7/1/2024
Konuk Yazar
Doğu-Batı ayırımının kökleri binlerce yıl öncesine uzanıyor.
Milattan önce 13. yüzyıldaki Truva savaşı, kimi kaynaklarda ilk Doğu-Batı savaşı olarak isimlendiriliyor.
M.Ö 5. yüzyılın Yunan-Pers savaşları, ikinci Doğu-Batı savaşı olarak kayda geçiyor.
Üçüncü büyük savaş, Makedonyalı İskender’in Perslerle yaptığı savaşlardır. İskender, İndus vadisine kadar uzanan toprakların tamamını ele geçirir, ancak Doğu-Batı karşıtlığı yerine Doğu-Batı sentezini esas alan Helen medeniyetini kurar.
Sonraki yüzyıllarda bu karşıtlık din savaşları olarak ortaya çıksa da, Doğu-Batı ayırımının tamamen göreceli olduğu, Roma imparatorluğunun doğu ve batı olarak bölünmesinden sonra bu ayırımın ortaya çıktığı, yüzyıllarca Hristiyan dünyasının kendi içindeki bir ayırım olarak kullanıldığı ayrı bir hakikat olarak önümüzde duruyor.
Daha çok egemenlik ve jeopolitikle ilgili olan bu tür ayırımlar, Asya ve Avrupa’nın buluşma noktası olan Anatolya’nın Uzak Asya’dan gelen Türklerce işgalinden sonra daha dini bir hüviyete büründürüldü.
Osmanlı’nın kılıcı keskin olduğu sürece Doğu-Batı karşıtlığına ihtiyaç duyulmadı. Kılıç, akıl ve teknoloji karşısında köreldikten sonra karşıtlık, bir çözüm paketi olarak devreye sokuldu.
Yükselen Batı medeniyeti karşısında acziyete düşen ve akli melekeleri gelişmeyen Osmanlı, çareyi sözü silah olarak kullanmakta buldu.
Bu anlamda ne Osmanlı ne de cumhuriyet, hiçbir zaman yaşadığı medeniyet kriziyle yüzleşmedi.
Batıda 8. yüzyıldan sonra yaygınlaşan Fransızca “civilisation”a karşılık, Osmanlı’da 19. yüzyıldan itibaren Batının teknik üstünlüğünü ifade anlamında “medeniyet” kavramı kullanıldı. Bu dönemde Türk edebiyatında en sık kullanılan sözcük medeniyetti.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre “Tanzimat devrinin ilk ideolojisi medeniyetçiliktir”. Başlarda medeniyeti aşırı savunanların ortaya çıkması ve batıya gidenlerin hayranlıkla dönmesi, Osmanlı’da reaksiyona yol açtı.
Tam da bu denklemde İslamcılık bir tepki ve karşıtlık ideolojisi olarak sahaya sürüldü.
İslamcı şair Mehmed Akif Ersoy’un “Garbın (batının) afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar” ve “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” şeklinde söze döktüğü müzmin Batı karşıtlığı, bir histeri olarak modern Türkiye’nin milli marşında yer aldı.
Müslüman dünyanın Hristiyan dünyası olarak tanımladığı (gerçekte Hristiyan kültürünün ürünü olmayan) Batı karşısında iflasının deşifre olmasından sonra, son yüzyılda Müslüman yazarlar çoğu ajitatif nitelikte ekmek peynir gibi dağıtılan kitaplar yazdı.
Felaha Doğru İslamiyet’in Avrupa’ya Son Sözü (Şeyh Abdülhak Bağdadî, 1912), İslam Işığında Doğu ve Batı (Ebu'l Hasan Nedvi), İslam ve Çağdaş Medeniyet (Mevdudi), Doğu'nun Doğuşu Batı'nın Batışı (M. Muhtar Şankıti), Şark ve Garp (Necati A. Mustanoğlu), Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu (Necip Fazıl Kısakürek), Doğu Batı Arasında İslam (Aliya İzzetbegoviç), Doğu ile Batı'nın buluştuğu yer (Muna Ebu'l Fadl), İslam'da modernleşme (Bedri Gencer) gibi yüzlerce metin “Doğulu”nun Batıya nefret bilincini oluşturdu. Pakistan’dan Mısır’a, İran’dan Türkiye’ye tüm İslamistler batı karşıtlığında buluştu.
Son yirmi yılda Türkiye’de yüz yılın en baskıcı rejimini kuran iktidarın “aydın yüzü” İbrahim Kalın'ın “İslam ve Batı” adıyla kitap yazması da tesadüf değildi.
İstihbarat teşkilatının başkanlığını yapan birinin Batı karşıtlığını odağına almış olması, Müslüman dünyanın Doğu-Batı okumalarına entelektüel bir yaklaşımdan çok politik ve kitle manipülasyonuna dayalı istihbari bir refleksle yaklaştığını deşifre ediyor.
Batı karşıtlığı, en az iki asırdır Türk siyaseti ve Türkiye insanının müzmin hastalığıdır.
Türkiye’de İslamcısından Kemalistine, sağcısından solcusuna zıt sanılanların Avrupa ve Batı karşıtlığında buluşması Türkiye sosyopolitiğini bilenler için şaşırtıcı değil.
Türkiye şekli anlamda Müslüman dünyaya oranla Avrupai görünse de, özünde ileri değerlerin en uzağındaki bilinci temsil ediyor. Ancak ne kendileri ne de Avrupalılar bunun farkında.
Müslüman dünyanın batı karakolu Türkiye’dir. Doğu-Batı ayırımının en keskin yapıldığı yer olması, bu jeopolitiğin sonucudur.
İki asırdır devam eden bu karşıtlık, Müslümanların batıdaki gelişimi doğru bir şekilde okumasının önüne geçti. Batı karşıtlığı hiçbir zaman felsefi bir derinlik kazanmadı, daima tepkisel ve şekilsel kaldı.
İslamcılığın manipülasyonuyla Müslümanlar batının ahlakını alkol ve kadın özgürlüğünden ibaret sandı, kendi şekilsel farklılığını üstünlük addetti.
“Batının tekniğini mi alalım, ahlakını mı?” sorusu iki asır boyunca güncelliğini korudu. Batının tekniğini alarak ilkel bilinciyle devam edebileceğini uman Müslüman dünya neredeyse hiçbir ilerleme kaydedemedi, saplanıp kaldı.
Bu saplanmanın kalın perdesini ise, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk oluşturdu.
Batılılar bu perdede izledikleri filmle Türkiye’nin modernleştiğine ikna edilirken, İslamcılık damarı filmin verdiği duygularla depreşip kitleselleşti.
Oysa Türkiye’de film perdesinin ardında yaşam tüm çıplaklığıyla ilkel bir şekilde devam etmekteydi.
Batı karşıtlığının en fazla körüklendiği coğrafya ise dünyayla bağlantısı kesilmesi gereken Kürdistan’dı.
Kürtleri dünyaya kapatan İslamcı söyleme paralel gelişen Komünizm’in kızıl kapanı ve anti emperyalist söylem, Batı karşıtlığının kodlarını döşedi.
Tepesindeki emperyalizmi batıda aramaya gönderilen Kürt bilinci, Öcalan’ın “Zeus’un çağdaş piçleri” (Bir Halkı Savunmak, 2004, s.356) ve “Mitolojik Athena kahpesi” (Bir Halkı Savunmak, 2004, s.344) şeklindeki sakil ifadeleriyle patolojik bir hal aldı.
Bir taraftan Batının parçası olmak için çırpınıp durmak, öte taraftan Batı karşıtlığını canlı tutmak Türkiye için anlaşılabilir bir durum. Ancak Kürtler ve Müslüman dünya için hiç değil.
Doğuyla Batının buluştuğu coğrafyayı uzak diyarlardan gelen azınlık olarak ele geçiren Türkler, bir karakol kimlik oluşturdu.
Karakola dönüştürdüğü coğrafyada varlığını sürdürebilmek için Türkler güçlü bir Doğu-Batı karşıtlığına ihtiyaç duyuyor. Bu siyasal ihtiyaç, bilincin zehirlenmesine yol açıyor.
Oysa Doğu ve Batı bir bütünlüğü temsil ediyor. Aynı gök kubbenin altında, aynı atmosferi soluyan canlıların kaderi her bakımdan birbirine bağlı.
Batı medeniyeti sadece batılıların değil, tüm insanlığın kazanımıdır. Onu koruyup geliştirmek de tüm insanlığın sorumluluğudur.
Batı, Büyük İskender'den bu yana binlerce yıllık serüveninde Doğu-Batı sentezi yaparak bugüne geldi.
Batının Doğuya oranla ileride olmasının sırrı akıldır. Aklı bir sorgulama, ilerleme ve öz eleştiri aracı kılan Avrupa, bugünkü medeniyeti sonuç verdi.
Batı uygarlığı dünyanın salt maddi zenginliklerini değil, ilmi ve bilimsel ürünlerini, kültür öğelerini, farklılıklarını da sahiplenip kazanca dönüştürdü.
Batılılar yer altında sadece petrol aramadı. Binlerce yıllık tabletleri, insanlığın en eski kültür ve hikayelerini gün yüzüne çıkarıp yok olmaktan kurtardı.
Evrenin oluşumundan insanın ortaya çıkışına, uygarlığın gelişiminden hikayemizin eksik parçalarının tamamlanmasına, hastalıkların tedavisinden mucizevi iletişim ve ulaşım imkanlarına, neredeyse son birkaç yüzyıldaki kazanımlarımızın tamamını batının öncü rolüne borçluyuz.
Bu imkan ve olanakları kullanarak Batı medeniyetinin altını oymak ve sonunu getirme uğraşında olmak, Müslüman dünyanın neden Doğu bataklığına mahkum olduğunun cevabıdır.
Doğuda akıl, hâlâ peşin hükümlerin bineğinden başka bir şey değildir. İnsanlar aklı tevarüs ettikleri doğruları savunma aracı olarak kullanıyor ve buna akletmek diyorlar.
Müslüman dünyada özgürlük, insan onuru, yaşam sevinci, üretim ve imar düşüncesinin gelişmemesi aklın esaretinin doğal sonuçlarıdır.
Günümüzde Batıyı ileri medeniyetin öncüsü kılan ve Doğunun neredeyse bir bütün olarak yüzünü Batıya dönüp milyonlarla göçüne yol açan, Batının tekniği değil, hukuku ve ahlakıdır. (Ahlakı kadın-erkek ilişkilerinden ibaret sanan bir bilince bunu anlatmak imkansızdır.)
Müslüman dünya bu bilinçle barışmak, geri kalmışlığına yön adı vermekten vazgeçmek zorundadır.
Doğu da Batı da alemindir. Nereye dönerseniz hakikat ve hikmet oradadır. Evren geniş, anlam sonsuzdur. Camilla ve Cemile, Alex ve Ali birdir. Yolu ve yönü aydınlık kılan akıldır.
Doğulu kimliğinde ifadesini bulan bilincin yapması gereken Batı düşmanlığı değil, aklı özgür kılmaktır.
Rudaw
- Zaloğlu Rustem Kürddür Ama Kürdler Zaloğlu Rustem Değiller
- Antirasyonel Ve Antimodern Bir İdeoloji Olarak İslam
- Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme
- Kürt Meselesinde Neredeyiz? *
- Kürdlerin Geleceği Konusunda Birkaç Söz
- Yeni Ortadoğu ve Kürdistan*
- 31 Mart Seçim Sonuçları Kürt Meselesi Bakımından Ne İfade Ediyor?*
- Nasrallah’ın ölümü
- ULUSLARARASI KAMU HUKUKU BAKIŞ AÇISI İLE TRÜKİYE–IRAK-GÜVENLİK PORTOKULU VE KÜRTLER
- Kürdistan Bağımsızlık Referandumu Üzerine