yazarlar makaleler
Sağın yükselişi ve Avrupa’nın geleceği
6/18/2024

Necat Zanyar

a@aa

Avrupa kıtasında devletler arası, çok uluslu siyasi ve ekonomik bir birlik olan Avrupa Birliği, 1993’te yapılan Maastricht Anlaşması’yla kuruldu. Birliğin temelleri ise 1950’lere dayanıyor.

Ortak pazar, ortak ticaret politikası ve ortak para birimi AB’nin belli başlı birlik alanlarını oluşturuyor.

1993’te kararlaştırılan Kopenhag Kriterleri’ne göre bir ülkenin birliğe üye olabilmesi için istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasisinin olması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünü benimsemesi, insan haklarına saygılı olması ve azınlıkları koruması gerekiyor. Bunları ekonomik kriterler ve topluluk müktesebatına uyum kriterleri takip ediyor.

Yaklaşık 450 milyon nüfusa tekabül eden Avrupa Birliği’nin 27 bağımsız üyesi, 24 resmi dili ve üç resmi alfabesi bulunuyor.

Arnavutluk,Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Kuzey Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Türkiye birliğe katılmayı bekleyen ülkelerdir.

Roma Anlaşması (1957), Avrupa Tek Senedi (1986), Maastricht Anlaşması (1993) ve Lizbon Anlaşması (2009) birliğin temel hukuki metinleridir. 2004’te Roma’da Avrupa Birliği Anayasası’nı öngören bir anlaşma imzalandıysa da halk oylamalarındaki sonuçlar nedeniyle uygulanamadı.

Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Konseyi, Liderler Zirvesi, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Merkez Bankası birliğin uluslar üstü yönetim organlarıdır.

AB’nin en önemli kurumu olan AP, yasama, bütçe ve demokratik kontrol şeklindeki üç temel işlevle Brüksel ve Strasbourg’ta toplanıyor. Üye ülkeleri ilgilendiren her düzenleme AP’nin onayından geçiyor.

Hindistan’dan sonra dünyada en fazla seçmenin sandık başına gittiği Avrupa Parlamentosu seçimleri için 27 ülkede 370 milyon kişi oy kullanıyor.

Sandalyeler nüfusa göre dağıtılıyor. En çok milletvekiline sahip ülkeler Almanya (96 sandalye), Fransa (81 sandalye) ve İtalya (76 sandalye). 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluk için 361 sandalye gerekiyor.

1979’dan beri yapılan ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrıldığı Brexit’ten sonraki ilk seçim olan 6-9 Haziran 2024 tarihli 10. Avrupa parlamentosu seçimleri birçok tartışmayı beraberinde getirdi.

Son seçimlerin temel başlıkları Ukrayna savaşı, iklim politikalarının yol açtığı pahalılık ve göç politikalarıydı. Özellikle 2023’te tekrar tırmanışa geçen göçler, seçim kampanyalarında sıklıkla gündeme geldi.

Birliğin en büyükleri olan Fransa, Almanya ve İtalya’da, kimilerinin “Aşırı sağ” olarak nitelediği lider ve partiler güçlenerek çıkarken, sol, sosyal demokrat ve liberal partiler geriledi.

Avrupa’da sağın yükselişi Türkiye’de sağcısından solcusuna, Kemalistinden İslamcısına geniş bir kesimde AB projesinin çöktüğü, Avrupa’nın ahlaki üstünlüğünü kaybettiği şeklinde yorumlandı. Öyle ki Türkiye’nin en popüler gazetecilerinden biri “Yıkıl Avrupa” şeklinde nefret paylaşımı yapmaktan kendini alamadı.

Avrupa Birliği çöküyor mu peki? Tabii ki hayır. Avrupa’da on beş, yirmi yıldır süren sağcı yükselişin olumlu ve olumsuz sonuçlarını zaman gösterecek.

Ancak Avrupa bugünkü düzeyinden ne kadar geriye düşerse düşsün, özgürlük, insan hakları, sosyal devlet uygulamaları ve demokraside herhangi bir doğu ülkesinin düzeyine gerilemesi adeta imkansız.

Ayrıca AB’nin gerilemesi doğuya bir şey kazandırmayacak. Saplandığı insani ve siyasi bataklıktan doğuyu çıkarmayacak.

Bu bir yana, sağcılığın en katı formlarını kutsayan doğulu, neden Avrupa’da sağın yükselişini çöküş olarak görüyor ki?

Devlet, demokrasi, üniversite, toplum, özgürlük gibi kavramlar doğuda ve batıda aynı içeriklere sahip olmadığı gibi, batıdaki sağ ve solun da doğudakiyle alakası yok.

Batıda herhangi bir reis ve lider kutsanmıyor. Politikacılar en saygın, seçkin ve prestijli sınıfı oluşturmuyor.

Göçmenler, kabul görmek için gittikleri ülkenin ülkücüsü ya da dindaşı olmaya zorlanmıyor.

