2025-01-06
Gassal’da İslami bir birey kurma çabası var. Kuruluş’un ya da Payitaht’ın muktedir kahramanlarına benzemiyor, çünkü - kim ne derse desin - kahramanlar çoğunlukla birey değildir, onlar toplumsal tutkuların manzarasıdır. Kusurdan münezzeh değilseler bile trajedinin tahtına oturmadan acz durumuna düşmezler. Ancak Gassal karakteri tam olarak korku duymayı bile beceremiyor. Galiba modern bir derviş hayal ederken ihtirasları yontulmuş bir endişe korkuluğu ortaya çıkmış. Meşhur “Allah varsa trajedi yoktur” yorumunun silik bir temsili.
Yıllar önce, galiba Metin Üstündağ’ın çıkardığı Öküz dergisinde ölü yıkayıcı bir kadınla röportaj yapılmıştı. Kadın sözlerini “Yıkadığım herkese hakkımı helal ediyorum” diye bitirmişti.
Gassal dizisiyle ilgili haber ve paylaşımları okurken bu röportajı hatırladım. Dizinin ilk bölümünü de merakla izledim: Libidosuz, hikmetli söz dokunuşlarıyla dolu, naif bir güldürü. Prodüksiyon, oyunculuk ve metin bence isteneni başarıyor, isteneni veriyor. Üstünde durmak istediğim ilk kısım da bu istenen.
Dizilerden beklentim hoşça vakit geçirmeye değmesi, benim için Gassal bu ölçüyü karşılıyor. Tabii biraz da ‘Neymiş bu?’ merakıyla izlediğimi ekleyeyim. Ama dizinin çevresinde dönen tartışma ve iddia, üstüne büyük reklam kampanyası bundan fazlasını beklememiz gerektiğini gösteriyor. İşte tam da bu fazlasına bir bakmakta yarar var.
İktidara yakın siyaset uzun süredir dizileri ideolojik aygıt olarak görüyor. Bu kesimin ideologları sanırım dizilerin, kanaat inşası ya da toplumsal değerlerin işlenmesi noktasında haberlerden ya da saçı kırlaşmış beylerin akıl verdiği sıkıcı programlardan daha etkili olduklarını düşünüyor. Özellikle TRT yoluyla, başka ana akım kanallarda çıkan ve umulan değerler ajandasına pek de uymayan yapımlara alternatifler oluşturuluyor. Ana akım yayınları üstündeki denetim artınca özellikle genç kuşak denetimin daha gevşek olduğu platformlara kayıyor. Gassal sanırım bu platform tercihlerini değiştirmek için kurgulanmış. Yani Gassal öyle hoşça vakit geçirmek için izleyeceğimiz bir diziden fazlası, ya da öyle lanse ediliyor.
Benim için öncelikle ilginç olan bu dizinin sosyal medyada, sözde ‘kültürel iktidar’ savaşlarında bir rövanş hamlesi olarak ortaya çıkarılması. Hatta agresif savunucuları, Gassal’ın‘seküler’lerin dine (ve galiba halkın değerlerine) uzak kalışını eleştirdiğini söylüyor, bunu alkışlıyor. Sık paylaşılan bir sahnede sosyetik bir kadın zarif cenaze duvağının arkasından “İkindi derken?” diyor ikindi namazının ve cenazenin nasıl kaldırıldığını bilmediği için. Namazdan niyazdan dinden diyanetten habersiz mafyatik bir kara dul…
Geçmişte sol yazarlarca yaratılan bir ‘Köy İmamı’ klişesi vardı. Bu köy imamı tipleri cahil köylüyü ilerici jandarma komutanı ya da öğretmenin getirmeye çalıştığı aydınlanma karşısında direnmeye hatta ayaklanmaya kışkırtan işbirlikçi utanmazlar olarak resmedilirdi. Bu klişedeki aydın tiplemesinin de cılkı çıkalı çok oluyor, o kadar ki Cem Yılmaz’ın ‘Kooperatif Kemal’ parodisi bile insanları ancak küfürlü sahnelerde güldürebiliyor. Galiba gerici imamı klişesinin de son kalesi Yılmaz Erdoğan’dı.
Anlaşılan bu sefer bir seküler cahil tipi icat edilmiş ya da icat edilmeye uğraşılmış. Yalnız sosyetik cahil kadın karikatürü ne Türk sineması ne Türk tiyatrosu için yeni sayılır. En bildik örneklerine Lüküs Hayat’ta rastlanabilir, Yeşilçam da zaten bu tür değer çatışmaları üstüne kurulu güldürülerle doludur. Türk edebiyatına gelince… Felatun Bey’le Rakım Efendi’ye kadar götürülebilecek karikatürize bir ikiliğin suyunun suyu… Yakın dönem dizilerinde de bolca var. Avrupa Yakası mesela. Bu tipin İslami değerlerle sınanması da günümüz için yeni olsa bile mesela Türk edebiyatı için Cumhuriyet’e kadar sıradan bir konuydu.
Kuşkusuz bunlar popüler bir yapımın değerini değiştiren detaylar değil. Özellikle televizyon yapımları bu tür klişelerden bolca yararlanır. Böyle detayları eleştirmek bir aksiyon filmi izlerken “Üff yine mi tekme atacak?” demeye benziyor.
Dikkate değer başka bir nokta: Gassal dizisi belli ki yerli, milli ve çok kontrollü de olsa İslami değerlerin ışığında bir tema etrafında örülmüş. Aynı amaçla piyasaya sürülen işlerin çoğunlukla milliyetçi temaları işlemesine aşinayız. Gassal, Kuruluş Ertuğrul ya da Payitaht gibi meydan okuyan, çatışmacı bir hikayeye sahip değil. Yedi Güzel Adam örneğindeki ‘davaya adanmış’ şahsiyetleri de içermiyor. Bir ‘değerler’ anlatısında görmeyi beklediğimiz ana çekirdeği, yani ‘aile’ kavramını da ortaya koymuyor, sadece gözlemliyor- ki hatırlanırsa ‘seküler’ olarak etiketlenen ve belli değerlerin taşıyıcısı sayabileceğimiz eski yapımlar (Bizimkiler, Süper Baba) aile etrafında dönüyordu. Gassal’ın antitez olarak karşılarına çıktığını varsayabileceğimiz Kızılcık Şerbeti janrı zaten oldukça keskin aile çekişmeleri üstüne kuruluydu. Gassal ise tek, yalnız ve şairane bir karakter üstüne kurulmuş. Aile meselesiyle mesafeli. Toplumla çatışma içinde değil ama barışık da sayılmaz, sadece ‘seküler’ olanlarla değil kendine yakın gördüğü insanlarla da bazen sıkıcı biçimde uzayan bir didişme içinde. Gürlemiyor, söyleniyor, mırıldanıyor.
Şunu söylesek yanlış mı olur? Gassal’da İslami bir birey kurma çabası var. Kuruluş’un ya da Payitaht’ın muktedir kahramanlarına benzemiyor, çünkü – kim ne derse desin – kahramanlar çoğunlukla birey değildir, onlar toplumsal tutkuların manzarasıdır. Kusurdan münezzeh değilseler bile trajedinin tahtına oturmadan acz durumuna düşmezler. Ancak Gassal karakteri tam olarak korku duymayı bile beceremiyor; bir endişe halinde, toplumun önerdiği her şeye karşı soğuk, toplumu anlıyor (“Sigortalıyım”) ama anladığını beğenmekte zorlanıyor. Başkalarından çocukça bir düşmanlık görüyor. İstemeye gittiği kız onu bir punduna getirip tersliyor, bir suratına sövmediği kalıyor. Nadiren yardım etmeye ya da düzeltmeye kalkıyor bir şeyleri, ama silik, çabası yetersiz, homurdanmaktan ötesine geçmiyor. Galiba modern bir derviş hayal ederken ihtirasları yontulmuş bir endişe korkuluğu ortaya çıkmış. Sakıncalı olabilecek her şeyden arınmış, yanlış anlaşılmalar ya da ucu kapalı kuşkular ötesinde günahla teması yok denecek kadar kısıtlı, hiçbir hırsı olmayan, neredeyse hayatsız bir birey. Meşhur “Allah varsa trajedi yoktur” yorumunun silik bir temsili. İslami değerleri yükseltme gayretindeki yapımlarda örneğin tarikatlar hemen hiç işlenmiyor. Elbette tarihsel dizilerde hikmetli söz eden birileri olabiliyor, ama güncel bir tarikat düzenini ekrana getirmek seküler kesimden öte İslami kesim için büyük bir tabu gibi görünüyor.
Geçmişte, ideolojilerin ajandasında insan yetiştirmek büyük bir yer tutardı; sanatla ilişkili propaganda araçları da bu işe sürülürdü. Yüksek idealler için tasarlanan genç insanları nasıl unutabiliriz? Mehmet Akif’in ‘Asım’ örneği, Necip Fazıl’ın ‘bir gençlik’ diye andığı ya da Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta olanlar… Solun devrimci kişiliklerini de buna belki ekleyebiliriz. Aytekin Yılmaz’ın ‘Yoldaşını Öldürmek’ kitabında tarif ettiği, tek derdi devrim ve direniş olan ‘askeri kişilik’ gibi. Bunlara biraz yaşını almış ve gassallıkla geçimini sağlayanlar da dahil edilebilir mi? Emin değilim. Gassal büyük ideallerin adamı değil, evet, daha çok bir kanaat adamı- bu yönüyle kısmen ideolojik, ama rol modeli olduğu su götürür. Daha çok tam yetişmemiş gençler için, “onu izleyeceğine bunu izlesin” umuduyla hazırlanmış bir hikayeye benziyor.
Anlaşılan önümüzdeki yıllarda kültür müsabakaları kapsamında bu tür daha çok iş göreceğiz. Ancak kültür, özellikle sanat beklenmedik sonuçlara gebe bir alandır. Meseleye müsabaka gözüyle bakarsanız ringe çıkıp mertçe dövüştüğünüzü ve kazandığınızı sanabilirsiniz. Ama seyircinin tek gördüğü elleri kanlı acımasız bir canavar olabilir. Ya da finali zarif bir dansla bitirdiğinizi düşünüp selam verirken, seyircinin aslında sadece locadaki seçkinleri alkışladığını fark edersiniz.
Serbestiyet
BASINDAN