Türkçe | Kurdî    yazarlar
Şeyhmus Diken: Mıgırdiç Margosyan üstadı unutmamak

2025-04-05

Margosyan 2 Nisan 2022'de aramızdan ayrıldı. Ben imza günlerimdeki partnerimi kaybettim. Samimi olarak diyeyim benim için fuarlardaki imzalar buruk geçiyor. Ama şunu tekrar vurgulayayım ömrüm var oldukça onun en azından yılda bir kez şehrinde anılmasına vesile olacağım…

Mıgırdiç Margosyan henüz 15 yaşında ve Diyarbakır’da ortaokul öğrencisi olduğu 1953 yılında, Anadolu ve Mezopotamya topraklarındaki diğer Ermeni çocuklarla birlikte bir Ermeni papaz tarafından anadilini öğrensin diye İstanbul’a götürülür.

Annesi ve babası ‘sen de git oğlum’ diyor. Kendi anadilini öğrenmek ve Ermenice eğitim görmek için İstanbul’a gidiyor. 15 yaşında bir çocuk olarak gidiyor aslında Diyarbakır ile olan bağı fiili olarak kopuyor, sadece yaz tatillerinde gelip gidiyor. 1960’lı yıllardan sonra ise, 90’lı yılların ortalarına kadar neredeyse hiç gelmiyor şehre.

Fakat 1988 yılında önce Ermenice sonra da Bebekusun Kitapları'nda yayımlanan ‘Gavur Mahallesi’ kitabı ile öyle bir edebiyat yaratıyor ki, sanki hiç Diyarbakır’dan ayrılmamış gibi…

Sadece Diyarbakır’daki Ermeni toplumunun hikâyelerini değil. Şehrin diğer sakinleri olan Kürtler ve diğer tebaa ile olan bağı 15 yaşındaki bir çocuğun hafızasına nakşolunan metinler üzerinden adeta yeniden yaşayarak yazıyor.

Bu, aslında bir anlamıyla tıkanan adeta kesintiye uğrayan Ermeni taşra edebiyatının İstanbul’daki Amira Ermenileri’ne ‘biz de varız, yok olmadık’ demenin hikâyesi gibi vukubuluyor. Mıgırdiç Margosyan’ı işte asıl bu pencereden okumak gerek…

Gavur Mahallesi kitabı 1980’li yılların sonunda ilk çıktığında Diyarbakır’da okuyan ilk kişilerden biri olduğumu söyleyebilirim. Üstatla tanıştığımda bunu kendisine de söylemiştim. Zaten o yılların suriçindeki Karınca Kitabevi'ne iki adet gelmişti ve ilkini ben almıştım, diğerini de önererek bir arkadaşın almasını sağlamıştım.

Onunla kurduğum dostluğun ölünceye kadar hiç kesilmediğini ifade edebilirim.

Her şeyden evvel çok duygusal bir insan olduğunu vurgulamalıyım. Margosyan’ın, Diyarbakır ile olan bağını eşi ve çocuklarının bana anlattığına göre; dünyanın herhangi bir yerinden bir davet geldiğinde ‘hele dur bir takvime, ajandama falan bakayım’ dermiş. Ama Diyarbakır dendiğinde  ‘aha beni memleketimden çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyim’ diyerek, bütün diğer işlerini bir kenara bırakıp Diyarbakır’ın davetine icabet ederdi.

Bunu zaten biz hep yaşadık, tanık da olduk bu şehirde. Geldiğinde, burada kendisi oluyordu Mıgırdiç Margosyan. Bu çok önemli bir şeydi, ana rahmine dönüş gibi düşünmeli bunu.

Hem zaten bu şehir sadece Kürtlerin şehri değil ki! Şimdi biz Kürtler olarak ‘Amed bizimdir’ diyoruz ama aslında bu şehir Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin, Êzidîlerin, Arapların, Yahudilerin, Rumların, Türkmen Alevilerin, yani bu şehir, burada yaşamış bütün toplumlarındır.  Biz, şimdi muktedir bir kültür olarak Kürt kimliği üzerinden bir okuma yapıyoruz ama Mıgırdiç Margosyan Ermeni kültürünün de burada var olduğunun ispat-ı vücuduydu adeta yazdıkları ve söyledikleriyle…

Margosyan’ın vefatıyla bu toprakların çok şeyi kaybettiğinin altını özellikle çizmeliyim. Mıgırdiç Margosyan bir kimlik ve simgesel kişilikti.

Diyarbakır Kitap Fuarı’na her geldiğinde en fazla kuyruğu, O’nun yer aldığı Aras Yayınevi standının önünde görürdünüz. Bir de İsmail Beşikçi‘nin imza standı önünde insanlar kuyruğa girerlerdi. Fakat Mıgırdiç Margosyan hep bir numaraydı. Çünkü o, bu kentteki kimliğini gizlemek zorunda kalmış şahsiyetlerin bir nevi kimlik ifşası, kimlik varoluşu gibiydi adeta. İmza günlerine gelenlerin arasında kitabını imzalatırken biraz da kısık sesle “Hocam benim de ninem Ermeni” diyenleri çok duydum.

Margosyan 2 Nisan 2022'de aramızdan ayrıldı. Ruhu şad û handan olsun. Ben imza günlerimdeki partnerimi kaybettim. Samimi olarak diyeyim benim için fuarlardaki imzalar buruk geçiyor. Ama şunu tekrar vurgulayayım ömrüm var oldukça onun en azından yılda bir kez şehrinde anılmasına vesile olacağım…

Yaşadığı zamanlarda onun için yazıp kitabıma da koyduğum bu şiiri, 2 Nisan'da da onun için düzenlediğimiz anmada okudum. Bir kez daha özlemle...

her gidiş yitiştir*

“vakitlerden bir vakit, gitmiştiniz bu diyardan, mahzun”

gittin

şimdi dönmek telaşındasın

velâkin her gidiş

dönüşün hüznüne gebe

bir şarkı vardı anımsarsın hani

Diyarbekir şad kar derdi ya!

Diyarbekir’i sorarsan şad akmıyor artık

senin bildiğin şehir şadumandı

şarkının sözlerindeki nağmelerde kaldı

Hançepek demiştin ya boşuna arama

gavuru gitmiş mahallesi kalmış (mı)

Marangoz Xaço vardı bir zamanlar

sen iyi bilirdin

hah tamam işte aynen o

şimdilerde yok

oysa ne de güzel ipek böcekçiliği yapardı

Suriçi’ndeki evinin avlusunda

mor menevşe mooor diye bağıranların gölgelerinde soluklandıkları

hercai menekşelerin sırdaşı dutlara da kıydılar usta

kozalar örülmeyen bu şehirde

böcek de kalmadı ipek de

kına yaksınlar münasip yerlerine

Balıkçılarbaşı’ndaki Daşçılar Kahvesi’nin yerinde yeller es(m)iyor

ne taş kaldı bu şehrin teşkalesinde

ne de taşı nakış gibi işleyen Ermeni,

Süryani ustalar

‘eskiler alıram’ nidalı ünlemelerinin

ses verdiği

Daracık küçelerin sakinleri Moşeler gidince

İğneli beşik muhabbeti de bitti

karışacak Moşê de kalmadı bu şehirde

sürdüler telkâri ustası kadim kardeş Süryanileri

sonra da “mehlemız doli Süryani” dediler

yalan…

külliyen yalan usta

mahlemizde yok Süryani

Süryanisiz anadan üryan bu memleket şimdilerde…

gidenlerin ardından

“iyi ki gittiler” diyenler

timsah gözyaşı döküyor bugün

haberin var mı?

sen yine de bil öyle gel usta

giderken melül mahzun bıraktıkların

dönüşünde yok artık bilesin

sana kalan bir tutam hüzün bolca gözyaşı

bir de giderken ardında bıraktıklarını bulamamaktır.

*Mıgırdiç Margosyan’a

Mart-Nisan 2001, Diyarbekir

Bianet

BASıNDAN