2025-01-18
Muhsin Kızılkaya: “Öcalan silah bırakma çağrısı yapacak ve bu çağrı ezici çoğunlukla karşılık bulacak”
Göksel Göksu
Güneş, Özgür Gündem, Hürriyet ve Aydınlık gazetelerinde çalışan Muhsin Kızılkaya, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde AKP’den Mersin Milletvekili seçildi. 1 Kasım 2015’te yeniden yapılan seçimler için aday gösterilmeyince gazeteciliğe geri döndü. Kızılkaya Ocak 2016’da başbakan başdanışmanı oldu. “Dünden yarına Kürtler” başlıklı bir kitap yazdı. Akil İnsanlar Heyeti’nin Akdeniz Grubu’nda görev alan Kızılkaya, yeni sürece dair görüşlerini Göksel Göksu’ya anlattı.
Muhsin Kızılkaya yeni çözüm sürecini Göksel Göksu'ya anlattı
“Süreç ‘müzakere süreci’ değil, devletin Abdullah Öcalan’a sunduğu bir ‘fırsat süreci’dir”
2013’te MHP, AKP’nin başlattığı çözüm süreci için “ihanet” nitelemesi yapıyordu. Bugünse sürecin kapısını aralayan bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Adı konulmayan ama en azından müzakere süreci denilebilecek bu süreçten beklentiniz nedir?
Ben iflah olmaz bir iyimserim. Hep meselenin pozitif tarafından bakmak istiyorum. Bir iyi niyet girişimi varsa benim fikrime yakın, amasız, koşulsuz ona koşar, destekler, köstek olmamaya özen gösteririm.
Bence bu süreç bir “müzakere süreci” falan değildir. Adına kim ne derse desin… Bana göre bu süreç, devletin yaşı bir hayli ilerlemiş olan Abdullah Öcalan’a sunduğu bir “fırsat süreci”dir.
Örgütün yöntemleriyle bir yere varılmayacağını kendileri de biliyor artık. Zira 40 – 50 yıl süren ulusal kurtuluş savaşı olmaz. Kürtler bu yöntemlerle ulusal kurtuluş savaşı vermek istemediklerini defalarca onlar adına savaşan silahlı güçlere söylediler ama “silahtan medet uman” kör bir inat meseleyi ısrarla bugüne getirdi.
Şimdi devlet, Devlet Bahçeli eliyle Öcalan’a Kürt meselesi üzerindeki “silah vesayetini” kaldırma imkanı sundu. Eğer bu imkan berhava olmazsa, Öcalan kendi yarattığı askeri vesayeti kendisi kaldırmış bir aktör olarak tarihe geçecek. Yapamazsa da Kürtlerin demokratik taleplerinin başına, hiçbir zaman sonuç alınmayacak silahlı vesayet belasını sarmış ve onları o belayla belki de bir yüzyıl daha baş başa bırakmış birisi olarak tarihe geçecek.
Tercih onundur. Taraflar yoktur. Sadece Öcalan vardır.
Ya Öcalan devletin sunduğu bu imkanı kullanıp Kürt meselesini bundan sonra demokratik bir zemine oturtacak ya da devlet daha da serleşerek en iyi bildiği “çözüm biçimini” devreye sokacak ki, bunun Öcalan’ın teşkilatına ve bizlere hiçbir faydası olmayacak.
“Öcalan, Devlet Bahçeli kadar ‘cesur’ olursa silahlar devreden çıkacak, ‘çözüm süreci’ o zaman başlayacak”
Bahçeli ön safta görünüyor olsa da, 2024 Ekim’inden itibaren başlatılan sürecin oyun kurucusu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Sizce Erdoğan nasıl bir tutum sergiliyor?
Bence çok konuşmanın zamanı değil. Söylenen söylenmiş, lafı daha uzatmanın manası yok. Erdoğan en son Diyarbakır İl Kongresi’nde, “silahların bırakılmasıyla DEM Parti’nin önünün açılmasından” bahsetti.
Bence bu çok önemli bir şey. Demokratik alanda Kürtler adına politika yapanlarla her şeyi konuşabileceklerini söylüyor bir bakıma. Bundan başka bence Sayın Cumhurbaşkanı’nın söyleyebileceği pek bir şey yok. Zira Sayın Bahçeli hiçbir politikacının sözünün erişemeyeceği bir yüksekliğe koydu çıtayı:
Öcalan “örgütüne silah bıraktırsın, umut hakkından yararlansın, gelsin Meclis’te DEM Grubu’nda konuşsun” dedi, “kaim” daha ne desin! Bu sözler herhangi bir Türk politikacısının kolay kolay söyleyebileceği sözler değil. Ve bence bunların üzerine kimsenin söyleyebileceği bir söz kalmamıştır.
Şimdi benzer bir söz söyleme sırası Öcalan’da. O da Devlet Bahçeli kadar “cesur” olursa silahlar devreden çıkacak, barış dönemi başlayacak. İşte asıl o zaman “çözüm süreci” başlamış olacak. Silahlar sustuktan sonra sabaha kadar konuşabiliriz artık.
“Madem Öcalan’a ‘iraden irademdir’ dediler, şimdi o ‘irade’ ne diyecekse o olacak”
2013’teki çözüm süreciyle kıyasladığınızda, o gün mü daha iyimserdiniz bugün mü?
2013’te de iyimserdim, bugün de iyimserim. Ama şimdi bir nebze daha iyimserim. Eğer bugün bütün bunları bu kadar rahatlıkla konuşabiliyorsak, 2013’te yaşadığımız tecrübe sayesindedir.
2013 sürecinin en önemli sonucu devletin Kürtlerin “bölücü” olmadığını nihayet anlamış olmasıdır. Eğer Kürtler gerçekten de PKK gibi düşünmüş olsaydı, onların “çukur eylemlerine” destek verir, topyekun direnişe geçer ve örgütün deyimiyle “devrimci halk savaşına” kalkışırdı.
Bu savaşa Kürtleri sürmek için çok çabaladılar ama başarılı olamadılar. Bu da o zamana kadar Kürtlerden “korkan” devletin “korkusunu yenmesine” yol açtı.
2013 sürecinin başarısızlığı bana göre karşılıklı niyetlerin çok açık ortaya konmamış olmasıydı. Devlet silahlı örgüte “Silahlarını bırak, gel demokratik hayata katıl”, örgütse “Silahlarımı bırakırım ama Kürdistan’ı ben yöneteceğim” diyordu. Ama iki taraf da bu cümleleri yüksek sesle söylemiyordu.
Güvenlik bürokrasinin büyük bir çoğunluğu FETÖ’cülerden oluşuyordu. Onlar da bu süreci “niyet ettikleri askeri darbenin altlığı” olarak görüyordu.
Anlayacağınız, 2013 süreci netameli bir süreçti. Ne pahasına olursa olsun örgüt bir “kalkışmanın”, kendi deyimleriyle “devrimci halk savaşı” provasını yapmak istiyordu.
Kürt halkı nezdinde gücünü test etme niyetindeydi. Çözüm sürecini barışa ulaşmak için değil, bu amaca ulaşmak için kullandılar. Büyük çoğunluğu FETÖ’cülerden oluşan güvenlik bürokrasisi de buna göz yumdu. Onlar da kurgulamakta oldukları askeri darbe için bir ‘fırsat’ olarak gördü bu süreci ve süreç akamete uğradı.
Sonuçları hepimizin malumu…
Şimdi daha iyimser olmamın sebebine gelince… Ne FETÖ’cülere teslim olmuş güvenlik bürokrasisi var ne de örgütün “devrimci halk savaşı” hayali. Test ettiler, Kürtlerden destek görmediler ve büyük bir felakete yol açtılar.
Şimdi tek aktör Öcalan’dır. O Öcalan ki, yıllardan beri örgütü onun özgürlüğünü her şeyin üstünde tutmuş, hatta tek amaç, tek varlık sebebi haline getirmiş. Madem yıllardan beri Öcalan’a “iraden irademdir” demişler, şimdi o “irade” ne diyecekse o olacak. Bence Öcalan silahların bırakılması çağrısını yapacak ve bu çağrı ezici çoğunlukla karşılık bulacak.
2013-2015 arasında gidilen bölgelerde hükümetin tutumu taviz olarak niteleniyor ve karşılaştığınız eleştirilerin başında bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulanıyordu. Bugün değişen nedir?
Bence o gün de bir taviz yoktu bugün de bir “taviz” olmayacak. Hepimiz hepimize bir taviz vereceğiz, o da adı barış olan bir “taviz” olacak. Az şey mi?
“Toplumsal hadiseler kurgulanamaz”
Başlatılan müzakere sürecini 2028’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM Parti’nin desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu yorumları yapılıyor. Sizin düşünceniz nedir?
Bu yorum çok sığ bir aklın ürünü bence. Toplumsal hadiseler kurgulanamaz. Tarih, bir film senaryosu değildir. Yazanın keyfine göre dönmüyor tarihin çarkı.
Tarihin belirli dönemlerinde birtakım şahsiyetler – bu örnekte Devlet Bahçeli – alıştığımız yolun dışına çıkarlar. Bu “yoldan sapma” kimimizde şaşkınlıklar yaratır. “O toplumun kaderini değiştirmek üzere” ortaya çıkmış o aktörün aklımızın almadığı davranışına, kendi sığ aklımızın imkanları çerçevesinde izahatlar bulmaya çalışırız. Aklımıza ilk gelen şeye de – bu örnekte Cumhurbaşkanlığı seçimi – sığınır, ondan medet umarız.
Şunu şunu yapalım, şunları şunları kazanırız diyorsa bir siyasetçi ve umduğu şeye bu kadar kolay ulaşabiliyorsa, siyasal bilgiler fakültesinde siyaset bilimi dersini okutmak beyhude olmaz mıydı?
2013 -2015 sürecinde akil heyet Anadolu’da en çok MHP’lilerin başını çektiği milliyetçi kesimle ulusalcıların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bugünse sürecin başını çeken MHP. Bu tablo mevcut süreci daha avantajlı kılıyor mu?
Kılmaz mı, kılar tabii ki…
Türk milliyetçilerinin bu noktaya gelmiş olması Türkiye için çok büyük şans. Darısı seçkinci Türk faşistlerinin de başına.
Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı?
Kâhin değilim ama umutluyum. Zor zamanlarda umudumu hiç yitirmedim. Biliyorum en lezzetli ilik en sert kemiktedir. O kemiği kırmak üzereyiz, ha gayret!
Medyascope
POLİTİKA