Hiçbir sağcı siyasetçi dükkan dükkan dolaşıp farklı milletlerden olanları ülkelerine göndermekle tehdit etmiyor, Arapça gibi farklı dillerdeki tabelaları indirmiyor, Kürtçe gibi bir dilde konuştuğu için kimse saldırıya uğrayıp öldürülmüyor.

Bu anlamda Avrupa'da sağ bile Türkiye solundan onlarca kat daha soldur. Türkiye’deki sol, sağın sinsi bir versiyonudur. Sadece adı soldur. Marjinal bazı fraksiyonlar ve Kürt solu bu gerçeği değiştirmiyor.

Ülkeler arası bir organizasyon olan Sosyalist Enternasyonal’in Türkiye’deki üyesi CHP’dir. Kürt partileri bu organizasyonda üye değil, en fazla gözlemci ve danışma statüsündedir.

Altı okundan biri milliyetçilik, diğeri devletçilik olan Türkiye’nin ikinci partisi CHP’nin Avrupa sağından daha sol, demokrat ve ilerici olduğunu kim ileri sürebilir!

Sol olarak tanımlansa da CHP gerçekte Türkiye’deki en koyu faşizmin mirasçısıdır. Milliyetçi-muhafazakar iktidarın faşizmde CHP’yi gölgede bırakmış olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Açıktır ki Batı ve Avrupa’yı Türkiye’nin hatta Müslüman dünyanın kavram dünyasıyla kavramak imkansızdır. Yeni tanımlar geliştirmek şart.

Öte yandan doğulu ilkel bilincin batının çökmesinden medet umması düşündürücüdür.

Bir yandan sosyal ve siyasi sıkışmalarından batının açtığı soluk borusuyla nefes alırken, diğer taraftan batı düşmanlığı yapmak özellikle analiz edilmesi gereken bir patolojidir.

Yirmi yıldır Türkiye’nin yönetimine el koyan İslamcılık bile batının sağladığı özgürlük alanlarının istismarıyla mevcut olanaklara sahip olmuştur.

Buna rağmen gerek göçmen profilinde gerekse de iç kamuoyunda batı nefreti ve batıyı doğulaştırma arayışı dinamikliğini koruyor.

Oysa çözüm Avrupayı doğulaştırmak değil, doğuyu Avrupalaştırmak. Göç bir çözüm değil. Geçici bir rahatlama.

Dağ, deniz, doğa, nehir, orman, atmosfer her yerde aynı. Farklı olan hayat felsefesi ve kültür.

Doğu kendi kültüründen ve hayat tarzından kaçıyor, ama onu gittiği yere götürüyor.

Gittiği yerde kaçtığı siyasi ve sosyal kültürün baskısını hissetmediğinden o kültürü hasrete dönüştürüp nostaljikleştiriyor, her yere yayılması gerektiğine inanıyor.

Arap Avrupayı Araplaştırmak, Afrikalı Afrikalaştırmak, Filistinli Filistinleştirmek, Türkiyeli Türkiyeleştirmek istiyor.

Büyük çoğunluğu, sokaklarda Müslümanlık gösterisi yapmayı maharet sanıyor, şeriat kurallarının egemen olacağı, kafalarındaki şeriata aykırı yaşam tarzlarının yasaklanacağı bir Avrupa rüyası görüyor.

Kadınlar örtünmeli, eğlence sektörü kapatılmalı, içki yasaklanmalı, kiliseler camiye çevrilmeli!

Ortalama bir Müslüman ve İslamcının Avrupa’dan anladığı ve arzuladığı bu kadar!

Bunun için tek yaptıkları orantısız üremek, mantar gibi propaganda merkezleri açmak, ekonomik ve siyasi yaşamın kılcallarına yayılmak değil.

Egemen olmadıkları halde, en son Almanya’da olduğu gibi, dine saldırı paranoyasıyla sürekli saldırılar düzenleyip kan döküyor, mafyatik gruplar oluşturup korku yayıyor, sindirerek etki alanlarını genişletiyorlar.

Avrupa’da bu durumun tartışılmasını da “aşırı sağ, faşizm, İslamofobi” gibi etiketlerle bastırmak istiyorlar.

Aslında bastırdıkları gözlerinin harekete geçirdiği vicdanları. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Sadece teknik ilerlemede değil, insani değer ve erdemlerde, ahlak ve hukukta da yarışamayacakları bir seviyeyle karşı karşıya olduklarının farkındalar.

Ön yargılarını bir kenara koyup projektörü kendilerine çevirseler kimliklerini yitirecekleri korkusuyla hizada kalıyorlar.

Avrupa’da sağın yükselişi, solun romantizmini dengeleyip insanlığın kazanımı olan birliği bugünkünden çok daha nitelikli ve ileri bir evreye taşıyabilir. Uzanamadığı ciğere murdar diyen patolojik bilinç bunu kavrar mı bilemiyorum.

“İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”

Rudaw

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar