2025-01-16
Öztürk Türkdoğan: “Önceliğimiz seçim değil, barış”
Göksel Göksu
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) hukuk danışmanlığı, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) hukuk danışmanlığı, İnsan Hakları Derneği genel başkanlığı yapan Öztürk Türkdoğan, 13 Mart 2013 tarihinde, PKK’nın elinde rehin tuttuğu 8 kamu görevlisini teslim alan heyette görev aldı. Halen DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Öztürk Türkdoğan, 3 Nisan 2013 tarihinde barış sürecini yönetecek 63 kişilik Akil İnsanlar heyetindeydi. Akdeniz Bölgesindeki dokuz kişilik ekipte yer alan Türkdoğan, Devlet Bahçeli’nin başını çektiği yeni süreci Göksel Göksu’ya değerlendirdi.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve adı konulmayan, en azından müzakere süreci denilebilecek bu süreci nasıl tarif edersiniz?
Önce şunu söylemek lazım: Türkiye’nin Cumhuriyetten öncesine dayanan ve Cumhuriyet döneminde çözülememiş devasa bir Kürt sorunu bulunmaktadır. Kürt sorununda Devlet-PKK diyalogu 1993 yılında başladı. 2013’de başlayıp 2015’de biten son süreç diğer süreçlerin devamı olarak, sekizinci ateşkes dönemi olarak görülmelidir. Özellikle 2013 süreci Oslo sürecinin devamı niteliğinde bir süreçtir. Şimdi yeniden başlayan diyaloğu 2015’te kesilen sürecin devamı olarak görmek gerekir.
“Kürt sorununun çözümsüzlüğü Türkiye’de çoklu bir krize sebep oldu”
2013 yılındaki sürece MHP, parti olarak karşı çıkıyordu. Ancak Akdeniz Bölgesinde yürüttüğümüz çalışmalarda MHP tabanının bir kısmını oluşturan ülkücü bireylerin sürece destek verdiğine bizzat tanık oldum. MHP parti olarak karşı çıkmasına ve destek vermemesine rağmen, tabanının bir kısmı çalışmalarımızı engellemedi. O dönem Vatan Partisi organize bir şekilde çalışmalarımızı daha çok engelledi. Ayrıca devlet içindeki Fethullah Gülen örgütlenmesinin çalışmalarımızı açıktan engellediğini de belirtmek isterim. Akil İnsanlar tüm bu olup bitenleri kendi kişisel raporlarında yazıp hükümete ilettiler. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, başlaması muhtemel yeni süreci bizzat ve partisi olarak desteklemesinin ise iç ve dış koşulların bir dayatması olduğu görüşündeyim.
İç koşullara bakarsak; Kürt sorununun çözümsüzlüğü Türkiye’de çoklu bir krize sebep olmuştur. Bu sorun çözülmeden hem Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değil hem de ekonomik olarak hedeflediği düzeye ulaşması imkansız. Dış koşullar bakımından ise İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırıları, İran etkisini kırmak için Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırıları sonuç verdi. Suriye’de oluşan veya oluşabilecek yeni durum, Türkiye’ye Kürt sorununu çözmesi gerektiğini dayatmakta. Kişisel kanaatim, Türkiye’nin Avrasyacılık macerası sona erdi. Türkiye yeniden klasik Batı ittifakında yer alan tipik bir NATO ülkesi konumuna oturdu. NATO’nun yeni strateji belgesi, İsrail’in güvenliği ve ticaret yollarının güvenceye alınması gibi hususlar da gözetildiğinde, Türkiye’nin Kürtlerle barışmasını Batı ittifakı destekleyecektir.
“Henüz müzakere aşamasına geçilmedi, müzakereye diyalogdan sonra geçilir”
MHP kısaca özetlediğim bu durum nedeniyle, başlaması muhtemel süreci devletin çıkarına olacak şekilde destekleyecektir. Sorunuzda müzakereden bahsediyorsunuz, kişisel görüşüm, henüz müzakere aşamasına geçilmediği yönünde. Çünkü dünyadaki çatışma-çözüm örneklerine bakıldığında önce diyalog aşaması gelir; müzakere aşamasına diyalogdan sonra geçilir. Müzakereye geçilebilmesi için tarafların eşit olmasa bile birbirine yakın koşullara sahip olması gerekir. İmralı ada hapishanesinde tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’ın müzakere koşulları oluşturulmadan, müzakereye geçmeyeceğini de belirtmek isterim. Sorunuza dönersek, iç ve dış koşulların 1993 yılından beri ilk defa olumlu olması nedeni ile bu sefer başlaması muhtemel süreçten güçlü bir beklentim olduğunu söyleyebilirim.
“Erdoğan sürecin siyasi olarak DEM Parti’ye yaramaması için bilinçli olarak geri duruyor”
Bahçeli ön safta görünüyor olsa da, yeni sürecin oyun kurucusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Sizce Erdoğan neden bir adım geride durmayı seçiyor ve daha kontrollü cümlelerle konuşuyor?
Türkdoğan: Bilindiği gibi 2018 yılından beri Türkiye’de Türk tipi başkanlık modeli uygulanmaktadır. Bu modelin hayata geçirilmesine Devlet Bahçeli ve MHP destek sundu. Bu model hayata geçmeden önce Cumhur İttifakı’nın kuruluşunu sağlayarak MHP kendisini de bu modele monte etti. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Cumhur İttifakı bileşenleri olarak kader birliği yaptıklarını belirtmek gerekir.
Başlaması muhtemel bu yeni süreçte ön safta Bahçeli’nin olmasının nedeni, özellikle milliyetçi tabanı ikna etmek için. Çünkü 2015 yılından bu yana devam eden silahlı çatışma ortamında çok ağır bedeller ödendi. Bu süreçte Türkiye’de güçlü bir milliyetçi taban oluştu. Bu tabanı önceki süreçlerde başarısız olan AK Parti’nin ikna etmesi mümkün değil ama zorlansa bile Devlet Bahçeli ve MHP’nin milliyetçi tabanı ikna etme gücü var. Nitekim MHP aralıksız olarak toplantılarına devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlaması muhtemel sürece dair az konuşmasının sebeplerinden biriyse olası bir başarısızlığın faturasını üstlenmemek. Ayrıca 2013-2015 süreci HDP’ye yaramıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sürecin siyasi olarak DEM Parti’ye yaramaması için bilinçli olarak geri duruyor. Diğer yandan DEM Parti ve tabanı üzerindeki yargı baskısını da aralıksız olarak sürdürüyor, kayyum atamaya devam ediyor; başlaması muhtemel sürecin siyasi olarak DEM Parti’yi büyütmesini de istemiyor.
“2013’te iyimserdim”
2013’te çözüm sürecinin temel amacı, silahların bırakılması, barış ortamı ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıydı. Bugün de hedef aynı. Ancak koşullar çok değişti. Siz 2013’te mi daha iyimserdiniz bugün mü?
Kişisel olarak 2013’te iyimserdim. Ancak Akil İnsanlar Heyeti çalışması sona erip Haziran 2013’te raporlarımızı Başbakan Erdoğan’a sunduğumuzda karşılaştığımız siyasi manzara bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. Ancak Türkiye halklarına verdiğimiz barış sözünün gereği olarak barış sürecinin ilerlemesi için elimizden gelen tüm çabayı göstermiştik. O dönem Suriye özelinde düğümlenen kırmızı çizgiler, siyasi rekabetin sert geçmesi gibi konular nedeniyle çok fazla iyimser olamıyorduk. Şimdiyse yukarıda anlattığım gibi ilk defa iç ve dış koşullar Kürt sorununun çözümü için uygun. Her iki taraf bakımından da yılları bulacak savaş seçeneği yerine az veya çok tavizler verilerek – barış seçeneğinde – siyasi mücadele yolu ile sonuç almanın daha akıllıca olacağı bir durumla karşı karşıyayız. Ben bu objektif durumun iyimser olmamıza katkı sunduğunu düşünüyorum.
2013 – 2015 arasında gidilen bölgelerde hükümetin tutumu taviz olarak niteleniyor ve karşılaştığınız eleştirilerin başında bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulanıyordu. Bugün değişen nedir?
2013-2015 döneminde taviz eleştirilerine karşı verdiğimiz cevap ekonomik refah ve demokratikleşmenin sağlanacağıydı. Son dokuz yıllık çatışma süreci esasında bizi haklı çıkardı. Türkiye barışı sağlayamadığı için hızla antidemokratik bir noktaya sürüklendi, rejim değiştirilerek otoriter başkanlık modeline geçti ve demokrasisi oldukça büyük yara aldı. Ekonomisi tamamen harap oldu. Bugün karşılaştığımız durum aslında demokratikleşme ve ekonomik refah için Kürt sorununun barışçıl çözümünün zorunluluğunu göstermesi bakımından önemli. Ayrıca jeopolitik koşullar da Türkiye’nin Kürtlerle barışmasını dayatmaktadır.
“Önceliğimiz seçim değil barış”
Başlatılan müzakere sürecini 2028’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM Parti’nin desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu ileri sürülüyor. Sizin düşünceniz nedir?
Başlaması olası yeni sürecin 2028’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle hiçbir ilgisi yok. Bu eleştiriyi yapanları anlamakta güçlük çekiyorum. Sürekli erken seçim çağrısı yapan partiler bir erken seçim kararı alınması halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yeniden aday olma yolunu kendileri açmaktadırlar. Bu çağrıyı yapıp sonra da başlaması muhtemel yeni süreç sayesinde DEM Parti’nin desteğinin alınacağını belirtmek oldukça tuhaf bir durum. Ancak şunu unutmamak gerekir: Başarılı bir çatışma-çözüm süreci yaşanır ve Türkiye barışı yakalarsa bunun siyasi sonuçlarından mevcut iktidarın yararlanacağı ve halkın da bunu takdir edeceği açıktır. Çatışma-çözüm süreçlerinde seçimler en büyük bariyeri oluşturmaktadır. 2028’e kadar üç yıl var. Seçimsiz geçecek bu üç yılda çatışma çözümünü gerçekleştirmek ve olası bir seçim bariyeri engelinden kurtulmak gerekir. Ayrıca siyasi gelişmelerin nasıl olacağını şimdiden öngörmek pek olası değil. Önceliğimizin seçim değil barış olduğunu vurgulamak isterim.
“PKK bağlamında nihai kararı verecek kişi Abdullah Öcalan’dır”
Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı?
Demokratik siyasi müzakereler yolu ile sorunları çözmek doğru olan yöntemdir. Kürt sorununun, Kürdistan coğrafyasında ülkelere göre ele alınması gereken bir uluslararası sorun olduğunun farkında olmak gerekir. Türkiye bakımından demokratik siyaset yolu ile sorunlar rahatlıkla çözülebilir. Yeter ki demokrasiye bağlı kalalım. Diğer ülkelerde ise oradaki siyasi gelişmeleri gözeten bir noktadan konuyu ele almak gerekir. PKK bağlamında ise nihai olarak kararı verecek olan kişi Abdullah Öcalan’dır.
Medyascope
POLİTİKA