4/13/2024 12:52:11 PM
Siz de çok yorgun musunuz? Hiçbir şeyin tadı yok, sizin için de öyle mi?
Her şey çok pahalı, çok gösterişli ama içi boş. Çok laf var ama kof. Ne domatesin, ne dondurmanın, ne sohbetin, ne insanın tadı var. Çilek reçeli yapayım dedim, bahar gelmiş. Rengi kıpkırmızı oldu ama evim çilek kokmadı, tadı güzeldir belki dedim ama ı-ıh. Nasıl da kokardı eskiden. Meyve tezgâhının önünden geçerken bir derin nefes çekince iki adım geri atar, bir nefes daha çeker öyle devam ederdim yoluma. Şimdi öyle mi? Markette alışveriş yaparken bir teyze kasaba çıkıştı:
Etlerinizin hiç tadı yok. Nereden alırsam alayım, aynı. Hiçbirinin tadı yok.
Etlere su basıyorlarmış teyze, ağır çeksin diye.
Başını sallaya sallaya gitti, kıpkırmızı etlere bakarak.
Görüntü ve algıdan ibaret oldu düzen. Takiye ve riya küf gibi sardı memleketi. Yaşamadıkları bir hayatı dayatan, tat almadıkları bir yaşam biçimini öven insanlar sayesinde. Öte dünya için bu dünyayı, bu dünya için tüm maddi-manevi değerleri hiçe sayanlar sayesinde.
O tatsız, tuzsuz ruh pekişti geçen gün. Gulyabani olup karabasan gibi çöktü üzerime. Neden mi? Kızıl Goncalar dizisinin bir bölümünü izledim de ondan. Sevgili Göksel Göksu, Kızıl Goncalar’ın 11. bölümüyle ilgili ne düşündüğümü sormuştu geçenlerde. İzlemediğim için yorum yapamıyordum ama sosyal medyada rastladığım kısa kesitlerden, seküler kesimin dinle, yaşadığımız kültürle hiçbir ilgisi olmadığı imasının dizide yapıldığını biliyordum. Üç ayların isimlerinden oluşan erkek isimlerini bilen seküler kız, 30 gün süren Ramazan’ı bilmiyordu. Bir insan ancak bu kadar yaşadığı kültürden bi’ haber ve cahil olabilirdi. Bu bakış açısının koyu dindarlarda çok eskiden beri yaygın olduğunu, ancak içlerinde tuttuklarını belirttim. Sekülerlerin yaşam biçimi ve tercihlerinin tıpkı o sahnelerdeki gibi cahilce bulunduğunu, kendi yaşam pratikleri yaygınlaştıkça, iktidarları pekiştikçe artık gizleme gereği duymadan rahatlıkla hakaret ve küfür edebildiklerini söylemekle yetindim. Erdoğan’ın meydanlarda hiçbir detay verme gereği hissetmeden “bunlar, bunlar” diye hakaretler yağdırdığı insanları onun rahatlığıyla aşağılıyorlardı işte sosyal medyada, ekranlarda. “Bunlar” demek, onlar olmayanlar demekti. Onlar olmayan herkeseydi nefreti ve bunu açıkça yaşamalarını bekliyordu artık, Gezi’den beri. Kibir dillerinin kökünde yatan zihniyet, “Siz ne anlarsınız aptallar” düşüncesiydi.
Yine de bölümü izlememi istedi ve önerisi üzerine 11. bölümü izledim. Diziyi izlerken içimi hafakanlar bastı. Hayat enerjisi çekilmiş, mutsuz ve öfkeli insanların sürekli etraflarındaki insanlara bu hayatı nasıl ve ne için yaşamaları gerektiği konusunda ders vermelerine tanık olmak, ülkedeki tüm baskı ortamını sıkıştırılmış dozda almak gibiydi. Basit meseleleri mantık süzgecinden geçirerek tartışmak, çözüm üretmek yerine, çoktan ölmüş insanların lafızlarıyla, hikâyelerle en hayati konularda gaddarca kararlar aldıklarını görürken ergenliğime ışınlandım. Basitçe yaşanabilecek bir hayatı olağanüstüleştirerek cehenneme çeviriyorlardı.
İnananların inanabilmek için çok fazla çaba sarf etmelerine şahit olmak, kendilerine ve birbirlerine sürekli neyi neden öyle yapmaları gerektiğini hatırlatmalarını izlemek, inanmaya devam edebilmek için etraflarında hayat enerjisi gördükleri her şeyi değiştirmeye ve dönüştürme çabalarına tanık olmak ve birilerinin gerçekten hâlâ buna maruz kaldığını bilmek, çok yorucu. Kadını, erkeği, çocukları tek bir kalıbın içine sıkıştırarak bütün farklılıklarını budayıp istediği modeli elde edene kadar onunla mücadele etmek, duygularını ve düşüncelerini iğdiş etmek, sırf inanç sistemini koruyabilmek için çok fazla çaba ve asla içten gelerek yapılmayacağı için haliyle zorbalık gerektiriyor. Rıza yok, aşk yok, tutku yok o hayatta, tahammül var, bedel ödemek var, çile çekmek var.
Ne için?
İnanç geleneği devam etsin diye. Tanrı onlardan razı olsun diye, tatmin olmadıkları, mutlu olmadıkları bir hayat sürüyorlar. Çocukluktan itibaren duyulan telkinlerle o hayata alışırken öyle ruhsuz ve duygusuz bireyler oluyorlar ki, bu düzende yaşamayı sürdürebilmek için onlar da düzen içinde bir nefere dönüşüyorlar. Canlarının çekeceği, arzulayabilecekleri her şeyi yok etmeye başlıyorlar. Düşünen, duygularını coşkuyla yaşayan insanlar için bir cehennemken, iradesinden yani kendi gücünden korkan insanlar için güvenli bir liman cemaat kültürü. Özellikle erkekler için hayatları boyunca diz çöktürme arzusuyla yanıp tutuştukları kadınlara tanrı emriyle diz çöktürdükleri bir harikalar diyarı.
Kadın, bu düzenin içerisinde ya düzenin muhafızına dönüşür yahut işin ucunu tanrıya vardıracak kadar süren bir savaşa girişir. Elbette genellikle ilkine yönelir, çünkü hiç değilse düzenin içinde bir lider rolü edinebilir, otoriteye dönüşebilir. İkinci yol, aileden, çevreden, alıştığı dünyadan kopmak demektir. Çünkü onların görmek istemeyeceği insan olmak demektir. Özgürlük sizi iten bir buharlı makine gibi yanıp tutuşmuyorsa içinizde, öyle bir yola baş koyamazsınız. O dünyadan çıkıp birey olmak, bayağı büyük bir çaba gerektirir. Bir sürü silahla donanmayı, kendi hayatınızın kahramanı olmayı gerektirir. Yapayalnızsınızdır çünkü bu yolda.
Medyascope