdoğan yönetiminin Suriye’ye dayattığı siyasi model ile Suriye’nin tarihsel, toplumsal ve siyasal dinamikleri ve gerçekleri arasında her geçen gün biraz daha açılan makastır. Ankara’nın yarattığı gerilimler, açmazlar ve çelişkiler karşısında çıkmaza girilen siyasi rotayı değiştirmek yerine zor kullanarak yol almayı sürdürmesi, tehlikeyi devam ettirecektir.
Alevi ve Dürzilerin temsilcilerinin Haseke Konferansı’na katılımı, Kürtlerin alternatif yönetim modeli ve Rojava’daki baskılar göz önüne alındığında, Suriye’de önümüzdeki dönemde istikrar mı yoksa yeni çatışmalar mı öne çıkacak?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerek Suriye’nin sahil bölgelerinde Arap Alevilerine gerekse de Güney’de Dürzilere karşı Şam geçici rejiminin teşviki ve planlamasıyla gerçekleştirilen jenosidiyal saldırılar, Suriye’de sahici ve kapsayıcı bir siyasi çözüm ve inşa sürecinin reddedilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye kilit bir role sahiptir. Dolayısıyla, bahsettiğiniz ihtimallerin hangisinin galebe çalınacağını belirlemek için Türkiye’nin siyasetine yakından bakmak gerekir. Ankara, gerçek ve kapsayıcı bir siyasi çözüm yerine kerameti kendinden menkul “üniter” bir Suriye adı altında HTŞ ve bağlı güçler üzerinde kendisine bağımlı bir diktatörlük inşa etme siyasetinde ısrar ettikçe çatışma ve şiddet ihtimali devam edecektir. Yani, mızrağın çuvala sığmayacağı net olarak ortaya çıkınca, “kılıcı kınından çıkarma” tehdidi yüksek perdeden ilan edilecektir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin çatışma ve çözüm bağlamında kilit bir role sahip olduğundan şüphe yoktur. Ancak Erdoğan yönetiminin bu rolü; yeni ve gerçek bir siyasi sürecin başlatılması yönünde mi, mevcut görece çatışmasızlık durumunun sürdürülmesi lehinde mi, yoksa çatışmaların genişlemesi ve yoğunlaşması yönünde mi kullandığı belirsizliğini korumaktadır.
Şam’ın Hesekê Konferansı sonrası 10 Mart anlaşmasına uymaması ve Paris görüşmelerine katılmaması Kürtler için sahada hangi fırsat ve riskleri doğuruyor? Bu durum, siyasi pozisyonlarını güçlendiriyor mu yoksa izolasyon mu yaratıyor?
Paris’te taraflar arasında önceden planlanmış olan barış müzakerelerinin tek taraflı olarak iptal edilmesi, birincisi, Kürtlerin ve Suriye’nin diğer bileşenlerinin temsil ettiği ve ortaklaştığı siyasi çözüm modelinin gerçekçiliği ve geçerliliğini bir kez daha sergilemiştir. İkincisi, Türkiye’nin kapsayıcı ve adil bir siyasi çözüm karsısında negatif bir güç olarak varlığını teyit etmiştir. Üçüncüsü, Türkiye’nin tehdit ve çatışma siyasetini bilinçli bir şekilde tırmandırmasına bir mazeret aradığını ortaya koymuştur. Dördüncüsü, Şam geçici yönetiminin bir kukla rejimi dahi olamayacak kadar erksiz olduğunu bütün dünyaya afişe etmiştir.
Son olarak, eğer siyasi ve diplomatik olarak tam bir fiyasko olan bu hamlenin arkasında ille de stratejik bir akıl aranacaksa, Ankara bir kez daha “gerginliği tırmandırma tahakkümüne” dayalı çatışma stratejisini siyasi çözüm aleyhine ortaya koymuştur. Burada murat edilen, kendi çıkarları doğrultusunda optimal bir sonuç elde edene yahut rakiplerini istenilen noktaya getirene kadar gerginliğin bilinçli ve kontrollü bir şekilde tırmandırılması; bu optimal noktaya varıldığında ise gerginliğin düşürülmesidir.
Rojava Kürtlerin bir şekilde merkezi, ulusal umudu ve modeli olarak görülüyor. Türkiye’nin baskısı ve bölgesel gerilimler olasılığında tehditler nelerdir ve Kürt halkı (siyaseti) hangi stratejilerle bunlara karşı koyabilir?
Hâlihazırda Kürdistan'ın tarihinin Rojava’da yazılmakta ve kaderinin Rojava’da belirlenmekte olduğunu vurgulamak abartı sayılmaz. Son olarak, Başkan Mesud Barzani’nin Rojava'ya dönük ortaya koyduğu irade beyanında da vurgulandığı üzere, Kürdistan toplumu, siyasi aktörleri, kamuoyu ve diasporası bu gerçeği derinden hissetmekte, yaşamakta ve tutum almaktadır.
Öte yandan, Suriye, Türkiye ve Ortadoğu'nun içinden geçtiği çoklu kriz, tehditler ve belirsizlik denkleminde, Rojava Kürdistan'ına dönük asıl tehlikenin Türkiye’den kaynaklandığını belirtmek gerekir. Suriye halklarının kendi geleceğini özgürce belirlemesi önünde şimdilik en büyük engel, Türkiye Cumhuriyeti yönetimini elinde bulunduran Erdoğan hükümetinin Suriye politikasıdır. Bu politika, Şam geçici rejimi üzerinde kurulan çok yönlü bağımlılık ilişkisi ile buna dayalı siyasi ve askeri müdahaleleridir.
Bununla nasıl başa çıkılacağı, elbette kapsamlı ve iyi düşünülmüş siyasi ve stratejik analizleri gerekli kılmaktadır. Ancak, az önce de ifade ettiğim üzere, belki şu kadarını belirtmek yerinde olabilir: Bir yandan, başta Kürtler olmak üzere yeni ve demokratik bir Suriye’nin inşasında çıkarı olan bütün kesimlerin muhtemel imha saldırılarına karşı müşterek savunma yeteneği ve kapasitesinin artırılması acil bir ihtiyaç olarak durmaktadır. Diğer yandan, hiçbir firsatı ıskalamadan Türkiye nezdinde siyasi ve diplomatik faaliyetlerin yoğunlaştırılması zaruret taşımaktadır.
Qamişlo ve Hesekê konferanslarında da ortaya konulduğu üzere, Rojava Kürdistan'ı ve onunla birlikte Kürdistan'ın geleceği orta ve uzun vadede birbirini tamamlayan üç temel alandan atılacak dirayetli, kapsayıcı ve etkili bir siyasete bağlı görünmektedir: Kürdistan ulusal paktı, birleşik Suriye ittifakı ve uluslararası ittifak.
ANF
POLITIKA