yazarlar makaleler
Antirasyonel Ve Antimodern Bir İdeoloji Olarak İslam
10/13/2024

Bilal Sambur

a@aaa

Bilal SAMBUR

Arap kültürü içinde doğup gelişen İslam, değişik tarihsel dönemlerde fıkıh mezhepleri, tasavvuf tarikatları, değişik dini cemaatler, şeriat rejimi, savaş ve şiddet, hilafet-saltanat rejimi, kelami çatışmalar, hadis ve tefsir kitaplarının yazılması gibi birçok faaliyeti şekillendirmiş olan bir din ve ideolojidir. Arap siyasal ideolojisi olarak İslam’ın merkezinde şeriat, hakimiyet, devlet, siyaset, mezhep kavramları ve anlayışları yer almaktadır. İslam ideolojisinde bilimin, felsefenin, sanatın, ahlakın, aklın ve maneviyatın yeri merkezi önemde değildir. Tarihsel kültürel olarak İslam ideolojisinin felsefi ve bilimsel açılardan zayıf ve cılız oluşu, Müslüman zihniyetinin entelektüel, manevi ve teolojik açılardan yenilenmesine, yeniden kurgulanmasına imkan bırakmamaktadır. Müslüman zihninin en belirgin özelliği, yenilenmemesi, değişmemesi, katılığı, karşıtlığı ve inatçılığıdır. İslam ideolojisinin katılığından, kapalılığından ve karşıtlığından dolayı İslam ideolojisinin, kimliğinin ve kültürünün modern hayatı idrak etme kapasitesi çok zayıftır. Modern hayatı anlama kapasitesi çok zayıf olan İslam ideolojisinin, kültürünün ve kimliğinin, modern hayata etki edecek ve katkıda bulunacak yaratıcı ve yapıcı bir gücü, kapasitesi ve yeteneği bulunmamaktadır.

İslam ideolojisinin temel karakteristiği nakilci, taklitçi ve doğmatik oluşudur. İslam ideolojisinde akla, eleştirel düşünceye hayatla bütünleşen bir değişime, bireye dayalı bir aydınlanmaya yer yoktur. İslam ideolojisinde geleneksel kaynaklara, kimliklere ve kalıplara hep dönülmekte ve mekanik bir şekilde onlar yüceltilip tekrar edilmektedir. İslam ideolojisi içinde köklere ve kaynaklara dönerek bir yenilenmenin, istikrarlı ve süreklilik arzeden bir değişimin ve yenilenmeye inanmak, bir gerçeklik olmaktan ziyade bir illüzyon, fantazi, veya en iyi ihtimalle bir temenniden öteye bir anlam taşımamaktadır.

Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Seyyid Ahmad Han, Muhammed İkbal, Fazlur Rahman gibi yazarlar, Müslüman Modernistler olarak adlandırılmaktadırlar. Müslüman modernist olarak adlandırılan bütün yazarların iyi niyetli çalışmalarına rağmen İslam ve Müslüman modernizmi olarak adlandırılmayı hak eden bir gelenek, İslam ideolojisi, kültürü ve kimliği içinde oluşmuş değildir. Geldiğimiz mevcut durumda İslam modernizmi girişiminin bir hayalden öteye geçmediğini, hiçbir gerçekliğinin, geçerliliğinin, anlamının ve değerinin olmadığını söyleyebiliriz. İslam modernizmi hayali, içi boş bir kurgudan başka bir şey olmayıp iflas etmiştir. Başka bir ifadeyle İslam ideolojisi, modernliği değil, kendi içinde yeşermeye çalışan İslam modernizmi damarını başarısızlığa ve yenilgiye uğratmıştır.

İslam, hayata giden bütün yolları kapatmış bir ideolojidir. İçtihad kapısının kapatılmış olması, İslam ideolojisinin en stratejik fikridir. Mükemmel, tamamlanmış, değiştirilmez ve sorgulanmaz doğmalardan oluştuğunu sanan İslam ideolojisi, bütün zamanlar ve çağlar için söylenmesi gereken bütün sözleri ve alınması gereken bütün içtihatları verdiğini söyleyerek bütün yeni sözlere ve fikirlere kapıları kapatmıştır. Süreklilik içinde düşünme ve değişme, İslam ideolojisine ve zihniyetine çok yabancıdır.

İslam ideolojisi, sürekli olarak kaynakları, kalıpları ve kurumları olan geçmiş yüzyıllara dönmeyi modern insanlık durumuna cevap, itiraz ve altermnatif olarak sunmaktadır. Geçmiş yüzyılların kaynaklarını, kalıplarını ve kurumlarını modern dünyaya taşımak, modern hayatı sahici anlamak ve yaşamak anlamına gelmemektedir. Geçmiş yüzyılların kaynaklarını, kalıplarını ve kurumlarını günümüze taşımak, bugünden vazgeçip yüzyıllar öncesinin tarihsel ve kültürel koşullarına dönmek gibi bir imkansızlığa kalkışmak anlamına gelmektedir. Geçmişe dair hiçbir tarihsel ve kültürel durumun bugüne taşınmasına ihtiyaç olmadığı gibi, böyle bir gereklilik de mevcut değildir.

İslam ideolojisi, Arap kültürüne dayanan, değişik tarihsel ve kültürel şartlar altında Fars, Bizans, Yunan, Mezopotamya, Hint ve Asya kültürlerinden etkilenerek oluşan yerelliklerden ve durumsallıklardan oluşmaktadır. Hiçbir din bütün insanlık için geçerli tek din olmadığı gibi, bütün insanlık için geçerli olan tek bir evrensel ilahiyatta yoktur. Bütün din, kimlik, kültür, mezhep ve etnisite mensuplarına düşen görev, bütün insanları insan onuruna sahip eşit kadınlar ve erkekler olarak kabul etmeyi tanımak ve içselleştirmektir. İslam ideolojisinin efendi-köle, inanan-inanmayan, kadın-erkek şeklinde ayırımlar yapmadan bütün insanları insan onuruna sahip eşit ve özgür bireyler olarak kabul etmesi, müslüman toplumların modern durumu anlama ve yaşama kapasitelerini geliştirmeleri açısından olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Katı, kapalı ve karşıt niteliklere sahip İslam ideolojisine sahip Müslüman toplumlarda rasyonel, , özgürlükçü, demokratik ve modern bir teolojinin geliştirilmesi imkansızdır. İslam ideolojisinin dinin köküne ve kaynaklarına dönme söylemi, aslında akla, özgürlüğe, çoğulculuğa, demokrasiye ve modern olana kapıyı kapatmak ve modern olanı reddetmek anlamına gelmektedir. İslam ideolojisi, antirasyonel, antiliberal ve antidemokratiktir. Dünyaya, hayata ve insanlığa çok katı, dar ve kapalı otoriter bir çizgiden bakan İslam ideolojisi, özgürlükçü, demokratik ve çoğulcu nitelikteki teolojiye, din ve vicdan özgürlüğüne, demokrasiye, laikliğe, hukuka, barışa, insan haklarına kesinlikle karşı çıkmaktadır ve reddetmektedir.

İslami ideolojinin modern dünyayı anlama kapasitesinin olmamasının temelinde İslam’ın akıl merkezli bir din ve ideoloji olmaması gerçeği bulunmaktadır. İslam, akıl merkezli bir din ve ideoloji değildir. Kur’an ve hadisler, rasyonel bir bakış tarzı vermemektedir. İslam, kendi doğmalarını desteklediği ve onayladığı sürece sınırlı, güdümlü ve kontrollü bir düşünce ve akletme faaliyetine yer vermektedir. İslam ideolojisinde akla, bilgiye ve özgürlüğe merkezi bir yer verilmemekte ve insan akıl, bilgi ve özgürlük sahibi varlık olarak konumlandırılmamaktadır. İslam ideolojisinin başında, ortasında ve sonunda tasdik, taklit ve teslimiyet vardır. İslami ideoloji, akla, bilime ve özgürlüğe merkezi ve varoluşsal düzeyde bir değer ve işlev atfetmemektedir. İslami ideolojiye göre aklın, bilginin ve özgürlüğün klavuzluğunda olan yaşam, din değildir. İslami ideolojiye göre din, vahyin, yani naklin Kur’an ve Sünnetin kılavuzluğunda olan yaşamdır. Naklin kılavuzluğunda inanmak ve yaşamak, aklın ve iradenin dışında bir hayat sürmek demektir. İnsan, naklin kılavuzluğunu bırakıp aklına, iradesine ve özgürlüğüne göre davranamaz. Kişinin görevi, akla ve bilime uygun olanı yapmak değil, dini kaynakların içeriğinde yazılanları takip etmek ve uygulamaktır. İslami ideolojide din, aklın, iradenin ve özgürlüğün tamamen sindirilmesi ve silikleştirilmesi sonucunda şeksiz ve şüphesiz bir şekilde dini doğmaların, ritüellerin ve uygulamaların tasdik ve taklit edilerek onlara teslim olunmasıdır.

İslam, bütün yönleriyle irrasyonel ve antirasyoneldir. İslam fıkhında, tasavvufunda ve kelamında baskın ve egemen olan, akıl değil, nakildir. Akıl dışı ve karşıtı özelliğinden dolayı İslam dini ve ideolojisi, modern çağın bilimsellik, bireysellik, özgürlük, sekülerlik ve rasyonalite olgularıyla ve kavramlarıyla bağdaşmamaktadır.

İslam’ın fıkhında, tefsirinde, hadisinde, tasavvufunda, kelamında irrasyonellikler ve anti rasyonellikler egemendir. Mutezile, Ebu Hanife ve Matridi gibi kişilerin ve kelam mezheplerinin cılız bir şekilde de olsa aklı referans almaları, İslam kültüründe güçlü ve verimli bir rasyonel boyut ve pratik olduğunu göstermemektedir. İslam’ın iman, ibadet ve muamelat boyutları, akla değil, nakle dayanmaktadır. İslam, irrasyonel nitelikte bir inanç, ibadet ve muamelat doktrinine sahiptir. İslam’da iman, ibadet ve muamelat, zaman ve mekandan münezzeh tek Tanrı’ya karşı yerine getirilmesi gereken görev ve yükümlülüklerden oluşmaktadır. Aklın, İslam’daki dini ve ideolojik örüntüyü izah etmesi imkansızdır. Bundan dolayı İslam dini ve ideolojisi, kendisini akla değil, vahiy olarak görülen nakle dayandırmaktadır. İslam, akıl dini olmadığı gibi, Kur’an’da rasyonel bir kitap değildir. Tanrı’nın varlığını, meleklerin varlığını, dini kitapları, peygamberliği, öteki dünyayı ve kaderi rasyonel olarak açıklamak ve temellendirmek mümkün değildir. Akla uygun olmamasına rağmen Müslümanlar, evrenin altı günde yaratıldığına, ölümden sonra cismani haşrin olacağına, İsa’nın ölüyü dirilttiğine, hastaları iyileştirdiğine, meleklerin savaşlarda Müslüman ordulara yardım ettiğine, Musa’ya yol vermek için Kızıldeniz’in yarıldığına, İsa’nın bakire bir kadından doğduğuna inanmaktadırlar.

Aklı ikincil plana iten ve etkisizleştiren İslam dini ve ideolojisinin öne çıkardığı ve asıl ölçü olarak kabul ettiği tek şey, vahiy olarak değerlendirilen nakildir. İslam’ın akıl dini olması mümkün değildir, çünkü İslam, saf nakil dinidir. İnsanın, dinin temelinde yattığı iddia edilen tanrısal iradeyi aklıyla bilmesi mümkün değildir. İslami ideolojiye göre insan, Tanrı’nın varlığını ve tanrısal iradeyi ancak vahiyle, yani nakille bilebilir. İslam’a rasyonel açıdan bakmak mümkün olmadığı gibi, İslam’ın ana doğmalarını akılla temellendirmek de mümkün değildir.

Nakle dayanan İslam, göreceliliğe ve çoğulculuğa açık değildir. Felsefe, bilim, sanat, ahlak, edebiyat ve doğa alanları arasında bağlar, bağlantılar, ilgiler ve ilişkiler kuramayan İslam, kendisini bunların üstünde konumlandırmakta, felsefe ve sanat başta olmak üzere insan tecrübesiyle çatışabilmektedir. Hayatla, insanla ve doğayla bağlantısını güncel tutma gereği duymayan İslam, gerçek manada hayata karışmamakta ve insani deneyimlerle hiçbir şekilde zenginleşmeyi kabul etmemektedir. Mutlak doğru olduğu kabul edilen naklin doğmalarını dayatan İslam, hiçbir şekilde din alanını göreliliğe ve çoğulculuğa açmamakta, dinamik bir tarih ve kültür içinde gelişen, çeşitlenen ve zenginleşen dini tecrübenin ve kültürün ortaya çıkmasını reddetmektedir. İslam kelamı, fıkhı ve tasavvufu başta olmak üzere Müslüman kültürün bütün alanları, göreliliğe, çoğulculuğa ve bireyselliğe açılan savaş hikayeleriyle doludurlar. Mutezile’nin ortadan kaldırılması, Hallac’ın ve Suhreverdi’nin öldürülmeleri, Malikilerin İmam Şafii’ye saldırıları, Gazali’nin filozofları küfürle suçlaması, Buhari’nin Ebu Hanife’ye ağır hakaretleri, Müslüman kültüründe göreliliği ve çoğulculuğu kaldırmaya yönelik girişimlerdir. Müslüman kültüründe sahici, sistematik ve derinlikli anlamda bir eleştiri ve muhalefet kültürü yoktur. İslam, dini alanda hiçbir eleştiriyi ve muhalefeti kabul etmez. İslam’ın kendisine özgü bir aklı yoktur. Akıl, saf dini bozabilir ve karıştırabilir. Saf dini temsil eden ve ortaya çıkaran kaynak olarak nakil görülmektedir. İslam’ın tevhit doğması etrafında oluşturulan nakli vardır. Tanrı’nın birliği anlamında tevhit doğması dahil İslam’ın hiçbir iman esasının rasyonel olması mümkün değildir. İman esaslarının rasyonel olduğunu göstermeye yönelik bütün girişimler ve söylemler, gereksiz ve verimsizdirler. İslami açıdan İslami nakle hizmet ettiği sürece insan aklına minimum düzeyde bir değer ve işlev verilebilir.

İslam’da bilim, felsefe ve sanat önemli ve öncelikli değildir. Kur’an, bilimi, aklı, felsefeyi ve sanatı destekleyen bir kaynak değildir. Hadis kitaplarında, akla, bilime, sanata ve felsefeye dair sahici ve olumlu bir anlayış bulunmamaktadır. Kur’an, hiçbir şekilde, bilim, sanat, felsefe ve ahlak tecrübeleri arasında bağlantılar kurmamaktadır. Kur’an, belirlediği dini doğmaların sınırları içinde düşünmeyi teşvik eden ve sonunda o doğmaların kabul edilmesini en yüce erdem olarak sunmaktadır. İslam, hiçbir şekilde bilimin, felsefenin ve sanatın otonomluğunu kabul etmemektedir. Kur’an’a göre otonom olma ayrıcalığı sadece İslam’a aittir. Felsefe, bilim, sanat ve ahlak, dine hizmet ettikleri sürece değerli, meşru ve geçerlidirler. İslam, hiçbir şekilde bilim, felsefe ve sanat alanlarında objektif araştırmayı, düşünmeyi ve yaratmayı kabul etmemektedir. Her türlü bilimsel, felsefi ve sanatsal çalışma İslam yanlısı olmak zorundadır. İslam, bilim ve felsefe alanlarındaki rasyonelliği reddetmekte, imanı destekleyen ve onaylayan sınırlı bir rasyonelliğe izin vermektedir. Kur’an, bilim, ahlak ve sanat arasında dengeli, rasyonel ve sahici bir ilişki kurmamaktadır. Batı’da yüzyıllar boyunca süren felsefi ve bilimsel tartışmalar, araştırmalar, teoriler, pratikler sonucunda ortaya çıkan modern bilim anlayışı, Kur’an’dan çıkarılamaz veya Kur’an’a ve İslam’a dayandırılamaz. Kur’an ve İslam, modern bilim anlayışına yabancıdırlar ve karşıdırlar. Modern bilim anlayışını Kur’an’a dayandırmaya kalkmak bir yanılgı ve yanılsamadır. Kur’an, bilim ve aklı reddetmekte, ilahi hikmet olarak ortaya koyduğu dini doğmaları savunmaktadır. Kur’an’da nortaya konulanlar, akli değil, naklidir. Nakli olarak ileri sürülenlerin akli olduğunu Kur’an ve hadislere söyletmeye kalkmanın hiçbir imkanı, gerçekliliği ve gereklilliği bulunmamaktadır. İslam ideolojisi, insanı, toplumu ve doğayı düşünen, anlayan ve yorumlayan sahici bir bilimsel ve felsefi boyuta sahip değildir. İslam’da, akla, ampirisizme ve objektifliğe dayanan bir felsefe ve bilim zihniyeti ve pratiği bulunmamaktadır.

Modern bilim, sanat ve felsefe, Batı medeniyetinin ürünleridirler ve tecrübeleridirler. Modern bilimin, felsefenin ve sanatın İslam’la hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Modern dünyaya dair bütün değerleri, ve kurumları, ancak Batıdan öğrenebilir ve Batılı kaynaklarla öğrenebiliriz. Demokrasi, özgürlük, barış, insan hakları, modern bilim, bireysellik, sekülerleşme, rasyonalizm, çoğulculuk, teknoloji ve yaratıcılık hep Batı düşüncesi ve medeniyeti sayesinde öğrendiğimiz ve sahip olduğumuz kazanımlardır.

Batı medeniyetinin ve düşüncesinin bir ürünü olan modern dünya ve modernlik, birey olarak insanın güçlenmesini, özgür olmasını, rasyonel olmasını, farklılaşmasını, kendi özgür aklıyla özgün tercihlerde bulunmasını ve kararlar vermesini savunmaktadır. Bütün insanların kendi hakimiyeti altına almayı asli amaç edinen İslam ideolojisi, bireyin özgürlüğünü ve gücünü ortadan kaldırmaktadır. İslam, kendisine bağımlı ve itaatkar müminler oluşturmayı amaçlamaktadır.

İslam’ın insan kişiliğini özgür ve özgün kılma gibi bir amacı yoktur. İslam, sürekli olarak Tanrı adına insanı, toplumu ve devleti kendi kontrolüne almayı ve bağımlı kılmayı hedeflemiştir. İnsanın özgürce aklını kullandığı, bireysel, sosyal ve siyasal işlerinde kendi kaderini tayin ettiği, Tanrı adına dünyaya, hayata, siyasete ve devlete hükmedilmediği modern bir anlayış, hiçbir şekilde İslam’da mevcut değildir. İslam, insanı güçlendirmeyi ve geliştirmeyi hiçbir zaman amaçlamamıştır. İslam, insana karşı Tanrı’yı mutlak hakim haline getirmektedir. Bireyin ve toplumun gelişmesi için insani özgürlüğü, özgünlüğü ve çoğulculuğu teşvik etmeyen İslam, bireyi kendi hayatına dair kararlar verme ve seçimler yapma yeterliliğinden mahrum aciz bir kul ve köle olarak görmektedir. İslam, zayıf, homojen, bağımlı ve itaatkar bir insan ve toplum istemektedir. İslam’ın aksine modernliğin en belirgin özelliği akıllı, özgür, özgün ve çoğulcu insandır. İslam, hayattan haz almayan, özgürlük ve akıl yoksunu bir insan, toplum ve dünya istemektedir. Modernlik ise güçlü ve akıllı olmayı, güçlenmeyi ve gelişmeyi, mutluluk ve kendini gerçekleştirmeyi değer olarak kabul etmektedir. Bilim, felsefe ve sanat, insanın güçlenmesi, gelişmesi, kendisini gerçekleştirmesi ve mutlu olması için sürekli olarak geliştirilen, değiştirilen ve düzenlenen tecrübelerdir.

İslam, devleti, serveti, kadını, siyaseti ve hakimiyeti kontrolüne almayı istemektedir. İslam’ın bütün dünyaya hakim olmak isteyen hegemonik ve totaliter doğası, özgürlüğü, barışı ve hukuku ortadan kaldırmaktadır. İslam, doğduğu günden bugüne kadar kendi içinde ve dışında hiçbir zaman barışı, hukuku ve özgürlüğü gerçekleştirmemiş, bilakis bunları ortadan kaldırmıştır. İslam’ın varlığı doğal olarak aklı ortadan kaldırdığı gibi, barışı, özgürlüğü ve hukuku da ortadan kaldırmaktadır. İslam nakilciliği, farklılıkları, özgünlükleri, özgürlükleri ortadan kaldırmakta, despotizmi, şiddeti, fanatizmi, sömürüyü, ötekileştirmeyi, tektipleştirmeyi, kontrolü, baskıyı ve tahakkümü yaratmaktadır. Özgürlüğe dayanan bir yaşama kültürünü reddeden İslam nakilciliği, farklılıkları inkar etmekte, çoğulculuğu, toleransı ve yaratıcılığı reddetmekte, taklit ve teslimiyet şeklinde bir yaşam biçimini dayatmaktadır.

İslam, nakil dinidir. Nakil dini olarak İslam, zihinsel ve düşünsel aktivizme, dinamizme ve canlılığa kapalıdır. Nakil dini olan İslam’da dinin temel doğmalarını, kutsal tarihini, kutsal kurumlarını, kaynaklarını, kişiliklerini, mezheplerini, tarikatlarını ve cemaatlerini bilimsel, akademik, rasyonel ve eleştirel ölçülerde konuşmak, tartışmak ve sorgulamak mümkün değildir. Nakil dini olduğu için İslam’a dair dini bir konunun tarihsel, rasyonel ve eleştirel olarak konuşulması ve tartışılması, kolaylıkla bir kavga, linç ve şiddet konusuna dönüştürülmektedir. İnsanın, dilediği gibi düşünme, konuşma ve yaşama özgürlüğü yoktur. İslam nakilciliği ve doğmatizmi, denetimci ve baskıcı tutum ve mekanizmalarla insanın sözünü, düşüncesini ve davranışlarını denetlemekte, yönlendirmekte, yasaklamakta ve bastırmaktadır

Deng Dergisi, sayı:133

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar