Türkçe | Kurdî    yazarlar
Veysel Göker: ‘Bir dil niye kanar’

2025-01-07

Ya güzel konuşun, ya da susun

“Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar? Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri.” Edip Cansever

Yarım asır önce, daha yatılı bölge okulunda okurken, geceleri arkadaşlarına Kürtçe masallar anlattığı için şiddete maruz kalan Muhsin Kızılkaya’yı annesi şehre gelip ziyaret eder. Biricik kıymetlisini kucaklayıp onunla Kürtçe konuşur. Onları dinleyen “sarkık bıyıklı” bir öğretmen, elindeki kalın zincirle çocuğu annesinin gözleri önünde öldüresiye döver.

Kızılkaya’nın annesi o gün Türkçeye sonsuza kadar küser. Kızılkaya ise, Türkçeyi o öğretmenden daha iyi öğreneceği günlerin hayalini kurarak hırslanır.

Türkçeye, ana dili Kürtçe kadar hâkim olmakla kalmayıp, onlarca kitabın yazarı ve çevirmeni olarak Kürtçenin olduğu gibi Türkçenin de eşsiz bir yazarına dönüşür zamanla.

Yaşar Kemal’in, Mehmet Uzun’un, Çetin Altan’ın, Orhan Pamuk’un ve daha birçok yazar ve edebiyatçının divanhanesinde yerini alır.

Halepçe katliamı sonrasında savaş cephesinde, Mesud Barzani ile ilk röportajın ona nasip olması, ondaki azim ve kararlılığın zaferi olmuştu.

“Bir Dil Niye Kanar” yolculuğu, Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirindeki mendil metaforu ile başlar, hayatın değerinin özgürlükten mahrum olduktan sonra ortaya çıktığını, Hakkari ve Diyarbakır Cezaevleri metaforları ile devam ettirir.

Bir halkın küstürülmemesinin ipuçlarını göstererek halkların kardeşliğinin de ötesinde, halkların sevgililiğinin nasıl nakşedilmesi gerektiğini özetler hikayelerde. Öyle bir anlatım şekli vardır ki; edebiyatın büyüsü ile ebedi hafızada yerini alır kelimeler.

Tanrı’nın kitapları söz ile başlar. “Önce Söz vardı,” der İncil; Kuran’da ilk ayet de “Oku”dur. Okunacak olan sözdür. Söz, Tanrı’nın kelamıdır.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı tartışma ile başlayan İmralı görüşmelerinin ilk evresinin şafağına, Muhsin Kızılkaya’nın “Bir Dil Niye Kanar” kitabının damgasını vurduğunu öğrendiğimde “Su çatlağını buldu” dedim kendi kendime.

Onun da ölüm fermanı boynundaki hamayilin içindeydi hep. Edebiyattan çok uzakta olan birileri, Mehmet Uzun’a roman, dil ve estetik üzerine kalın kalın laflar ettiğinde oradaydı. Kendine aşkı yasaklamış bir militan, kalkıp aşktan, sevgiden, edebiyatın inceliklerinden falan bahsettiğinde sadece susmuştu. Çünkü o ve geldiği gelenek, “Benim mekânım öldüğünden habersiz insanların yaşadığı bir mezarlık olmamalıydı,” diyenlerin geleneğiydi. Mehmet Uzun da aslında kendisini görmüştü.

2015 genel seçimlerinde Mersin’de, benim de içinde bulunduğum arabada, saksıya gizlenmiş çiçek süsü verilmiş bombalı saldırıdan kıl payı kurtulmuştu. Seçim çalışmalarında defalarca saldırı ve suikast girişimi olmasına rağmen, mütevaziliğini ve soğukkanlılığını korumuştu. Hiç kimseye hiçbir sebeple küsmemişti.

IŞİD’in Suruç katliamına ilk koşan Muhsin Kızılkaya ve Mazhar Bağlı olmuştu. Orada onları linç etmeye çalışan bir güruh ortaya çıkmıştı. Yine küsmemiş ve kırılmamıştı.

Evet, onların mekânı öldüğünden habersiz insanların yaşadığı bir mezarlık değildi. Yangına karınca misali bir katkısı olan herkesin konuşması, konuşmaması gerekenlerin susması lazımken, hiç kimse üzerine düşeni yapamamıştı. Susmamışlardı, Kürtlerden, Kürtçeden çok uzakta olanlar susmamıştı ve kalın kalın laflar etmiştiler. Peygamber bile, Sılm’e (İslam’a-Barışa) inanlara “Ya güzel konuşsunlar ya da sussunlar” diye buyurmuştu.

2015 yılında Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, HDP heyeti ile görüşme yapmıştı. Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ’ın başkanlığında HDP heyeti ile Barzani'nin konakladığı otelde gerçekleşen görüşmede, Yüksekdağ'ın yanı sıra Ağrı Milletvekili Leyla Zana, Urfa Milletvekili Osman Baydemir, Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk ve HDP Genel Başkan Yardımcısı Nazmi Gür yer almıştı. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, hendeklerin kapatılmasını isteyen Barzani'ye, "AKP istifa edene kadar sokaklarda direnmeye devam edeceğiz. Bu sorun Türk halkının iç meselesidir, dışarıdan müdahale etmenizi kabul etmeyiz" yanıtını vermişti.

Devamında birkaç gün sonra Nursel Aydoğan, Twitter hesabından paylaştığı mesajında, “Dün Sayın Barzani bağımsızlık dedi. Cümle ses yok. Ama Rojava’da özerklik için tehditler yağdırıyorlar. Bu iki yüzlü AKP politikasını görün” diye tweet atmıştı.

Susması gerekenler susmamış, konuşması gerekenleri o baskıcı üslupları ile susturmuşlardı. Mesele onların meselesi olmamasına rağmen rol çalma ustalıklarını göstermişlerdi. Bir nevi etki ajanlığı kasırgası içine hapsedilmişti gündem. Bir daha çıkılamadı o kasırgadan, ta ki Bahçeli’nin sözlerinin gündem olmasına kadar.

Bu Zemheri ayazının şafağında DEM Parti heyeti adına Sayın Ahmet Türk, Pervin Buldan, TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in İmralı görüşmelerini başlatması ile birlikte, rol kapma yarışı içine giren klik yine devreye girdi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’a umut hakkının, hatta Meclis’te konuşmasının zeminin tartışıldığı bir süreçte, Tülay Hatimoğulları'nın, DEM Parti heyetinin İmralı'da yaptığı görüşmenin ardından yaşanan gelişmelere ilişkin olarak, "Bu tarihsel kırılmada ya pozitif bir şekilde kırılma gerçekleşecek, barışı inşa edeceğiz; ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek ve her yer Gazze olacak” ifadesinin, Bafıl Talabani ile görüşmesi sonrasında olması oldukça düşündürücüdür.

Yine susması gerekenler susmamış, konuşması gerekenleri susturmaya çalışmanın o baskıcı dili yine ortaya çıkmıştı.

Susmuyorsanız eğer, güzel konuşun. “Her yer Gazze değil, Stockholm ve Paris olacak” diyebilirsin.

Ya güzel konuşun ya da susun. Susmakta hayır vardır.

Rudaw

BASINDAN