12/5/2023 2:28:12 PM
“İnsanın doğa ile mücadelesi bazen doğa ile savaşa dönüşebilmektedir“
Birinci bölüm
Bu yazımızda; ekosistem/ yaşam alanı/ çevre tahribatının tarihsel, ideolojik ve ekonomik boyutlarını bilgilendirmek/ bilgilenmek amaçlı olarak paylaşmayı düşünüyoruz. Bu konulara açıklama getirmeye çalışırken, şavaşın, sanayinin ve insanların sebep olduğu afetler (felaketler) ile beraber doğal afetlere de yer vermeye çalışacağız. Tabi ki bunun toplumsal boyutlarını (toplum ve ekoloji diyalektiği açısından da) ekolojik toplum anlayışını kısmı olarak paylaşmaya çalışacağız. Yazı konumuzu genel olarak Türkiye ve Kürdistan coğrafyaları üzerinden açımlamaya çalışacağız. Bir diğer yazı konumuzda barajlar ve sınırlandırılmış / sınırları aşan akarsular olacaktır.
KAVRAMLAR
Ekoloji: yaklaşık 16 bilim dalı ile iletişimi olan bir bilim dalıdır.
Ekosistem: ezelden gelip sonsuza doğru evrilen süreçtir (ekosistemler topluluğudur).
Yaşam alanları: Habitatlar, her türlü popülasyonların yaşam alanlarıdır.
İnsan Ekosistem: İnsanlar ekosistemlere bilinçli, planlı, sistemli olarak müdahale edebilen yegane varlıktır.
Toplumsal ekoloji: Ekolojik toplum, toplumun (insan) ekosistemler ile ahlaki ve tinsel / manevi bağının olması anlayışı (ideolojisi)dır. İnsan doğa ilişkisi, İnsanlar ne zaman ki beyin (düşünce) ve elini beraber kullanmaya başladı ise o zaman doğa ile dolayısıyla ekosistemler üzerinde tahakküm kurmaya başlamıştır. Özellikle neolitik sonrası besin ve enerji zinciri üzerinde gözle görülür bir şekilde artış yaşanmaya başlamış ve günümüz sonuçlarının temeli daha o zamanlarda belirlenmiştir/ atılmıştır.
İnsan doğa arasındaki mücadelede neolitiğe kadar olan süreçte ihtiyaca göre (artık değerin çokta yerleşmediği) ekosistem de besin ve barınma ihtiyacının karşılanması gerçeği mevcuttur. İnsanlar beden dışı organlar kullanabilen yegane varlıklardır. Beyin ve el birlikteliğini daha fazla ilerlettikçe, taşları sivrilterek ve kırarak ağaçları sivrilterek ilk silahları geliştirip diğer varlıklara karşı kullanabilme ve mücadelede başarı sağlama gerçekliği mevcut hale gelmiştir. Avcılık ve barınma ihtiyacı doğaya ilk müdahaledir.
NEOLİTİK ‘te İNSANIN DOĞA İLE MÜCADELESİ
İnsanların klanlar halinde yaşamaya başlaması ile beraber insanlar beden dışı organlarını geliştirmeyi daha hızlı bir şekilde arttırmaya başlamıştır. Buna en iyi örnek, savaş ve tarım araçlarının geliştirilmesidir. Bu da beraberinde doğa üzerindeki tahakküm ve tahribatı artırmaya başlamıştır. Maden arama (gümüş, bakır, tunç, demir vb.) maden bulma ve işleme savaş ve tarım araçlarında moda mod Bir artış başlamıştır. Toprağı daha fazla işlemeye başlamış, suların akış yönleri ve doğal sekresyonuna müdahaleler artmış dolayısıyla insanlar için savaşta üstün gelme başarısı ve gıdaya ulaşmanın kolaylaşması beraberinde doğadaki tahribatının da temellerinin atılmasının başlangıcıdır.
