Türkçe | Kurdî    yazarlar
Arzu Yılmaz: ‘Demir Yumruk’ Gölgesinde ‘Türk-Kürt Kardeşliği’

2025-01-04

Öcalan, ‘Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır’ demiş. Yani hemen bir ‘demokratik bir dönüşüm’ beklemeyin ama en azından ‘kılavuz’ yola çıktı diyor. Bir bakıma kervan yolda dizilecek, anlaşılan.

Bundan üç ay önce, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yeni yasama yılının açılış töreninde DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşmasıyla başlayan gelişmelerin ne anlama geldiğine ilişkin muğlaklık nihayet ortadan kalktı.

Her şeyden önce, adı hala konmamış olsa da süreç artık başladı. Üstelik bazı konularda belli ki mutabakat da sağlandı. Aksi halde, ne DEM milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’yı ziyareti ne de PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yol haritası niteliğinde bir mesaj paylaşması söz konusu olurdu.

Bu bağlamda, KCK’den yapılan açıklamaya dayanarak PKK’nin de bu mutabakata pekala dahil olduğu söylenebilir. Zira Öcalan’ın bir önceki mesajında öne çıkarılan ‘tecrit devam ediyor’ vurgusu ve DEM milletvekili olmasına rağmen Ömer Öcalan’ın ziyaretinin bir ‘aile görüşmesi’ olarak kategorize edilmesi, ortada bir müzakere olsa bile henüz bir mutabakat olmadığını gösteriyordu. Şimdiki durumda en azından asgari müştereklerde buluşulduğu anlaşılıyor.

Zaten sürecin başlayacağına dair işaretler bir kaç gün öncesinden de gelmişti. Örneğin, Mazlum Kobani ve Murat Karayılan, daha önceki açıklamalarının aksine, PKK’lilerin Suriye’de bulunduğunu dolaylı da olsa kabul ederek ‘ayrılabileceklerini’ söyledi. Kobani’nin Türkiye-Suriye sınırında ‘silahlı güçlerden arındırılmış bölge’ oluşturma önerisi ise bir mutabakata değilse bile müzakerelere ilişkin bir fikir veriyordu. En son, Rojava Yönetimi ve Şam’daki yeni yönetim arasında bir görüşmenin gerçekleşmesi de bu işaretlerden biri sayıldı.

Ve 29 Aralık’ta açıklanan Öcalan’ın yedi maddelik mesajı ile mutabakatın genel çerçevesi de ortaya çıktı. Görüldü ki, Öcalan da tıpkı Erdoğan ve Bahçeli gibi ‘Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmenin’ Ortadoğu’daki gelişmeler nedeniyle ‘aciliyet’ kazandığını düşünüyor. Dahası, Öcalan da adını koymadan ‘sorunun’ ‘dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye’ çalışıldığını vurguluyor. Diğer yandan, TBMM’nin sürecin yürütüleceği ‘zeminlerden biri’ olması ve ‘tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması’ konularında da bir görüş ayrılığı yok.

Hepsinden önemlisi Öcalan, ‘Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim’ diyor.

Söz konusu paradigmanın ne olduğunu ise resmi görevi her ne kadar Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı olsa da adeta bir ‘Ulusal Güvenlik Danışmanı’ gibi Saray sahnesinde arz-ı endam eden Mehmet Uçum’dan öğrendik: ‘Son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli bir ‘dış Kürt sorunu’ üretildi. Bu proje “etnik kimlik=milli kimlik=bağımsız (manda) devlet” formülüne dayandırılıyor. Bu, nesnel bir Kürt sorunu değildir. Emperyalist dayatma olarak Türkiye'den toprak kopartıp Ortadoğu'da bir manda devlet kurma çabasıdır. Buna karşı 1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif “Milli Birlik ve Kardeşliği Güçlendirme ve Terörsüz Türkiye” hedefidir.

Yani, kaldığımız yerden ‘durmak yok yola devam’….

Zira İmralı Süreci de ‘Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Türkiye Kürtlerle büyüyecek’ demiyor muydu?

Gerçi ‘devlet’ bu kez el büyüterek yola devam etme kararı vermiş de denilebilir. Çünkü artık hedefin yalnızca Ortadoğu’da büyümek olduğu daha net ifade ediliyor. Yine Uçum’a göre zaten; "Türkiye'nin ‘iç Kürt sorunu kalmamıştır. Amaç sadece ‘Emperyalizmin dayattığı ve Türkiye'yi bölmeyi hedefleyen 'dış Kürt sorunu’nu çözmek.

