yazarlar makaleler
Bayram Bozyel: 2024’ü Kazanabilmek İçin…
3/25/2024

Bayram Bozyel

aa@aa

2023 yılı ülkemiz ve bölge için hoş olmayan olaylar, yıkımlar ve çatışma tablolarıyla anılacak.

6 Şubat depreminin yol açtığı sarsıcı ölüm ve acılar, başını alıp giden enflasyon ve fiyat artışları, Kürtlere yönelik cadı avına dönüşen baskı ve operasyonlar, toplumun belini büken ekonomik kriz, yokluk ve yoksulluk…

Dünyanın geri kalanının hali ve ahvali de çok iç açıcı görünmedi.

Dünya iki küresel ölçekli savaş odağının gölgesinde 2023 yılını geride bıraktı. 2022 yılının Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaşın etkileri devam ederken, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı giriştiği beklenmedik saldırı ile Ortadoğu’daki İsrail Filistin krizi yeni bir boyut kazandı.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın üzerinden iki yıl geçti. Başlangıçta savaşın kısa sürede Rusya’nın üstünlüğü ile sonuçlanacağı beklentisi, zamanla yerini iki tarafı da felç eden yıkıcı bir savaşa bıraktı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı Batı’nın Ukrayna etrafında kenetlenmesine, askeri olarak yeniden dizayn olmasına, Rusya’dan ithal edilen gaz ve enerji kaynakları konusunda yeni alternatifler içine girmesine yol açtı. Daha önce varlığı tartışılmaya başlayan NATO ittifakı dağılmak bir yana genişleme trendine girdi. Rusya’nın oluşturduğu tehditten dolayı İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik süreci gündeme geldi. Avrupa’nın güçlü ülkeleri bir anda silahlanmaya harcadıkları kaynakları iki-üç katına çıkardı.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bu ülke ile Batı arasında yeniden bir soğuk savaş ikliminin oluşmasına yol açtı.

Türkiye ise Batı dünyası ile Rusya arasında başlayan gerilim ve kutuplaşmadan karlı çıkan bir ülke konumunda. Türkiye, Rusya’ya uygulanan ekonomik ve siyasi ambargoyu bir fırsata dönüştürerek Rusya ile ticaret hacmini arttırdı. Türkiye diğer yandan Rusya ve Ukrayna’dan dünyanın geri kalanına gıda ihracatı krizinde aracılık rolü üstlendi. Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk rolüne oynayan Türkiye eş zamanlı olarak Ukrayna’ya SİHA ve benzeri silahlar satmakta bir beis görmedi. Savaşın dengesini çok etkilemediği sürece Rusya da bu konuyu bir soruna dönüştürmeden Türkiye ile ilişkilerini sürdürdü.

Türkiye son olarak İsveç’in NATO üyeliğine karşı veto kartını kullanarak bu sorunu ABD ve NATO’ya karşı bir pazarlık unsuruna dönüştürdü. Türkiye bir yandan İsveç’in NATO üyeliği üzerinden ABD ve Avrupa’nın Kürtlere olan ilgisini kesmeye çalışırken diğer yanda F 16 konusunda ABD’den tavizler koparmak için çalışıyor.

7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği baskın ile dünyanın ilgisi bu kez Ortadoğu’ya odaklandı. İçerde ciddi bir meşruiyet krizi yaşayan ulusalcı Netanyahu hükümeti Hamas’ın saldırısını bulunmaz bir fırsat olarak gördü. Netanyahu’nun Hamas gerekçesiyle Gazze’ye karşı başlattığı savaş kısa sürede bir soykırıma dönüşmüş durumda.

İsrail Hamas savaşı konusunda altı çizilmesi gereken iki nokta söz konusu.

Birincisi, Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in güvenliği için başta ABD olmak üzere batılı ülkeler Doğu Akdeniz’e olağanüstü bir askeri yığınak yaptı. Buradaki amaç, İsrail’e karşı savaşa dâhil olma ihtimali olan İran ve Hizbullah’a mesaj vermek ve İsrail’in yalnız olmadığını göstermektir. İlk planda ABD ve batılıların yaptığı askeri yığınak işe yaramış ve İran ile uzantılarının savaşa doğrudan müdahalesi engellenmiş gibi görünüyor. Öte yandan geçen zaman içinde Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de İran yanlısı güçlerin, ABD’nin bölgedeki askeri güçlerine karşı saldırılarını artırdığı görülüyor. ABD ise buna karşılık cevap vermekte gecikmiyor. Bu kısır döngü İsrail Filistin açmazının bölgesel ölçekli yeni boyutlar kazanma ihtimalini arttırıyor.