Yaklaşık 5000 yıl öncesinde taş ve ağaçlardan geliştirilen silahlar, dövme demir elde edilince metal savaş araçları halini aldı ve savaş sanayindeki ilk adımlar atılmış oldu. “Tanrı adına, devlet adına, kral adına ve şef adına ve mabet adına” sınır tanımayan, ahlak bilmeyen her türlü zülmün toplu ölümlerin olduğu savaşlar başladı. Bundan sonra insanın doğa ile olan savaşı insanın insan ile olan savaşına dönüştü. Ve doğa/ ekosistem (çevre) tahribatı da aynı oranda hata daha fazla artmaya başladı.“
İnsanlar doğayı bir savaş aracı haline getirmeye başladılar. Yüksek yerlere kaleler, ırmak ve sulak alanlara yerleşme ve hayvanlardan savaş araçları oluşturmak gibi (savaş arabaları, deve ve filler vb.). Günümüzde ise nükleer ve kimyasal silahların geliştirilmesi için için kurulan santraller bunların atıklarının oluşturduğu korkunç radyoaktif serpinti vb. Kirlilikler ile beraber kullanıldıkları zaman da ki korkunç tahribat ve her türlü canlının yaşamını yitirmesi de cabası. Kısaca üç başlıkta savaşın ekosistem ve doğaya zararını irdeleyelim:
1- Savaş öncesi hazırlıklar, savaş öncesi her tülü atık (maddeni atıklar, nükleer atıklar, radyoaktif serpintiler, radrasyonel kirlilikler, vb). Tatbikat alanlarının oluşturulması ve atık depolama (bu alanlar genelde az galişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden seçilmektedir).
2- Savaş esnasındaki tahribatlar; kimyasal, biyolojik, fziyolojik (hipersonik) silah kullanımı ve denemelerinin ormanlar ve diğer canlılar üzerindeki etkileri.
3-Savaş sonrası tahribatlar; mayınlar, doğada serbest kalmış savaş atığı patlayıcılar nükleer ve kimyasal patlayıcıların tüm ekosistem ve insanlar üzerindeki uzun süreli etkileri (serpinti kirlilikler; Hiroşima Nagazaki, Halepçe, Çernnobil vb). Toprağın suyun ve havanın uzun süreli kirliliğinin yarattığı korkunç kirlilik.
“Dünyada çok korkunç şeyler var, ama en korkuncu insanlardır”.
Görüldüğü üzere savaş en büyük ve en korkunç ekolojik tahribatının sebebi ve kaynağıdır. İnsanın varoluşundan sanayi devrimine kadar olan ekosistemdeki tahribat sanayi devriminden günümüze olandan daha azdır.
İkinci Bölüm
Sanayi devrimi ile birlikte ekosistem kapitalist devletli sistemlerde üç temel sebep ile tahrip edilmeye başlamıştır:
1- Tarihsel boyut: Devletli sistemler yerel halkların tarihi değerlerini yok ederek toplumsal ve tarihi dayanaklardan, kimliğinden, kültürel alt yapılarından ayırarak bir asimilasyon aracı olarak görmüşlerdir. Tarihisel değerleri yok edilen yerel halklar, doğa ile bütünleşmiş bin yıllardan günümüze uzanan yöresel kimliğine, kültürüne, mücadele yol ve yöntemine yabancılaşır. Toprağına,suyuna, tarihine, kültürüne sahip çıkamaz hale gelir. ABD’de kızılderililer, Avusturalyada Aborijinler, suriye, Irak, İran, Türkiye’de Kürt’ler vb.
2-İdeolojik Boyut: Tarihsel kökenleri yok edilmiş halklar geleneklerinden ve değerlerinden ve kimliklerinden soyutlanınca yaşadığı yer artık anlamını yitiren bir toprak parçası, akıp giden bir su, maneviyatını yitirmiş yaşam alanlarıdır. Devletli sistemlerin artık istediği gibi hiçbiri karşı mücadele ile karşlaşmadan kolayca elde edebileceği ve kullanabileceği bir rant alanı, asimilasyonu tamamlanmış, zihni esir alınmış , devletli sisteme entegre olmuş bir yerel halk artık sınırları içinde yaşadığı devletin bir aracı haline gelmiştir.
3- Ekonomik Boyut
Devletli sistemler, yerel halkların yaşadığı yaşam alanlarında artık doğanın ve insanın arasındaki manevi ve ahlaki ilişki zincirini parçalamış, halkı birbirinden ayırmış toprağı, tarihi, suyu, kimliği ve kültürü için mücadele edemeyen bir insan yığını meydana getirmiştir. Tüm bu bölgelerdeki yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını istediği gibi sömürebilecek her türlü ekosistem (çevre) tahribatını gerçekleştirebilecek imkan ve olanaklara sahip demektir. Bir karşı mücadele yoktur. Uluslararası kompradorlar ve şirketler vardır. Yerel halkın muhatapları yoktur. Kime karşı nasıl bir mücadele geliştireceğini bilememektedir.
Devletli sistemler, ekolojik tahribatları gerçekleştirebilmek için 3’ lü bir saç ayağı kullanmaktadırlar: 1- Merkezi hükümetler, 2- Yerel yöneticiler, 3- Şirketler. Merkezi hükümetler genellikle uluslararası komprador ve çok uluslu şirketlerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin/ kaynaklarının sömürülmesi için gerekli yasaları çıkarırlar. Veya yasal düzenlemeleri yaparlar. İhale yasalarını buna uyarlarlar. Çevre mevzuatlarını buna göre düzenlerler ve o ülkenin güvenlik görevlilerini de bu şirketlere koruma olarak verirler. Böylece yerel halklar ile kendi evlatları güvenlikçiler karşı karşıya getirirler.
Üçüncü Bölüm
Devletli sistemler; çeşitli uluslararası birliktelikler geliştirerek (BM, AB, NATO, vb.) dev uluslararası şirketlere kolayca sömürülecek yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını peşkeş çekmek için çevre koruma yasalarını kendilerine uygun hale getirirler. Bunun için genel geçerli ÇED raporları düzenlenlenir. Bu ÇED raporlarını düzenleyen bilirkişilerin ücretleri çalışma tamamlana kadar yine aynı şirketler tarafından ödenir. Raporların kriterleri genellikle; 1- Risk Analiz raporları 2- Maliyet analiz raporları olarak düzenlenir. İki rapor içinde geçerli olan, toprağın, suyun ve havanın ne kadar kirlendiği ve ne kadar canlının olumsuz etkileneceği değildir. Maliyet ve risk analiz raporlarında maliyet ve kar-zarar oranı önemlidir. Örneğin, Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığının son aylarında bir çevre mevzuat değişikliğini onayladı. Buna göre, kısaca, devletin stratejik çıkarları ve kamunun yüksek menfaatleri söz konusu olduğunda ekosistemin (çevrenin) tahribatının önemli olmayacağı yönünde idi.
Doğaya müdahalenin yarattığı temel alanlar/ problemler
1- Enerji piramidi
Aşağıdan yukarıya doğru etkileşim, hava, su, toprak kirliliği, bunun sonucunda; 1- güneş ışığına ulaşamamak, 2- canlı sayısında azalma, 3- tür sayısında azalma, 4- atık oranının artması, 5- iklim değişikliğinin gelişmesi sonucunda meydana gelen doğal olayların artması vb.
2- Besin Zinciri
Üüreticiler, toplayıcılar, ayrıştırıcıların, besin ve enerji zincirindeki bozulmalar sebebiyle canlı yaşamı ve düzeni bozulur. Salgın hastalıklar başlar, aşırı avlanma ihtiyacı başlar, iklim şartları değişir (kuraklık, don, sel, deprem, fırtına, kimyasal, biyolojik ve nükleer kirlenmeler), başlar. Tüm canlılar için zorunlu göç olayları başlar (doğal afetler, savaşlar ve yoksulluk).
Günümüzde hem enerji hem de besin zincirindeki kırılmanın en büyük sebeplerinden biri savaşta üstün gelme adına gerçekleşen çevre/ ekosistem tahribatlarıdır. Savaşın ekosistem üzerindeki etkilerini üç katagoride ele alabiliriz: 1- savaştan önce, 2- savaş esnasında, 3- savaş sonrası
Bu konuları yukarıda detaylı irdelemeye çalışmıştık.
Türkiye'de Ekosistem/çevre Tahribatları
Türkiye'de hükümetlerin planlı ve programlı olarak en büyük ekosistem tahribatları; kömür ocakları, termik santraller, madden arama ve tabiki güvenlik amaçlı barajlar ve HES’ler vbleridir.
Biz GAP projesi gerçekliğinde hükümetlerin genel bakışları ve amaçları örneğini detaylandırarak yazımızın amacına ulaşmaya çalışalım.
GAP Projesi
A- Amacı: Şark Islahat Planı'nın, Meccburi İskan'ın amacı bir kırsal alandaki nüfusu azaltmak ve köy nüfusunu kentte yerleştirmekti. İşte burada, Güneydoğu Anadolu projesi devreye girmiştir. Kır nüfusunu azaltma kentte ikamete zorlanan nüfusu daha kolay asimile etmek için büyük bir alt yapı oluşturmaktadır.
Tabii ki GAP projesinin amacı sadece bu değildir. Sınır aşan suların kontrolü, enerji kaynaklarının kontrolü, hükümetlerin kendi yandaşlarına rant alanlarının sağlanması (kendi zenginini yaratma), politik açıdan komşularına üstünlük sağlamak (dönemsel olarak suları kontrol ederek komşularına politik amaçlarını kabul ettirmek), vb.
Amaç ve hedefleri gerçekleştirmek. Burada enerji konusunu temel ihtiyaç ve zorunluluklar açısından ayrıca irdelemek gerekir. İnsanların temel ihtiyacı olan gıdaya ulaşmak ta dahil olmak üzere her türlü üretim için vazgeçilmez temel kaynak enerjidir. Enerjiye ulaşmak adına insanlar devletler elli ile her yolu kendine hak olarak görmektedir. Doğayı tahrip etme, yakıp yıkma ekolojik soykırıma uğratan bir zihniyette sahiptir. Doğayı bu kadar tahrip etmenin bedelini hem enerji zincirinde hem de besin zincirinde kırılmaya sebebiyet vermektedir. Bu da beraberinde bu günkü tahmin edilemez sağlık problemlerini beraberinde getirmektedir (kirletilmiş su, kirletilmiş hava ve kirletilmiş toprak).
Doğayı her türlü tahribata maruz bırakmanın kaynağını bazen enerjiye ulaşmak, bazen savaşlarda üstün gelmek, bazen ekonomik çıkarları arttırmak, bazen politik avantajlar sağlamak adına yapılmaktadır. İşte, Türkiye’de de yukarıda sıralamaya çalıştığımız sebepler de dahil olmak üzere birçok tali sebepler de vardır.
Tamamlamak adına.
Devletli sistemler, yukarıda açımladığımız çeşitli sebeplerden kaynaklı doğayı kendi çıkarları için bilinçli, programlı, isteyerek doğayı yıkıma uğratmaktadır. Bunu yaparken de anayasa ve yasalarını buna uyarlamaktadırlar. Bazen devletler kendi yasalarını bile doğayı koruma ihtimali varsa uygulamakta imtina etmektedirler. Bunun örneklerini çokça göstermekteyiz. Örneğin, ormanlar yanarken veya yakılırken yasalar uygulanmaz, toprak kirletilirken toprak yasası uygulanmaz, su kirletilirken ve bir pazar malı haline gelirken/ getirilirken su havzalarını koruma yasası uygulanmaz vs.
Yapılacak şey toprağına, suyuna, havasına, kimliğine, kültürüne ve tarihine sahip çıkmanın yol ve yöntemini bulmaktır ve tüm halkların birlikte mücadele etmesidir.
Deng Dergisi, sayı: 130