'Bu haliyle, Öcalan’ın da neden adını koymadan ‘sorunun’ diye bir gönderme yaptığı anlaşılıyor aslında, en azından benim için. Doğrusu, bu durum söylenenler pek de aklına yatmadığında Kürtlerin ‘Ere, ere…’ yani ‘he, he…’ demesini hatırlatıyor bana…

Yanlıyor da olabilirim. Fakat gelişmelerin İmralı süreciyle benzerliğine dayalı olarak, eğer kaldığımız yerden devam ediyorsak başlangıç noktası 28 Şubat 2015’te ilan edilen Dolmabahçe Mutabakatı olacaktır beklentisi hayli yüksek, ki o mutabakat ‘dış Kürt sorunu’ndan çok ‘iç Kürt sorunu’na dairdi.

Ama Uçum’a göre o konuda yapılması gerekenleri zaten ‘Erdoğan Devrimi’ yaptı. Kaldı ki, Uçum’a göre ‘Devlet illa birtakım şeyleri bazı yerlerle müzakere ederek yapmak zorunda [da] değil’.

Devlet hükmü verdi, karar kati: ‘Türkiye’nin Kürtlerinin bir statü sorunu ve dolayısıyla statüye dayalı tarif edilecek bir hak yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkiye halkının tüm unsurlarının olduğu gibi Kürtlerin de Milli Devletidir’.

‘Türkiye; coğrafi yapı, nüfus dağılımı, toplumsal içiçelik, inanç birliği, tarihsel ve kültürel ortaklıklar gibi ana özelliklerin bileşkesi olan nesnel gerçeklik sebebiyle bölgesel yönetimli veya federatif seçeneklere de kapalıdır’.

"Türkçenin egemen ve birleştirici tek dil olmasının zorunlu sonucu ve değişmez, değiştirilemez kuralı olarak Devletin dili, yani resmi dil Türkçedir"

Bu bağlamda, Uçum’un açıklamalarından anladığım en fazla yapılacak olan Kürtçe’nin seçmeli ders, siyasi propoganda, yayın gibi alanlardaki mevcut kullanımını ‘yeni anayasada gerekli düzenlemeler de yapılarak… anayasal güvenceler’e kavuşturulmasıdır’.

Bu çerçevede, Uçum Kürtlere düşeni de yazmış: ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahiplenmeleri hem hakları hem yükümlülükleridir’.

Nihayetinde, Uçum hükmü, hakkı ve yüklülükleri açıkladıktan sonra ‘hayallere’ de sınır çiziyor ya da sınırları zorluyor da denilebilir:

‘Türkiye’nin sağlayacağı bu iç birlik ve güçlendireceği iç ve dış cephe Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi bölgede Türklerin, Arapların ve Kürtlerin bu yüzyıldaki bütünleşmesini başlatabilir ve Türkiye’yi her manada bölgenin belirleyici gücü haline getirebilir’.

Hangi bölgenin?

Uçum onu da söylüyor:'Merkez Afro-Avrasya’nın…

Yok yok Mars’ta filan değil, bizim bildiğimiz dünyadaki ‘Orta-Doğu’nun….

Şu, Cumhurbaşkanı Erdoğan baktığında Türkiye’yi ‘Türkiye’den büyük’ gördüğü Ortadoğu…

Sakın ola ‘olacak iş değil’ demeyin zira Erdoğan’ın mesajı net: ‘Bu sürecin suhuletle, karşılıklı iyi niyet ve anlayış içinde yürümesi için her türlü gayreti gösteriyoruz ama gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz’.

Yani, Ziya Paşa gibi diyor ki ‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’…

Yeni-Osmanlı ya kendileri, usulleri de Osmanlı’dan miras…

Gerçi belli ki henüz ortakları Bahçeli’yi bile ikna edememişler. Baksanıza yayınladığı yılbaşı mesajında Bahçeli hala ne diyor: ‘Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğü tartışma kabul etmeyen bir konudur”…

Vallahi benden söylemesi, bak ‘köteklerim’ diyor…

***

‘Beyler lütfen ciddi olun’ demek geldi içimden…

Zira benim gibi bir ‘sürtük’ için bile bu kadar ciddiyetsizlik çok fazla….

Neyse ki Öcalan, ‘Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır’ demiş…

Yani hemen bir ‘demokratik bir dönüşüm’ beklemeyin ama en azından ‘kılavuz’ yola çıktı diyor…

Bir bakıma kervan yolda dizilecek, anlaşılan…

Hadi hayırlısı…

Artı Gerçek

BASINDAN