2025-06-17
Mehmet Ali Çalışkan uzun yıllardır toplum içindeki görünür-görünmez bariyerleri ortadan kaldırmak, önyargı ve kutuplaşmaları azaltıp teması artırmak için çalışan, üreten biri oldu. Sivil toplum, özel sektör ve siyaset için ürettiği her veride hep ‘iç cepheyi güçlendirmeyi’ esas aldı. Bilgisini, emeğini, desteğini ihtiyaç duyan hiç kimseden esirgemedi. Bu desteği verirken mahalleler üstü diyaloglar kurmayı da hep başardı. Bu hafta itibarıyla tam üç aydır cezaevinde…
“Mehmet Ali Çalışkan… ‘İç cephe güçlensin’ diyenlerin kardeşlik bahsinde en başa yazmaları gereken bir düşünce adamı ama hapiste.”
Mustafa Karaalioğlu, 07 Haziran tarihli ‘İç cephede son durum’ başlıklı yazısında böyle tanımlıyor Mehmet Ali’yi…
11 Haziran günü Yüksek Güvenlikli Buca Cezaevi’nde görüşme için danışma ve kontrol noktalarından, göz taramalarından geçerken aklımda hep bu tek cümleden oluşan güçlü tarif vardı… Gerçekten de Mehmet Ali uzun yıllardır toplum içindeki görünür-görünmez bariyerleri ortadan kaldırmak, önyargı ve kutuplaşmaları azaltıp teması artırmak için çalışan, üreten biri oldu. Sivil toplum, özel sektör ve siyaset için ürettiği her veride hep ‘iç cepheyi güçlendirmeyi’ esas aldı. Üç alanda da sadece veri-bilgi üretmekle kalmadı, bu bilginin ülkenin, toplumun yararına kullanılması için çeşitli mecralar, diyalog girişimleri, müzakere ortamları yarattı. Bilgisini, emeğini, desteğini ihtiyaç duyan hiç kimseden esirgemedi. Bu desteği verirken mahalleler üstü diyaloglar kurmayı da hep başardı. Yaşam tarzına, düşünce yapısına yakın olan bazı kesimler, onun dindarlar başta olmak üzere farklı mahallelerle kurduğu ilişkiyi kimi zaman eleştirse de o, farklı görüşten insanlarla temas halinde olmaktan ödün vermedi.
Haksız bir şekilde cezaevinde tutulurken de aynı derdi taşırken gördüm onu… Yine kendimizden çok memleket, kutuplaşmanın bitmesi, müzakerenin imkânları üzerine konuştuk. Daha önce bir yazımda; “İşler istediğimiz gibi yürürken ya da hayat yolunda giderken ‘medeni’ olmak kolay. Ya da kendimizi anlamlı-eşit-özgür hissettiğimiz, aidiyet duyduğumuz bir ortamda ‘medeni’ davranmak… Ama asıl önemli olan tam tersi olduğunda yaptıklarımız. Yani güç bizdeyken, rekabet ederken ya da savaşırken ne kadar ‘medeni’ kalabiliyoruz? Ötekinin hukukunu ne kadar gözetebiliyoruz? İster gündelik hayatta ister siyasette karşı karşıya kaldığımız zor zamanlarda ve sınanma anındaki hallerimiz; kimliğimizin, kişiliğimizin ve siyasetimizin asıl göstergesi aslında…” demiştim. Mehmet Ali, sınanma anında da haksızlığa uğrarken de aynı olgunlukla, sabırla, bilgelikle yine memleket derdindeydi…
Bir Yurttaşlık Okuması
Siyaset alanı için yaptığı çalışmalardan önce uzun yıllar sivil toplumda emek verdi, üretti. Kutuplaşmanın sadece siyasetle değil, sivil toplumun kendisiyle de beslendiğini ilk dillendiren kişilerdendi. Ona göre sivil toplum, siyasal kimliklerin yankı odası değil; toplumsal yarılmaları onarma, farklılıklarla konuşabilme becerisi geliştirme alanı olmalıydı. O yüzden de diyalog ve temas birlikte yaşama imkânı açısından önemliydi. Kutuplaşmanın, tematik kapanmanın sivil toplumun etkisini, gücünü azalttığını yaptığı araştırmalardan ve deneyimlerinden gördüğü için çok farklı mecralarda, çalışmalarda farkındalık oluşturmaya çalıştı. 28 Şubat, Gezi davası, çözüm süreci ve 15 Temmuz darbesi gibi yakın tarihin kırılma noktalarında toplumun ve sivil toplumun kutuplaşmadan kaynaklı yüzleşilmesi gereken tutumlarına dair çok geniş değerlendirmeler kaleme almıştı. 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili yazdığı Nöbetlerdeki Türkiye yazısı, 19 Mart’tan sonra oluşan direnişi tanımlamak için de uygun düşüyor:
“Darbecilerin başarı analizi yaparken hesaba kattıkları önemli dinamiklerden biri yurttaşların muhtemel tepkileri olmuş olmalı. Bu analitik çalışmalarında vardıkları sonuçlardan biri tahminimce şuydu: Kutuplaşmanın AK Parti karşısında yer alan kanadının büyük kısmı darbeye açık ve aktif destek verecek, AK Parti taraftarları ise hem askeri kuvvet hem de ona destek veren sivillerin karşısında sinip eve çekilecek. Türkiye siyasetinin oyuncularının da toplumun reaksiyonlarına benzer davranacağı öngörüsünde bulunmuşlardır muhtemelen. Darbeciler böylece, kutuplaşmadan hem siyasal hem de toplumsal destek elde edeceklerini varsaymış olmalılar. Ancak hesap böyle yapıldıysa, her boyutu ile hüsranla sonuçlandı. Toplum ve siyaset, ender rastlanacak bir cephe reaksiyonu gösterdi. AK Parti sözcüleri ve seçmenleri cephenin ön safında açık bir direniş sergiledi, siyaset dünyası tümü ile mecliste direnişe katıldı, darbeyi desteklemesi beklenen ya da arzulanan kesimler ise darbeye açık destek vermedikleri gibi, kayıtsız kalarak direnişe destek verdi. Sonuçta toplumsal meselelerde işaretleri okurken, analizler ve yorumlar yaparken her daim hesaba katmamız gerekecek yeni bir yurttaşlık tutumu referansımız oluştu.”
Kısacası müzakereden, diyalogdan başka derdi, muradı olmayan ve yaptığı bütün profesyonel ve gönüllü işleri bu minvalde yapan Mehmet Ali Çalışkan, bu hafta itibarıyla tam üç aydır cezaevinde… Sadece cezaevi değil yüksek güvenlikli ceza evine isteği dışında sevk edildi. Bu tutukluluğun bir veçhesi daha var ki kelimeler de anlamları da kifayetsiz kalıyor; Mehmet Ali Çalışkan’ın Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan ve yine onun tanımlamasıyla Terörsüz Türkiye sürecinde örgüt üyeliği ile suçlanması…
Partiler için ittifak görüşmesi yaptığı iddiasıyla suçlanan Mehmet Ali Çalışkan, Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajda ‘Sınır ihlali yapmamak neden önemli?’ sorusuna karşılık siyasete dahil olmakla siyasete katkı sunmak arasındaki hassas ayrımı titizlikle koruduğunu şöyle anlatmıştı: “Siyasetin karar mekanizması meşruiyetini oraya süzülerek gelmekten, seçilerek gelmekten alır. Orada karar verici olanlar, parti meclis üyeleri, MYK üyeleri, Genel Başkan, Genel Başkan’ın siyasi kadrolarıdır. Bu insanlar partinin siyaset yapma sürecinin içerisinde. Mahallesinden, ilçesinden, ilinden süzüle süzüle, seçile seçile gelmişler. Oranın kararlarını verme meşruiyetine sahipler. Bizse sözleşme yapmışız araştırma ve reklam yapmak için. Biz hiçbir riskin ve bedelin altına girmiyoruz. Pozisyonumuz olmadığı için yenilginin bedeli bizim üzerimize gelmeyecek. Ve ben böyle kalmayı istiyorum. Bütün siyasetçilerle kurduğum ilişkilerde her zaman prensip olarak bunu koyuyorum.”
Sorumluluk ve Vicdana Çağrı!
Yazının sonuna yaklaşırken Mehmet Ali Çalışkan’ın Gezi davasıyla ilgili yazısından bir bölümü de hatırlatmak istiyorum. Çünkü aynı sessizlik şimdi de hem sivil toplum hem de siyaset dünyasında yaşanıyor.
“Sivil toplum kuruluşlarının çok büyük çoğunluğu davayı duymamış gibi hayatını sürdürüyor. Bir grup insan hakları savunucusu STK duruma tepki göstermiş durumda. Oysa bu davayla sivil toplum dünyasının tümünün sessizleştirilmesi, işini yapamaz, kaynaklara erişemez ve sesini duyuramaz hale gelmesi istendiği anlaşılıyor. Bu dava sivil toplumun politik isimlerini hedef almıyor. Ne siyasetle ne Gezi ile iddia edildiği gibi ilişkileri, bağları olmayan insanları da içeriyor. Sivil toplumda her kim ki kendi başına bunun asla gelmeyeceğini düşünüyorsa yanılıyor. Bunun hiç kimsenin başına bir daha gelmemesi için sorumluluk almak gerekiyor. Sivil toplum dünyasının seküler olanları kadar İslami olanlarının da bu davayı anlamak ve adaletli bir tutum talep etmek sorumlulukları var. Bu sorumluluk kendilerine benzemeyenlerin mağdur edilmemesini talep etmek gibi ahlaki bir sorumluluk olduğu kadar, kendi varoluşlarının meşru ve işe yarar bir şekilde devam etmesi için de gerekli.”
Bir toplumu millet yapan tam da ötekine duyduğu sorumluluk. Hakan Altınay bunu Medeni adlı kitabında şöyle dile getiriyor: “Birbirimizin özgürlüğünün garantörüyüz. Bu sorumluluğumuzu yerine getirmeyi tavsattığımız an ise hür olma halimiz çürüyor. Hürriyet her durumda keyfini süreceğimiz doğal, kalıcı bir hak değil… ancak gereklerini yerine getirme, bedellerini ödeme iradesini müştereken gösterdiğimiz sürece sahip olduğumuz bir ayrıcalık.
Hür ve mesul olma hali aynı zamanda toplum olma halini tarif ediyor. Toplum olmak, kaderdaşlığımızın ayrımında olmak ise birbirimize kulak verme, birbirimizi önemseme irademizin bir ürünü. Ganalı düşünür Kwame Appiah bana çok önemli gelen tezinde, birbirimize en önce merak borçlu olduğumuzu söyler. Birbirimizi dert ettiğimiz, kulak verdiğimiz ölçüde toplumuz; bunu yapmadığımız, yapamadığımız ölçüde yan yana yaşayan küçük cemaatleriz.”
Bu yönüyle sorumluluk göstermesi gerekenlere Mehmet Ali ilk tutuklandığında sorduğum soru halen geçerli: Mehmet Ali Çalışkan’ı tanıyorsunuz, bu ülkede diyaloğun, müzakerenin, demokratikleşmenin dışında derdi olmayan birinin ‘terör’ örgütü üyesi diye tutuklanmasını vicdanınız kabul ediyor mu?
Perspektif
BASıNDAN