İsrail Filistin krizi bağlamında dikkat çeken diğer bir gelişme ise Türkiye’nin üstlendiği rolle ilgili. Türkiye bu krizden de nemalanmak ve İsrail Filistin çatışmasını bir fırsata çevirmek için bütün imkanları kullanıyor. Türkiye, İsrail Hamas çatışmasında önce ateşkes sağlamak için arabulucu rolünü üstlendi, ardından tarafların elindeki esir ve tutukluların takası konusunda bir rol oynamak istedi.

Öte yandan iç kamuoyunu ajite etmek için başvurduğu Filistin kardeşliği hamaseti ve İsrail düşmanlığı Türkiye’yi arabuluculuk rolü oynamak bir yana onu hızla savaşın bir tarafı haline getirdi. Türkiye şu ana kadar İsrail’e karşı somut bir askeri, ekonomik ve diplomatik yaptırıma gitmezken, iç kamuoyuna gaz vermek ve içerde milliyetçilik ve şovenizmi pompalamak için Filisin meselesini azami düzeyde istismar etmeye devam ediyor.

Öte yandan dünya kamuoyunun İsrail Filistin krizine odaklanmasını bir fırsat olarak gören Türkiye özellikle Suriye Kürt Bölgesi’ndeki askeri operasyonlarına son dönemde hız vermiş durumda. Türkiye son birkaç ayda Suriye Kürt Bölgesi’ndeki enerji tesislerini yoğun bir bombardımana tuttu, ekonomik alt yapıyı tahrip etti, yaşamsal ekonomik kaynaklar işlemez hale getirildi.

Başka bir ifade ile İsrail Filistin krizi dünyanın ilgi odağına yerleşirken, dünyanın Kürt meselesine olan ilgisi azaldı. Bu tablonun Kürtler bakımından olumsuz sonuçlar doğurduğu açık. Ne varki savaşın seyri ve bölgesel ölçekte gelişmesine bağlı olarak İsrail Filistin savaşı bölgede Kürt meselesini derinden etkileyen yeni bir siyasi denklem de yaratabilir. Savaşın zamana yayılarak uzaması İran ve ona bağlı güçlerin güç kaybetmesine, ABD’nin bölgeye daha çok odaklanmasına ve Kürtlerin Batı nezdindeki konumunun ön plana çıkmasına yol açabilir.

Güney ve Doğu Kürdistan’da Kürt kazanımlarına dönük artan tehditler

İran’daki teokratik rejim, 2022 yılının son çeyreğinde Kürd kadını Jîna Emini şahsında başlayan ve Jîn, Jîyan, Azadî şiarı ile kısa sürede İran’ın tümüne yayılan direnişin tekrarlanma ihtimaline karşı 2023 yılında Doğu Kürdistan siyasi güçleri üzerindeki baskılarını artırdı. Binlerce Kürt devrimcisini idam ederek Kürt halkının özgürlük iradesini kıramayan gerici mollalar rejimi Kürd ulusal güçlerine karşı topyekûn bir saldırıya geçti. Bir yanda Güney Kürdistan’da bulunan Doğu Kürdistan Parti kamplarını bombalarken öte yandan Kürdistan siyasi partilerinin halkla ilişkilerini keserek toplumdan izole etmek için Bağdat ve Hewlêr nezdinde diplomatik atağa geçti. İran rejimi, Kürdistan Demokrat Partisi ve Komela örgütüne bağlı peşmergelerin sınırdan çekilmesi ve ardından silahsızlandırılması, Kürt lider kadrosunun İran’a iade edilmesi ve Doğu Kürdistanlı mülteci kamplarının Güney Kürdistan’dan Irak’ın uzak ve çöl bölgelerine aktarılması için Bağdat ve Hewlêr’e ültimatom verdi.

Rejimin bu hamle ile amacı Doğu Kürdistanlı siyasi parti ve kadroların halkla ilişkilerini koparmak ve yeni bir toplumsal direnişin önünü kesmekti. İran rejiminin söz konusu askeri ve diplomatik müdahaleleri Doğu Kürdistan Partilerine bağlı peşmergelerin sınırdan çekilmesiyle sonuçlandı. Ancak Hewlêr Kürd hükümetinin dirayeti ve direnişi sayesinde İran rejiminin diğer beklentileri ise karşılıksız kaldı. Gelinen aşamada Doğu Kürdistan partileri bakımından bir duraksama ve geri çekilme söz konusu olsa bile, rejimin arzuladığı plan hayata geçirilemedi.

Görünüşteki sessizliğe rağmen Doğu Kürdistan halkı yeni bir direniş için içten içe kaynıyor. Bir yanda Kürdistan Partilerinin İran’daki diğer muhalefet odaklarıyla ortak ittifak yönündeki girişimleri devam ederken, diğer tarafta bölgesel gelişmeler Doğu Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi için yeni ufuklar açmaya aday.

Benzer şekilde Irak’taki ırkçı ve mezhepçi yönetim Kürdistan Bölgesi’nin siyasi, hukuki ve anayasal statüsünü aşındırmak ve ortadan kaldırmak için 2023 yılında saldırılarını daha da artırdı. Kürdistan Bölgesi bütçe payını kısma politikası ısrarla sürdürüldü, Hewlêr’in petrol ihracatına karşı olumsuz tavır korundu. Kürdistan Bölge Yönetimi dışındaki Kerkük ve diğer bölgelerde Araplaştırma politikası sürdürüldü. Bu koşullarda Irak genelinde (Kürdistan bölgesi hariç) gerçekleşen vilayet seçimlerinde Kürdistan partileri KYB ve KDP Kerkük ve Musul’da arzulanan sonuçları elde edemedi. Bu tablo Anayasa’nın 140. maddesini zora soktuğu gibi Kürtlerin Bağdat’a karşı ellerini zayıflattı.

Öte yandan Kürt kamuoyunun yoğun baskısı sonucu Kürdistan Bölgesi’ndeki temel sorunların çözümü için KDP ve KYB arsındaki görüşme trafiği artmış bulunuyor. KYB ve KDP dışındaki siyasi partilerin katılımıyla bu görüşme trafiğinin olumlu yönde sonuçlanma ihtimali artmış durumda. Elbette bu konuda en büyük sorumluluk KDP ve KYB’ye düşmektedir. 25 Şubat 2024 tarihte yapılması öngörülen Kürdistan Parlamento seçimlerinin sağlıklı ve başarılı bir şekilde yapılması her iki partinin yapıcı ve sorumlu işbirliğine bağlı.

Kürdistan Bölgesi’nde ortak bir peşmerge gücünün oluşturulması sürecinin hızlandırılması, bölgedeki ekonomik sorunların düzene girmesi, çalışanların maaşlarının düzenli ödenmesi, Bağdat ile bütçe ve petrol uyuşmazlıklarının giderilmesi. 140. Madde kapsamındaki bölgelerde Araplaştırma politikasının durdurulması, ortak bir diplomatik aklın geliştirilmesi gibi hayati sorunlar bir an önce çözüm bekliyor. Bu konuda en büyük sorumluluğun ise bölgenin iki başat aktörü KDP ve KYB’ye düştüğü açık.

Türkiye’de derinleşen kriz ve artan Kürt karşıtlığı

14-28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin normalleşmesi ve rahat bir nefes alması beklentisi gerçekleşmedi. Türkiye’de yakın gelecekte bir değişim umudunu zayıflattı. Ülkedeki ekonomik, siyasi, diplomatik, ahlaki kriz artarak derinleşiyor. Türkiye’de yaşanmakta olan çoklu krizin temelinde Kürt meselesinde izlenen inkar ve çatışma politikasının olduğu açık. Kürt meselesinde inkar ve şiddet politikasında ısrar edildikçe Türkiye’nin açmazları derinleşiyor. Mevcut iktidar ise Kürt meselesinde yeni bir arayışa girmek yerine toplumu kutuplaştırarak mevcut krizi körüklüyor. AKP-MHP iktidarı toplumdaki ırkçı ve şoven duyguları kışkırtarak ve Kürt karşıtlığını yükselterek milliyetçi Türk kesimini konsolide etmeye çalışıyor.

Türkiye’de son dönemde Kürt halkının ulusal, kültürel ve tarihi değerlerine karşı artan bir saldırı söz konusu. Son olarak ırkçı şoven kesimlerin saldırılarına 1925 Kürt başkaldırısının lideri Şeyh Said hedef oldu. 2011 yılında dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Şeyh Said ismini verdiği bir bulvarın yapımının yeniden gündeme gelmesiyle söz konusu saldırılar iyice arttı. Bu durum elbette nedensiz değil. Çünkü Şeyh Said Kürt halkının ulusal özgürlük talebinin sembolü olan bir değer. Şeyh Said cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan Kürtlerin inkar ve yok etme siyasetine karşı çıkmış ve bu uğurda hayatını vermiş ulusal Kürt lideri. Şeyh Said’e saldırmakla ırkçı şoven kesimler Kürt halkının tümüne saldırmış oluyorlar.

Öte yandan Kürt halkının ulusal değerlerine yapılan her saldırı beklenenin aksine sonuçlar doğuruyor. Şeyh Said’e yapılan seviyesiz ve düşmanca saldırılar Kürt toplumunda geniş bir tepkiye yol açıyor. Kürtlerin bütün siyasi ve dini kesimleri Şeyh Said’e yapılan saldırılara karşı ortak tepki göstererek birleşiyor. Başka bir ifade ile Kürtlere ve bu halkın değerlerine yapılan her saldırı Kürtlerin ulusal değerler etrafında daha çok kenetlenmesine yol açıyor.

Türkiye’de Kürt düşmanlığı son dönemde daha çok görünür bir hal aldı. 1980’li yıllarda Diyarbakır Cezaevi, namı diğer 5 Nolu Cezaevi’ndeki katliamın baş celladı Esat Oktay Yıldıran’ın isminin İzmir Buca’da bir okula verilmesi hortlayan Kürt karşıtlığının son örneklerinden biri. İlginç olan söz konusu adımın, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin bir hafıza müzesine dönüştürülmesinin gündemde olduğu bir süreçte atılmış olması. Mevcut iktidar bir yanda Kürt kamuoyunun yoğun baskısı ve yaklaşan yerel seçimler nedeniyle Diyarbakır Cezaevi’nin müze talebini gündeme getirirken, diğer yandan Kürt katliamının en önemli cellatlarından birinin isminin İzmir’de bir okula verilmesinde beis görmüyor. Şeyh Said’e yapılan saldırıda olduğu gibi, Esat Oktay Yıldıran’ın isminin bir okula verilmesi olayı da Kürt vicdanını ayağa kaldırdı ve bu tepki karşısında iktidar söz konusu adımı geri aldı.

Şurası gerçek, Türk siyasetinin farklı kesimleri Kürt düşmanlığında çok kolay ortaklaşabiliyor. Söz konusu Kürt düşmanlığı olunca muhafazakarı, kemalisti, ulusalcısı ve dindarı ile bütün ırkçı kesimler bir anda birleşiyor.

Türklük, teklik, inkarcılık ve ırkçılık üzerine inşa edilen Türk devlet anlayışı Kürtlerin ulusal özgürlük taleplerini kendisi için bir tehdit-beka sorunu olarak kodluyor. Kürt halkının özgürlük talebi ırkçı ve şoven kesimleri korkutuyor. Son yıllarda Türkiye’deki iktidar anlayışının her adımına Kürt korkusu damgasını vuruyor. Kürt korkusu Türk toplumunun zehirlenmesine ve her fırsatta Kürt düşmanlığı esasında tepkiler geliştirmesine yol açıyor.

Roboski Katliamı’nın yıldönümü vesilesiyle gündeme gelen katliam görüntülerine ilişkin Türk ırkçılarının ortaya koyduğu refleksler, Kürt korkusunun ırkçı ve şoven kesimde yol açtığı ahlaki, vicdani ve insani çöküşün boyutlarını göstermesi bakımından çarpıcıdır.

Gelinen aşamada, sistemli baskı, hukuk dışılık ve hoyratlık Kürt toplumunun belirli ölçülerde kabuğuna çekilmesine, sokaktan çekilmesine ve sesinin kısılmasına yol açmış olabilir. Kimse bu tablodan farklı sonuçlar çıkarmamalı. Diyalektiğin etki tepki yasası bir kez daha ve kusursuz bir şekilde hükmünü icra ediyor. Türkiye’de çığırından çıkan Kürt karşıtlığına dayalı ırkçı ve faşizan dalga Kürtlerdeki ulusal bilincin gelişmesinde çarpan etkisine yol açıyor. Baskı, inkar, ötekileştirme politikası kendi karşıtını doğuruyor. Toplumda görülen içe kapanma durumuna karşın Kürt toplumunda içten içe bir öfke ve tepki yoğunlaşarak birikiyor. Başka bir ifadeyle Kürtlük bilinci, ulusal uyanış, ulusal değerlere sahiplenme geçmişte olmadığı kadar artıyor.

Başka bir ifade ile yaşanmakta olan tam bir kısır döngüdür ve Kürt karşıtlığının bir çıkmaz yol olduğunun göstergesidir.

Korkunun ecele faydası yok. Kürtler uyanıyor ve özgürlük arzusu ve bilinci her geçen gün daha da artıyor.

31 Mart Yerel Seçimlerini fırsata dönüştürmek

Türkiye, yukarıda kısaca çerçevesi çizilen koşullarda yerel seçimlere gitmeye hazırlanıyor. Yerel seçimlerde ortaya çıkacak sonuçlar bir iktidar değişimine yol açmayacak, ancak Türkiye’nin yakın geleceği bakımından önemli etkiler ortaya çıkartacak potansiyele sahip.

31 Mart Yerel seçim sonuçları en çok Kürtleri, Kuzey Kürdistanı etkileyecek bir süreç olarak işleyecektir. Yerel seçimler doğrudan doğruya yereli ilgilendiren, yerinde yönetim olması anlamında halkla iç içe olmayı ifade eder. Bu nedenle yerel seçimlerde belirlenecek yönetimler halkın kendi kendisini, kendi kaderini kendisi tarafından belirlenmesi anlamına gelir

Bu durum, Kürt siyasi aktörlerinin yerel seçimlerde sonuç alıcı ve kapsamlı bir seçim işbirliğini örmeyi yakıcı hale getirmektedir. Farklı eğilimlere sahip Kürt siyasi aktörleri farklılıklarını ve özgünlüklerini koruyarak demokratik hak ve özgürlükler temelinde bir seçim işbirliğinde bir araya gelebilir. Böylesi bir kapsamlı seçim işbirliği Kürt halkı için önemli bir güven ve moral kaynağı ve güçlü bir cazibe merkezi oluşturabilir. Böylesine çoğulcu, çok sesli ve çok renkli bir Kürt seçim bloku gelecekte daha kalıcı işbirliği ve ittifakların da zeminine dönüşebilir.

Kürdistan’da yerel seçimlerin ikili bir öneminden söz edilebilir. Bunlardan ilki her ilin, ilçenin, beldenin yönetiminin oradan yaşayanlar tarafından belirlenmesi ve yürütülmesidir. Daha da önemlisi Kürdistan’da yerel yönetimler Kürtlerin Ankara’dan özerkleşmesi ve kendi kaderini kendi eline alması demektir. Böylesi bir süreç Türkiye siyasal sisteminin katı merkeziyetçi bir yörüngeden ademi merkeziyetçi rotaya girmesi anlamına gelir ki bu siyasal sistem bakımından radikal bir dönüşümü ifade eder. Türkiye’de mevcut sistemin federalizm yönündeki değişimi bakımından yerel yönetimler önemli bir role sahiptir.

Kürdistan’da her yerel yönetim meclisi birer yerel parlamento gibi çalışarak Kürt kimliğinin, Kürt dilinin yerel düzeyde resmileşmesine ve normalleşmesine yol açabilir. Yüzyıldır inkar edilen ve görünmezliğe mahkum edilen Kürt ve Kürdistan’a ilişkin bütün ulusal, tarihi, coğrafik, etnik, dini ve sosyal değerler yerel yönetimler eliyle yeniden gün yüzüne çıkartılabilir. Kürdistan’da coğrafik yerlerin, dağ, nehir, göl, orman ve vadilerin, köy, belde, kasaba, illerin Kürtçe isimlerine kavuşmasına yerel yönetim meclisleri öncülük edebilir. Yerel yönetimler eğitim, sağlık, imar, tarım, güvenlik hizmetlerinde Kürtçeyi ve onun değişik lehçelerini resmi dil olarak kabul edebilir. Tarihi binaların, mezarlıkların, sokak ve caddelerin Kürtçe isimleri iade edilebilir ya da bölgesel kültürel farklılıklara göre birden çok dilli olabilir.

Kürt Siyasi aktörlerinin oluşturacakları geniş bir seçim birliği sonucu bütün Kürt illerini kazanması Kürdistan’ın defakto olarak Kürtler tarafında yönetilmesi anlamına gelecektir.

Başka bir ifade ile 31 Mart seçimlerinde hem kentlerimizi hem de ülkemizi yönetebilme güç ve iradesine sahip olduğumuzu ortaya koyabiliriz.

Bunun için gerekli olan şey bütün Kürt siyasi aktörlerinin demokratik ve çoğulcu bir anlayış ve ulusal sorumluluk bilinciyle hareket etmeleridir.

Deng Dergisi, sayı: 131

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar