2025-07-03
Ortada ne mi var? Aslında “yok” olmalıydı. Hâla Kürdün statüsü yok ve ne olacağı tartışılıyor. İsmi olan ama cismi (mezar yeri anlamında) olamayan(lar) bir durumdan söz ediyoruz.
Bu siyah-beyaz, tarihi portre fotoğrafında yaşlı bir adam yer almakta. Adam, beyaz ve uzun sakallı, ciddi ve doğrudan bakan gözleriyle kameraya dikkatle poz vermiş. Başında geleneksel tarzda, büyük ve beyaz bir sarık bulunuyor. Üzerinde ise ince çizgili, açık renkli bir giysi var; bu kıyafet geleneksel bir cübbe ya da gömlek olabilir. Boynunda uzun bir ip ya da kolye benzeri koyu bir aksesuar dikkat çekiyor.
Latin Amerika’nın vicdanı Gabriyel Garcia Marquez kült eseri Yüz Yıllık Yalnızlık’ın son sayfasında der ki: "Yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı…”
Evet geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinin sonu 1925’de bir erken ve prematüre “kalkışma” yaşandı Kürt coğrafyasında. Bir Nakşibendi şeyhiydi Şêyh Said. Henüz soyadı denilen ve ad’ın yanına eklenenin kanunu çıkmamıştı. İsmin önüne ya da ardına eklenenler vardı ve adı Şeyh Sait idi. (Şêx Seîd; Kürtçe).
Hikâyesi hem uzun hem kısa! 13 Şubat 1925 günü hesapta kitapta yokken (hatta henüz tasarlanan isyanın zamanına hayli vakit varken), şimdilerde Diyarbakır’ın ilçesi olan Dicle’de (o yıllarda Pîran adında bir küçük köy) basit denebilecek amiyane tabiriyle bir “eşkıya takibi” icrayi vakasının çatışmalı hâlinin devamı! İsyana dönüşüp sonra da hepi topu bütün süresi; çatışma, isyan, yakalanma, yargılanma ve infaz dört buçuk ay içinde olur ve biter. Sonrası coğrafyasında mukim Kürt halkının topyekün felaketi olur.
Finali şimdilerde adı Şeyh Said Meydanı olarak literatüre girse de binlerce yıllık o kadim şehre dağ yolundan gelenlerin girdiği kapı olan Dağkapı’da 47 arkadaşı ile birlikte “Dar’a çekilen” Şêyh Saîd ve “Dava” arkadaşlarının hikâyesidir…
Uzun olan hikayesi ise belki 1500’lü ya da 300 yıl sonra 1800’lü yılların başından itibaren başlayan Kürdün “statü” meselesinin sadece 1925 finali yüz yıl sürecek suskunluk sürecine kadar değil, bugüne kadar gelip dayanan aslında 1800’lerden bugüne 200 yılın derin müktesebatıdır…
Ortada ne mi var.? Aslında “yok” olmalıydı. Hâla Kürdün statüsü yok ve ne olacağı tartışılıyor. İsmi olan ama cismi (mezar yeri anlamında) olamayan(lar) bir durumdan söz ediyoruz.
Sanırım bu bile mevzuun vehametini anlat(ama)maya yeter de artar bile. Yüzyılın yetimlerinin sahipsizleri belirsiz, yersiz-yurtsuz oldukları toprağın dibinden “ben, biz buradayız…” diyorlar…
Hepsi bu işte, ötesi tevatür ve lafı güzaf…
Ruhları şad olsun 29 Haziran 1925 şehitlerinin …
Bianet
BASıNDAN