yazarlar makaleler
Kaygılar ve Güney'e Sahip Çıkmak
12/12/2023

Mesud Tek

aa@aa

Son dönemde tüm Kürdistan'da, özellikle Batı ve Güney Kürdistan'da kaygı yaratan gelişmeler yaşanıyor, sömürgeci devletlerin Bölgenin iç işlerine pervasızca müdahalesi, işgal, kara ve hava saldırıları sürüyor.

TSK PKK bahanesiyle, Güney ve Batı Kürdistan'da, değişik adlar altında askeri harekatlar yapıyor, sivil can kayıplarıyla orman yangınlara neden olan hava saldırıları gerçekleştiriyor ve hemen hergün İHAlarla suikastlar düzenliyor.

Doğu Kürdistanlı yurtsever örgütlerin Güney'deki varlıklarını bahane ede İran İslam Cumhuriyeti de aynı şekilde havadan ve karadan Doğu Kürdistanlı Peşmergelerin bulunduğu alanları bombalıyor, işbirlikçileri eliyle düzenlediği suikastler sonucu Peşmerge kanı döküyor.

BAAS rejiminin yıkılmasından sonra Irak'taki siyasi etkinliğini giderek artıran İslam Cumhuriyeti, sözkonusu saldırılarının yanısıra, Doğu Kürdistanlı yurtsever güçlerin faaliyetlerini engellemesi için, Bağdat hükümeti ile birlikte Güney Kürdistan Hükümeti üzerinde baskı uyguluyor, tehditler savuruyor.

“Jin Jiyan Azadi” sloganı altında başlayan ve İslam Cumhuriyeti rejimini tıtreten kitle eylemlerinin yıldönümü yaklaştıkça tehditlerini artıran İslam Cumhuriyeti, Bağdat Hükümeti ile, Doğu Kürdistanlı güçlerin silahsızlandırılması ve kamplarda toplanması konusunda yaptığı anlaşmayı hatırlatıyor, BM'yi de harekete geçmeye çağırıyor.

Bu kaygı verici gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, TC Dışişler Bakanı'nın Irak ve Kürdistan Bölgesi ziyaretiyle ilgili iddialar ve sonrası yapılan açıklamalar, yaşanan kaygıları daha da artırıyor.

TC Dışişleri Bakanı'nın görüşmelerinde “güvenlik” ve petrol sorununun gündemin ana maddeleri olduğu anlaşılıyor.

Bu görüşmelerde Türk ordusunun saldırıları ve Kürdistan Bölgesi'ni terketmesinin ciddi bir biçimde gündeme gelip gelmediği bilinmiyor. Ama PKK'ye karşı ortak operasyon iddiaları ciddi bir biçimde dile getiriliyor.

Görüşmelerde ayrıca petrol nakli konusunda yaşanan sorunlara ciddi çözüm aranmadığı anlaşılıyor.

Bağdat ve Ankara'nın, Paris Mahkemesi'nin ilgili kararını uygulamak için acelesi yok.

Çünkü bu kriz, en çok Kürdistan Hükümeti sözcüsü Sefin Dizeyi'nin belirttiği gibi, Kürdistan Bölgesi'ni etkiliyor, Bağdat ve Ankara karşısında Hewlêr'in konumunu zayıflatıyor.

Ve bu nedenlerle de her iki merkez anlaşmayı uygulama noktasında pek hevesli görünmüyorlar ve aceleci davranmıyorlar. 

Bu ve benzeri gelişmelerin bir bölümü Güney Kürdistan’ın iç yapısı ve bölgedeki egemen politik yapıların birbiriyleriyle olan ilişkileriyle ilgili, bir bölümü Irak’ta güçler dengesinin değişmesi ve bir bölümü ise bölgesel-uluslararası gelişmelerle alakalı. 

Son yıllarda Güney halkının öncelikleri önemli ölçüde değişti.

Özgürlük ve güvenliğin sağlanmasının yanısıra yaşam şartlarının iyileştirilmesi, işsizlik sorununun çözülmesi, daha kaliteli bir eğitim gibi talepler de öne çıkıyor.

Rudaw Araştırma Merkezi’nin 2024 yılında yapılacak seçimlere ilişkin olarak yaptığı son araştırmanın sonuçları da bu gerçeği işaret ediyor.

Seçime katılacağını söyleyen gençlerin oranında düşüş yaşandığının tespit edildiğini söyleyen araştırmada şu sonuçlara dikkat çekiliyor: “2009'dan farklı olarak, insanların öncelikleri değişmiş gibi görünüyor ve bu da seçmenleri daha tereddütlü hale getiriyor. Seçmenlerin kazanmasını istedikleri partilerden taleplerinin başında yüzde 56,7 oranında temel hizmetlere önem verilmesi, yüzde 41,8 oranında üniversite mezunlarının istihdam edilmesi, yüzde 39,8 oranında geçmiş maaş borçlarının ödenmesi ve yüzde 34,2 oranında ise yolsuzluğun ortadan kaldırılması gibi konular geliyor.”

“Buna karşılık, ifade özgürlüğü yüzde 2,6 ve siyasi istikrar yüzde 5,2 ile seçmenlerin talepleri arasında. Bu da seçmenin demokrasi ve özgürlüklerle ilgili konulardan çok ekonomi ve hizmet konularına öncelik verdiğini gösteriyor”

Önceliklerin değiştiğini eski bir Peşmerge dostum 2010’lu yıllarda bir başka biçimde ifade etmişti.

“Dağdaki yaşamın ile şimdiki yaşamın arasındaki ne fark var” diye sorduğumda bana “dağda kendimiz için istemlerimiz çok sınırlı ve sade idi. İyi bir keleş, Amerikan malı parke ve İsrail malı uyku tulumuna sahip olanlar kendilerini mutlu ve zengin hissediyorlardı. Şimdi bu taleplerin yerini iyi bir eve, otomobile sahip olma ve iyi bir maaş aldı.”

Sihirli kelime “istikrar” 

Halkın sözkonusu taleplerinin karşılanması için öncelikle Güney'de huzur ve güvenin tesisine, bu sorunlara çözüm önerileri olan istikrarlı ve kararlı bir hükümete ihtiyaç var.

Oysa yaşananlar bu konuda umutlu olmamıza yardım etmiyor.

İstikrarı sağlamak, Raperinden sonra kurulan koalisyon hükümetlerinin başta gelen görevleri arasında yer aldı. 

Bazan diğer partilerden bir iki bakanın da yer aldığı koalisyon hükümetleri PDK-YNK siyasal ittifakı temelinde oluştu ve kabinelerin çalışmalarını bu ittifakın durumu belirledi; belirliyor.

Bu da doğal bir şey. Çünkü 1975 yılı sonrası Güney Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi büyük oranda PDK ve YNK arasındaki lişkilerin biçimi tarafından belirlendi; bugün de ulusal kazanımların korunması ve geliştirilmesi bu ilişkilere bağlı.

Bazan kardeş kavgası biçimine bürünen iki örgüt arasındaki gerginliğin kökü 1960’lı yıllara kadar uzanıyor.

1994 yılında başlayıp 6 yıl süren, büyük bir yıkıma neden olan ve “bırakuji” biçimine dönüşen YNK ile PDK arasındaki çatışmaların etkileri ise uzun yıllar sürdü; sürüyor.

Bazan sönümlense de, bazan soğusa da YNK ile PDK arasındaki gerginlikler günümüze kadar koalisyon hükümetlerini istikrarsızlaştırdı, çalışmalarını etkiledi.

Bugün ise YNK ile PDK arasındaki ilişkiler sadece hükümetin değil, tüm Güney’in kaderini etkiliyor.

Çünkü İlişkilerde yaşanan gerginlikler sadece halkta tedirginliğe yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda sömürgeci devletlerin bölgenin iç işlerine müdahale etmesine yardımcı oluyor.

Çünkü ulusal kazanımlar büyük ölçüde iki parti arasında varılan ittifakın ürünü. Aynı şekilde PDK-YNK ilişkilerinin limonileşmesi, gerginlik yaşanması kazanımları tehlikeye atıyor.

Bırakujinin Kürd toplumuna en büyük zararı, ikili hükümet yapısını ortaya çıkartması oldu. Kürdistan Bölgesi bir müddet Süleymaniye ve Hewlêr merkezli iki hükümet tarafından yönetildi.

Bu ikili yapı, sadece idari alanda değil, aynı zamanda askeri, iç güvenlik, dış politika ve istihbarat gibi çok önemli alanlarda da yaşandı.

Özellikle ABD’nin çabalarıyla idari planda ikili yapının aşılıp birliğin sağlanmasına karşın, hayati öneme sahip diğer alanlarda bu başarı ne yazık ki gösterilemedi, ikili yapı devam etti; ediyor.

BAAS rejimi sonrası dönemde bir süreliğine yaşanan istikrar da uzun sürmedi.

Kabinede yer alan bakanlar, hükümetdeki görevleri yerine partili kimliklerini ön plana çıkarttılar.

Öğlene kadar bakan olanlar, hükümette yer alanlar öğleden sonra muhalif gibi devrandılar. Dönemin Bölge Başkanı Mesud Barzani, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı “öğlene kadar iktidar,  öğleden sonra muhalefet olmaz” diyerek dile getirdi. 

Bu durum sadece siyasi istikrarsızlık yaratmadı, aynı zamanda koalisyon hükümetlerinin çalışmaları olumsuz yönde etkiledi. 

Ve ne yazık ki tüm iyi niyetli çabalara, tüm ulusal ve uluslararası birlik çağrılarına rağmen bu durum bugün de devam ediyor. 

YNK’li bakanlar bir müddettir kabine toplantılarına katılmıyorlar.

Peşmerge Bakanlığı koltuğu, Peşmerge güçlerinin birliği gibi hassas bir süreçte henüz boş.

Bilinen nedenlerden dolayı uzun bir süredir Peşmerge bakanı atanamıyor.

Ve bu durum Kürdistan Bölgesi Hükümeti’ni sadece Bağdat nezdinde değil, aynı zamanda  komşu ülkelerle olan ilişkilerinde de zora sokuyor.

Daha da önemlisi Peşmergenin İŞID'e karşı kahramanca mücadelesi sayesinde kazandığı imajını zayıflatıyor.

Peşmerge Güçlerinin birliğinin sağlanamamasının, merkezi hükümete daha doğru bir ifade ile Şii Haşdi Şabi örgütüne yonelik ortak ulusal bir tavrın gösterilememesinin, 16 Ekim olaylarındaki etkisini kim inkar edebilir?

İkili hükümet yapısının olumsuz etkilerini silme, kurumları bütünleştirme ve ortak bir ulusal dış politika oluşturma noktasında yaşanan zaafın, komşu ülkelerin, İran ve Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’nın iç işlerine açıkça müdahalesine yardım ettiğini, Bölge Hükümeti’nin her iki sömürgeci devletin Kürdistan Bölgesi’nde gerçekleştirdiği saldırılara karşı ya sessiz kalmasına ya da zayıf bir tepki vermesine neden olduğunu görmezden gelmek mümkün mü?

Kaygılar artarken 

Son dönemlerde Uluslararası areneda yapılan açıklamalar, yazılıp çizilenler ve verilen demeçler kaygıları artırıyor.

Güney'de ortak ulusal tavır geliştirme, başta Peşmerge olmak üzere hayati öneme sahip kurumları bütünleştirme noktasında yaşanan zaafların, Kürdleri Referandum sonucuyla birlikte gündeme gelen bağımsızlık hedefinden uzaklaştırdığı yorumları yapılıyor.

Kürdistan Hükümeti'nin Avrupa'daki dost ülke hükümetleri, sık sık Peşmerge güçlerinin birliğinin önemine vurgu yapıyorlar, birliğin sağlanması gerektiğini dile getiriyorlar.

Güney'in en önemli dostlarından olan ABD, düne kadar, Peşmerge güçlerinin birliğinin sağlanması için uyarılarını kapı arkasında yapıyordu.

Bugün aynı uyarılarını alenen, kamuoyunu önünde yapıyor.

Ve Kürdistan Bölgesi'ne olan yardımlarını Peşmerge güçlerinin birliğine bağlıyor.

Kürdistan Bölgesi'nde tarımın canlandırılmasında önemli işlere imza atan Hollanda hükümeti de, Hewlêr Başkonsolosu kanalıyla “Peşmerge güçlerinin birleştirilmesi sürecinin 'beklendiği yönde ilerlemediğini' ve değişim gerçekleşmezse Kürdistan Bölgesi Hükümetinin uluslararası dostlarından bazılarının desteğini kaybedeceğini” söyleyerek benzeri mesajlar veriyor.

Ama ne yazık ki tüm bu olumlu ve dostça çağrılara aynı ölçüde cevap verildiğini söylemek mümkün değil.

Peşmergelerin birliği konusunda bazı adımların atıldığı doğru, ama yetersiz ve sürece cevap vermekten uzak.

Daha da acısı bu noktada karar sahibi olan PDK ve YNK'nin bazı yöneticileri, daha ciddi adımlar konsunda kafa yoracaklarına, “bırakuji”, “Kareseta Hekkari” gibi kara sayfalarla dolu eski defterleri açıyorlar.

Oysa sömürgeciler boş durmuyorlar.

Kürdistan Bölgesi'ne yönelik saldırılarını hız kesmeden sürdürüyorlar.

Türkiye, adet haline getirdiği Kürdistan Bölgesi yetkilileri ile görüşme yaptığı anlarda, İHAlarla saldırı düzenlemeyi, Dışişleri Bakanı'nın son bölge ziyaretinde sürdürdü.

Türkiye, Kürdistan Bölgesi Hükümeti'nin merkezi hükümetle yaptığı anlaşma uyarınca Peşmergelerin Kerkük'ün bazı bölgelerine yerleşmesine karşı işbirlikçilerini harekete geçiriyor, Kürd-Türkmen çelişkisini kaşıyor...

Türkiye'nin Suriye'de giderek batağa saplandığı, konumunun zayıfladığı bir dönemde, basılan bir düğme, omurgasını PYD-YPG'nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile bazı Arap aşiretleri arasında çatışmaları başlatıyor...

İran ise, Kürdistan Bölgesi'nde “Kürd Heşdi Şabi” örgütlemek istiyor, Doğu Kürdistanlı Peşmergelerin silahsızlandırılması konusunda üzerinde anlaşmaya varılan tarihi sik sık hatırlatıyor, gereğinin yerine getirilmesini talep ediyor.

Ve PKK'nin bölgedeki varlığının yol açtığı sorunlar da ağırlaşarak sürüyor...

Kardeş de kardeşliğini bilmeli 

Bazı gerçeklerin acı da olsa bilinmesi, kısaca dile getirilmesi gerekiyor. 

PKK'nin bölgedeki varlığı yeni değil, kökü 1983 yılına kadar uzanıyor. 

PKK-PDK Protokolu sonrası Güney Kürdistan'da da üslenen PKK'nin bölgedeki varlığı, eylemleri hep sorun oldu, çatışmalara yol açtı.

PKK'nin kendi dışındaki örgütleri “işbirlikçi, hain, bağımsızlığın önünde engel” olarak görme anlayışından Güney Kürdistanlı örgütler de nasibini aldılar.

İlişkilerde bazen bahar havası yaşansa da PDK ve YNK, PKK nezdinde işbirlikçiydi, Mesud Barzani ve Mam Celal ise, aşiretçi, otonomist...

PKK'nin Güney'deki ulusal kazanımlarına karşı tavrı da hep olumsuz oldu. 

Kürdistan Parlamentosu'nu emperyalizmin ürünü olarak gördü.

Kürdistan Parlmentosu ve Parlamento'nun ilan ettiği Federasyonu “Arapları arkadan hançerlemek” olarak değerlendirdi. 

PKK'nin bölgede iktidar sahibi olması istemi, ağır sonuçları olan çatışmalara yol açtı.

Öyle ki Suriye'nin istemi üzerine, 1995 yılında KDP'ye yönelik askeri saldırılarını “İkinci 15 Ağustos Atılımı” olarak lanse etti. 

Güney'deki kazanımlara yönelik olumsuz tavrını Öcalan'ın yakalanmasından sonra da sürdüren PKK, tüm Kürdlerin hayali olan bağımsızlık referandumunda da karşı pozisyon aldı.

Bağımsızlık talebine, “ulus devletlerin dönemi kapandı” gerekçesiyle karşı çıktı.

Tüm Kürdler Kerkük ve Şengal'in Kürdistan Bölgesi'nin sınırları içine alınmasını talep ederlerken, bu bölgelerin halkı Referandum'da ezici çoğunlukla bu doğrultuda irade beyan etmişken, PKK Kerkük ve Şengal'in, Irak'ın siyasi birliği içinde özerk olmasını talep etti.

Kerkük'de bu özerkliği gerçekleştirme olanağı bulamayan PKK Şengal'de oluşturduğu yapı ile sürekli sorun yarattı. 

PKK'nin bölge yöneticileri “2003 yılından sonra Irak bayrağını Şengal'de ilk kez biz dalgalandırdık” diyerek övünç duydular...

Uzatmaya, birçoğumuzun bildiklerini tekrarlamaya gerek yok. 

Özcesi PKK'nin bölgedeki varlığı hep sorun olageldi. Sadece Türkiye'ye saldırıları için bahane sunmakla değil, aynı zamanda Güney Kürdistan'da hakimiyet talep etmesiyle de,  bulunduğu bölgelerde idari yapılar oluşturmasıyla da...

Bazı PKK'li yöneticiler “silahlarınızla Kürdistan Bölgesi'nde ne işiniz var” sorusuna cevap olarak “Kürdler kardeş değil mi? Silahlı Barzanilerin 1946 yılında, Kürdistan Devleti ilan edilirken Muhabad'da ne işi vardıysa, bizim de o işimiz var” diye cevap veriyorlar.

PKK'lilere bildikleri bir gerçeği hatırlatalım. 

Barzaniler Muhabad'da iken İktidar talep etmediler, Pêşava Qazi'ye “Kürdistan Cumhuriyeti'nin emrindeyiz” dediler. 

Kimse PKK'ye “Kürdistan Bölgesi Hükümeti'nin emri altına gir” demiyor.

İstenilen PKK'nin Kürdistan Bölgesi'nin eğemenlik hakkını kabul etmesi, eğemenlik taleplerinden vaz geçmesi, kanunlara uygun davranması.

Kürdistan Parlamentosu'nun ilk başkanı rahmetli Cewher Namık, 1993 yılında bize “PKK'den çok şey istemiyoruz. Tek beklentimiz İran, Suriye ve Irak hükümetlerine, kanunlarına gösterdiği saygının yarısını bize ve kanunlarımıza göstermesidir” demişti.

Tüm bu gelişmelerde YNK ile PDK arasında yaşanan gerginlikler ve çatışmalarının, her iki örgütün PKK'nin bölgeye yönelik politikalarına karşı ortak bir tutum almamalarının pay sahibi olduğunu, PKK'ye alan açtığını da unutmamalıyız.

Sonuç 

Yazımı pesimist bir yazı olarak değerlendirenler olabilir, “az söylemişsin” diyenler kadar  “ne suya ne de sabuna dokunmuşsun” diyenler de... 

Benim amacım “Güney'de kaygı verici gelişmelerin sorumlusunu tespit ve mahkum etmek değil.

Çünkü Güney'de bu işi yapacak yurtsever güçler var ve sesleri çıktığı oranda dile getiriyorlar.

Amacım yaşanan sorunlara, nedenleri ve yolaçtığı sonuçlara parmak basmak.

Sorunları çözümünde taraf olmanın yerine, çözümünde Güney'li kardeşlerimize destek olmamız gerektiğini düşünüyorum. 
Güney'e sahip çıkmak demek, artık sadece hamasetle olmuyor.

Sahip çıkmakla birlikte Güneyli kardeşlerimize yönelik eleştirilerimizi yapıcı bir dil ile kendilerine iletmek de en az sahip çıkmak kadar önemlidir.

Kürdistan Hükümeti'nden, İran'in tehditlerine karşı daha kararlı bir tutum takınmasını istemenin, Türkiye'nin saldırılarına daha gür bir sesle tepki koymalarını, Türk yetkililerine “bizimle görüşürken niçin aynı anda ülkemize saldırıyorsunuz “ diye sormalarını talep etmenin de görevimiz olduğunu düşünüyorum.

Kuzey'den Güney'e olası en büyük destek, sabah akşam Güney'i övmekle değil, parçamızda yurtsever hareketi güçlendirmekle olur.

Bu amaçla yaplacaklar ise bellidir: Diyaloğ ve kalıcı güçbirliği oluşturmak... 

31 Ağustos 2023

Deng Dergisi, sayı: 130

 

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar