2025-04-08
19 Mart yargı eliyle siyasi mühendislik hamlesi sonrasında vaziyet şu: Erdoğan ve kurmayları başa dönmüş durumda. Durum 18 Mart’taki tabloyla neredeyse aynı. Hem de “yarışırsak kaybetmemiz mukadder” diye görülen İmamoğlu, en azından bugün itibarıyla ve formel olarak, oyundan düşürülmüş görünmesine rağmen.
Lenin’in meşhur çalışması ve Wilson’ın yine meşhur prensipleri sebebiyle daha ziyade milletlerle ilgili bir düstur olarak bellenmiş olsa da kendi kaderini tayin hakkı aslında modern toplumlarla, modernlikle ilgili. Rönesans’tan Fransız Devrimi’ne uzanan büyük bir maddi ve entelektüel sürecin sonucunda, toplumlar önce Avrupa’da sonra da hemen her yerde modernleşirken akıbetlerine yön verme “hakkını” da tanrının yeryüzündeki gölgesi olma iddiasındaki hükümdarlarından üzerlerine aldılar. Bu da şu demek: Kendi kaderini tayin hakkı milletlerden çok önce modern toplumların, cumhuriyetlerin düsturu olmuştu. Kendi kaderini tayin hakkını milletlerle ilgili bir düstur kılan modern tarihin “evrensel bir kazası” olarak cumhurun millete dönüşmesi oldu. Hülasa, kendi kaderini tayin etmek, milletlerin devletlere ya da başka milletlere karşı kullandığı bir hak olmazdan evvel, modern toplumların meşruiyetlerini cumhurdan almayan hükümdarlarından kurtulmak ve geleceklerine kendilerince karar verebilmek için icat ettikleri bir hak olarak ortaya çıkmıştı.
Kurmaylarıyla beraber Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını ve ardından yaşananları da bu çerçevede okumak gerekiyor. Geride kalan iki hafta içerisinde olan biten toplumun kendi kaderini tayin etme hakkını gasp etmeye yönelik bir hamle ve bu hamleye karşı söz konusu hakkı koruma girişiminden başka bir şey değildi. İktidarın ve yargının geride kalan on senede yaptığı onlarca benzeri hamleyi sessizce izleyen toplumun İmamoğlu’yla kurmaylarının tutuklanmasına karşı kendiliğinden, yaygın ve sürekli bir tepki vermesini, kendi kaderini tayin hakkının elinden alınmak istenmesine karşı çıkmanın mükemmel bir örneği olarak görmek lazım. İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı yoluyla görünenden başka bir gelecek kurabileceğine kani olan toplum, bu ihtimalin yargı yoluyla iptal edilmek istenmesine sertçe karşı çıktı. Olan biten bu.
Mühendislik ve Toplum
19 Mart’tan önce siyasi tablo aşağı yukarı şöyleydi: 31 Mart seçimlerinde CHP AK Parti’ye fark atarak birinci parti olmuş, Erdoğan’a verilen destek yüzde 35’in altını görmeye başlamış, “hangi partiye oy vermezsiniz” sorusuna verilen cevaplarda AK Parti birinciliğe yerleşmiş, ekonomi toparlanabilir olmaktan çıkmış, buna mukabil İmamoğlu CHP’nin 1,5 milyon üyesinden meşruiyet alarak aday olma yoluna girmişti. Bu tablo karşısında Erdoğan ve kurmayları belli ki şöyle hissetmiş: 2018’de Akşener, 2023’te Kılıçdaroğlu aday olmasa kaybedebilirdik, 2028’de kaybetmemiz mukadder.
Erdoğan ve kurmayları “İmamoğlu’yla yarışırsak kaybederiz” değerlendirmesinden şu iki sonuçtan birini çıkarabilirdi: “Kaybedersek, kaybedelim, demokrasilerde kaybetmek de var, kazanmak da” ya da “çok çalışalım da kaybetmeyelim”. Diğer deyişle, Erdoğan ve kurmayları 2028 seçimlerinde gelmekte olana demokratik olgunlukla, bir tür tevekkülle hazırlanabilirlerdi ya da gelmekte olanı değiştirmek üzere silkinmeyi deneyebilirlerdi.
19 Mart hamlesi üçüncü bir yolun tercih edildiğini gösteriyor: Yargı eliyle siyasi mühendislik. “İmamoğlu’na karşı yarışırsak kaybederiz” değerlendirmesinden “o halde İmamoğlu’nu yarıştan alıkoyalım” sonucu çıkarılmış belli ki. Erdoğan ve kurmayları, bugünden bakınca yanlış olduğu anlaşılan bir okumanın verdiği özgüvenle, ne silkinmeye ne demokratik olgunluk göstermeye ihtiyaç duydukları bir konfora, bir tür rahatlığa erişmişler gibi. 2015’ten beri yapabildikleri, Erdoğan ve kurmaylarına belli ki şöyle hissettirmiş: Silkinmeye de demokratik olgunluğa da gerek yok çünkü “yapabiliyoruz”. Silkinmekten, demokratik olgunluk göstermektense alırız İmamoğlu’yla kurmaylarını, alıkoyarız yarıştan İmamoğlu’nu, atarız İBB’yle CHP’ye kayyumu, itiraz eden bir iki sivri olursa, alırız onları da içeri, olur biter.
Ne var ki, gelen kuvvetli itiraz toplumun 19 Mart hamlesini iktidarın 2015’ten beri yaptıklarının bir benzeri olarak görmediğini, İmamoğlu’nun tutuklanmasını kaderini tayin etme hakkının, geleceği farklı kılma ümidinin gasp edilmesi olarak gördüğünü gösterdi. Hem de beklenmeyen bir öfke ve kararlılıkla. Nitekim bu öfke ve kararlılık sebebiyle olsa gerek başka zaman olsa polisle siyasiler ve aktivistlerin bir iki itişmesiyle sönüp gidecek tepkiler sertleşerek genelleşti. Yine bu öfke ve kararlılık sebebiyle olsa gerek İBB’ye ve CHP’ye kayyım atamak yargı eliyle siyasi mühendislik paketinden çıkarıldı, en azından şimdilik.
Başa Dönüş
19 Mart yargı eliyle siyasi mühendislik hamlesi sonrasında vaziyet şu: Erdoğan ve kurmayları başa dönmüş durumda. Durum 18 Mart’taki tabloyla neredeyse aynı. Hem de “yarışırsak kaybetmemiz mukadder” diye görülen İmamoğlu, en azından bugün itibarıyla ve formel olarak, oyundan düşürülmüş görünmesine rağmen.
Bugün itibarıyla tablo şu: CHP farkla AK Parti’nin önünde, Erdoğan’a verilen destek halen yüzde 35’in altında, “hangi partiye oy vermezsiniz” sorusuna verilen cevaplarda AK Parti birinciliğini koruyor, ekonomi toparlanabilir olmaktan daha da çıkmış, buna mukabil İmamoğlu CHP’nin 1,5 milyon üyesine ilaveten 15 milyon seçmenden daha meşruiyet almış durumda ve kendisi kullanamazsa bu meşruiyetini ‘emanetçisine’ aktarabilir. Diğer deyişle, bugün seçim olsa Erdoğan’ın İmamoğlu’na ya da ‘emanetçisine’ karşı kaybetmesi mukadder görünüyor.
Onca gürültünün sonrasında başa, ilk kareye dönmüş görünen Erdoğan’ın önünde şimdi yine kabaca üç yol var: Demokratik olgunluk göstermek, çok çalışmak ve siyasi mühendisliğe devam etmek. Başa, ilk kareye dönmüş olmanın getirdiği yorgunlukla pes etmeyi, kaderine razı olup, demokratik olgunluk göstermeyi seçebilir Erdoğan. “Yerime başkası yarışsın” ya da “yenmek de var yenilmek de” deyip İmamoğlu’na ya da emanetçisine karşı yarışmayı deneyebilir. Ya da mühendislikle olmuyor, siyasetle deneyelim deyip, siyaset yapmaya, seçmen tabanını genişletmeye çalışabilir Erdoğan.
Ancak hem siyaseten yapılabilir işlerin pek kalmadığını hem de demokratik olgunluk göstermeye çok yatkın olmadığını hesaba katarsak, Erdoğan muhtemelen 19 Mart’ı tekrar etmek, siyasi mühendislikle devam etmek isteyecektir. Ne var ki, önemlice bir sorun var: Siyasi tablo 19 Mart öncesiyle aynı görünmekle beraber siyasi iklim aynı değil. Bu kez şöyle bir durum var: Siyasi mühendislik teşebbüslerinin toplum duvarına çarpma ihtimali artık çok daha yüksek. Bu da, geri basılmayacaksa eğer, aday engelleme ya da aday sakatlamanın da ötesine geçen mühendislik adımları atmanın önünü açabilir.
Ümit edelim Erdoğan ve kurmayları önlerindeki ilk iki seçenekten birini kullansın. Ümit edelim Türkiye’de sivil iktidarların daha önce denemediği seçimleri geciktirme ya da yapmama türünden adımlar atılmaya kalkışılmasın.
Perspektif
BASıNDAN