2025-02-01
Taha Özhan
PKK silahla elde edebileceği hiçbir şeyi tarif edemeyen, silahsız, yani siyasal bir mücadeleyi ise telaffuz dahi edemeyen kısır döngüsünü kırmak için önemli bir fırsatla karşı karşıya. Ancak PKK aklı, bu cümleyi her duyduğunda sahici bir teklif yerine “sinsi bir tehdit” ya da “büyük bir komplo” olarak okuduğu sürece kısır döngüsünü kıramayacaktır.
Türkiye’nin demokratikleşme sancıları derin bir kısır döngü oluşturmuş durumda. Verimli ve tarafsız bir kamu idaresinden hukuk devletinin tam tesisine, kabul edilebilir bir düzeyde serbest piyasa işleyişinden adil bir gelir dağılımına, kült sistemine dayalı eğitim sisteminden sahici bir sivil topluma sorunların merkezinde demokratikleşme sorunu bulunuyor. Bu meseleleri çözmek için tek yol olan siyaset ise, iktidar veya muhalefetteki konumundan bağımsız bir şekilde hem sorunlarla yaşamaya hem de asırlık tabuların konforuna oldukça alışmış durumda. Değişim yerine adaptasyon, siyaset yerine sorunların iletişimi ya da (çoğu zaman farkında olmadan) siyaset eleştirisi güçlenmeye devam ediyor. Bu kriz tabiatıyla yeni bir siyasetfobi üretmiş durumda. Hemen herkesin bu korkunun ve tabunun konforlu gölgesini tercih etmesiyle de siyaset yapımı yetim kalmış durumda. Hatta ne kadar siyasetsizlik eksenine sadık kalınırsa o kadar zekice ve kurnazca davranıldığı bile düşünülüyor. Oysa toplumsal muhalefet ve siyaset, bu siyasetsizlik atmosferi içerisinde, lidersiz ve yönsüz halde lümpen bir şekilde büyümeye devam ediyor. Bu siyasetsizliğin önemli araçlarından birisi de “PKK sorunu”.
Yıllar içerisinde bir yönüyle dönüşen, bir taraftan da zamana, tarihe ve hayata karşı akıl almaz bir dirençle cenin pozisyonunu koruyan “PKK dünyası” da kendi kısır döngüsünü üretmiş durumda. 22 Ekim’den beri tekrar bir siyasi sorun olarak da “fark edilen” PKK’nın, aradan geçen onca yıldan sonra kendisine sunulacak olan fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceğini göreceğiz. PKK ve örüntüsü içerisinde yer alan bütün unsurlar açısından sürecin özünde bir tek sorunu bulunuyor: PKK kısır döngüsünden çıkıp çıkmayacakları. Zira bu kısır döngüde kalmaya devam ettikleri sürece yeni bir açılım yapmaları zor görüyor. PKK kısır döngüsünün hemen fark edilebilen bazı özellikleri bulunuyor.
Siyaset Düşmanı Maksimalizm
Bunların başında siyaset dışı bir maksimalizm geliyor. Hayattan, dolayısıyla siyasetten kopuk bu maksimalizm, çoğu kez telmihlerle bezenmiş, tarih dışı bir anlatının ve sebep-sonuç ilişkilerini feci şekilde yanlış konumlandıran diyalektiğin üzerine kurulu, dünyaya ben-merkezci bir şekilde bakan bir yaklaşımın ürünü. PKK maksimalizmiyle uğraşmak, baştan kendisine zarar vermeye çalışan bir kişiyi ikna etme çabasına girişmeyi göze almayı gerektiriyor. Zira verili durumun, siyasal çerçevenin ve yaşanan değişimlerin bu maksimalizm karşısında fazlaca bir anlamı bulunmuyor. Kendi kehanetine fazlaca ikna olmuş bir keskin inanç dünyasının içerisinde, ortaya çıkmış ve çıkacak maliyeti zerre umursamayan bir ahlaki zeminde yürüyen bu aklın maksimalizmden kurtulup siyasallaşması ve rasyonelleşmesi kolay görünmüyor. Ancak her şeye rağmen belli katalizörler eşliğinde maksimalizmden kurtulmak PKK için bile mümkün olabilir. Bu katalizörlerin başında Öcalan’ın geldiği farz ediliyor. Örgütün ilk kurucu lideri, hayattayken, PKK kısır dünyasını kırabilecek potansiyele sahip olabilir. Bu potansiyeli siyasal bir iradeye ve perspektife büründürme sorumluluğu alıp alamayacağı, Öcalan’ın da gönüllü olarak durduğu PKK hapishanesinden ne kadar çıkmak istediğine bağlı olacak.
Nihilizm ve Teoloji
PKK kısır döngüsünü vücuda getiren bir diğer unsur ise ilk günden siyaset korkusunun sebep olduğu nihilizmdir. Zira PKK, doğuşu itibarıyla, ne yıllara sâri ve geleneği olan bir siyasi mücadelenin ne başı sonu belli bir fikri çizginin ne de ciddiye alınacak kadar geçmişi olan kadronun ürünüdür. Savaş veya silahlı mücadele ancak bir siyasetin aracıysa nihilizm üretmeyebilir. PKK, bu nihilizm içerisinde “silahlara sarılmıştır”. Üstelik bu silahlara PKK’nın eli mi uzanmıştır yoksa Soğuk Savaş dünyasında “başka ‘eller’ mi PKK’nın eline silahları vermiştir” sorgulaması da hiçbir zaman sahici bir şekilde yapılamamıştır. Zaten PKK nihilizmi içerisinde bunun hiçbir anlamı olmamıştır. PKK’nın, silahlı mücadeleye başladığı ilk gün silahla ne elde edeceğine dair ne kadar fikri varsa, 40 yıl sonra elindeki silahlarla ne edebileceğine dair o kadar fikri bulunuyor.
Şu an hayatta olan lider kadrosu, 1970’lerin ortasından itibaren şekillenmeye başlayan PKK’nın doğuşu sırasında, 20’li yaşlarının başlarındaydılar. Bu yaş ortalamasında siyasal olgunluk ve naiflik düzeyi, tecrübe derinliği, Türkiye’yi ve dünyayı idrak kabiliyeti ne kadar olabilirse, o kadardı. Bugünden geriye doğru yeniden estetize edilen, entelektüel anlam giydirilen, siyasal tarih üretilen kadro buydu. Silahları gibi akılları ve kullandıkları dil ne kadar kendilerine ait olabilirse, o kadar aitti. 1970’ler ve 80’lerde, Soğuk Savaş ve Türkiye’nin siyasal sofistikasyonu vasatında, ergen bir siyasallaşmanın ötesine geçmesi mümkün olmayan entelektüel düzeyin etrafında şekillenen PKK aklı, neredeyse yarım yüzyıl sonra adeta tarihin ve zamanın içerisinde kayboldu. PKK nihilizminin inşa ettiği zırh sayesinde her türlü değişime ve siyasallaşma baskısına karşı dayanıklı hale geldiler, kısır döngülerinin duvarlarını olabildiğince tahkim ettiler.
PKK kısır döngüsünün üçüncü unsuru ise Kemalizm taklidi yaparak icat ve inşa ettiği teolojisi oldu. Elbette gerek bu teoloji gerekse de kısır döngüyü inşa eden diğer unsurların oluşmasında en büyük yardımcısı vesayet rejimiydi. İlkel bir ırkçı sosyal mühendisliği bütün topluma dayatan bu rejim, PKK’ya her zaman can suyu olacak zemini hazırladı. Kendine özgü bir teoloji inşa etmeyi başaran PKK, Kürtleri ve Kürtlüğü bu dünya içerisinde yeniden icat etme girişiminden de geri kalmadı. Bambaşka dünyalardan devşirdiği, tercüme ettiği ve içindeki mezhepçi dinamiklerin örtülü dayatmasıyla feodalite mücadelesi altında Kürt Kemalizm’ini kendince hayata geçirmeye çalışan örgüt; Kürt yabancılaşmasının zeminine ciddi anlamda katkı verdi. PKK teolojisi kendi icadı tarihi, soyutlamaları ve diyalektiği ile oldukça konforlu bir alanda her türlü meşruiyet açığını kapatacak bahanelere ve argümanlara sahip oldu. Bu duruma kullanışlı ya da seçici bir PKK tarihi yazımı da eklenince PKK’nın günahsız maziye kavuşması mümkün oldu. Başka bir ifade ile Roboski’deki facianın devasa bir literatürü oluştu ama Dürümlü’de geriye kalan “60 kg”ın anlamını bu satırları okuyanların çoğunun da hatırlamayacağı şekilde unutturulması özenle sağlandı.
Hatasız, yanlışsız ve her daim mağdur olma imkânına bu teoloji sayesinde kavuşan PKK, yıllar içerisinde Kürt toplumsal muhalefetinin iradesine ipotek koyarak, siyasetle ilişkilerinin neredeyse tamamen kopmasının teminatı haline geldi. Hatta bu teolojinin yazdığı ve dayattığı tarihe bakılırsa, tanıdık “olmasaydık, olmazdınız” düzeyi oldukça işlevsel bir sopa olarak yıllarca Kürtler üzerinde kullanıldı. Başka bir ifade ile binlerce yıllık Kürt tarihi ve kimliği, PKK parantezine alınarak, PKK’nın gölgesinde kalmayan her unsur ve yaklaşım yok sayıldı. Bu ret ve inkâr politikalarının huzurlu bir şekilde hayata geçmesi için başka başkentlerden memleketle konuşanlar, Türk solu ve liberalizmi de gereken hizmeti fazlasıyla verdiler. Hatta daha da ileri giderek, siyasallaşma krizini aşma adına icat ettikleri “Türkiyelileşme” stratejisiyle, Kürt seçmene ilk kayyum dalgasını da başarıyla hayata geçirdiler. Sonuçta PKK teolojisi muhafaza edildiği oranda kısır döngüsü de ömrünü uzatmış oldu.
PKK’nın kısır döngüsünün son değilse de önemli bir unsuru da akışkan ittifak zihniyetidir. Var olabilmek adına, siyasetten hâlihazırda kopmuş olmanın verdiği ferahlıkla, adeta devre mülk bir yapı gibi, her türlü değişken işbirliğine sonuna kadar açık oldu. Bugüne kadar kaç başkent dolaştığını, kaç servis arasında mekik dokuduğunu ve aynı anda kaç merkezle nasıl işbirlikleri peşinde koştuğunu takip etmek zor. Akışkan ittifak dünyasında, her yeni ittifak güncellemesi, her yeni ihale o güne kadar herkesin bildiği vahim geçmişi sıfırlamaya yarayan, hedefsizliği örten ve hepsinden önemlisi siyasallaşmamanın sancısını tazmin eden bir vazife ifa etmektedir. Bugün de yıllarca bir tek Kürdün yaşadığını hatırlamadığı Suriye’de, Şam rejiminin kanatları altında serpildiği ülkede, işbirliği içerisinde olduğu yıkılan Esed rejiminin enkazında imkânsız bir misyon için görev emri almış durumda. Suriye’de kelimenin tam anlamıyla “paralı asker” hatta sözleşmeli gardiyan fonksiyonuna indirgenmiş olan PKK’nın akışkan ittifaklar stratejisini artık aşikâr bir hale getirmesi birçok şeyi anlatmaktadır. Kaldı ki, Suriye’de ABD adına, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde, Af Örgütü ve başka kurumlar tarafından da savaş suçlarının işlendiği tespit edilen, hukuki hiçbir zemini olmayan DAİŞ kamplarını ve cezaevlerini işletmek ana fonksiyonlarına dönüşmüş durumda. Suriye’de Guantanamo işletmeciliğinden ibaret olan bu fonksiyonu korumak için yıllardır farklı ülkelerin vatandaşlarını geri alma taleplerini bile kabul etmeyen bir yapıdan bahsediyoruz. Açıkça DAİŞ’i kendisine sermaye yaparak Suriye sürecini zehirleyen ve Kürtleri hak etmedikleri bir çıkmaza mahkûm eden bu fonksiyonun sürdürülebilir olması mümkün değildir. Haya edilmesi gereken bir pozisyonu jeopolitik kazanım, Kürtlerin kaderi gibi tanımlarla örtme kurnazlığının da gideceği bir yer bulunmamaktadır. PKK, kendisinden istenilenleri yapmanın ve kim isterse istesin, ne isterse istesin önünde sonunda “kan dökmekten” daha öte hiçbir fonksiyonu olmamasının sancısıyla yüzleşmektense kısır döngüsünün konforunu her zaman tercih etti.
PKK Kısır Döngüsü Kırılır mı?
Bu kısır döngülerin içerisinde var olan ama var oluş amacının bidayetini de nihayetini de tarif edemez durumda olan PKK’nın bir siyasal sıçrama yapıp yapamayacağını konuşuyoruz bugünlerde. Zira PKK açısından, 40 yılın ardından, ilk gün yapmaması gereken şeyi bugün yapmasını bekliyoruz. Süreç diye konuşulan olgunun başka bir anlamı bulunmuyor. PKK teolojisinde artık bir retorik gevezelikten ibaret olan “Ne zaman silah bırakmalıyız?” sorusunun her zaman bir tek cevabı oldu: Stratejik olarak en doğru zamanda. Muhteşem teoriler, ütopyalar, komplolar ve mitolojiler eşliğinde hiçbir zaman gelmeyecek olan “doğru zaman” tartışmaları yerine, “dün bırakmalıydınız” cevabı en doğru yaklaşımdır. PKK silahla elde edebileceği hiçbir şeyi tarif edemeyen, silahsız, yani siyasal bir mücadeleyi ise telaffuz dahi edemeyen kısır döngüsünü kırmak için önemli bir fırsatla karşı karşıya. Ancak PKK aklı, bu cümleyi her duyduğunda sahici bir teklif yerine “sinsi bir tehdit” ya da “büyük bir komplo” olarak okuduğu sürece kısır döngüsünü kıramayacaktır.
Bu durum en başta Öcalan için de geçerlidir. Zira Öcalan da önümüzdeki sürecin kendisi için son fırsat olduğunu görmek yerine PKK’ya vaziyet etmekten başlayıp bölgesel ütopyalar peşinde koşmayı tercih edebilir. Yeni bir akışkan ittifak imkânıyla, Suriye’nin kuzeyinde bir Amerikalı albayın uhdesi altında, kısa süreli bir jeopolitik anomaliden bölgesel eksen kurgusu, hatta gücü çıkarmaya varacak kadar büyük bir ütopyanın içerisine sürüklenen PKK aklının düştüğü çıkmaza Öcalan da düşecek mi göreceğiz. Öcalan açısından umut hakkının ne olacağı ne bu fikri cesaretle dile getirenin elinde ne de süreci ilerletmeye çalışan PKK dışındaki aktörlerin. Öcalan’ın kaderi neredeyse tamamen PKK’nın elinde. Ortada karmaşık bir durum yok. Kürt meselesinin yıllar içerisinde kördüğüm olmuş yapısı, siyasallaşamayan aktörler, jeopolitik dinamikler, Türkiye’deki ağır demokratik bakiye vs. bugün yaşanması beklenen süreç açısından pratik bir değer taşımıyor. Aktivist heyecanların ya da siyaset eleştirisinin siyaset zannedilerek bugünkü sürecin sarih çerçevesini bozmaya çalışmanın takas değeri de bulunmuyor. Kısaca, PKK silah bırakırsa bir süreç olacak, bırakmazsa olmayacak. Başka bir ifade ile PKK, kurucu liderinin kaderinin ne olacağına kendisi karar verecek.
Durumun bu kadar mekanik hale gelmesinde elbette birçok sebep var. Türkiye’nin demokrasi düzeyinin ne olduğu, demokratikleşmenin düzenli bir şekilde inkıtaa uğramış olması, 2008 sonrası PKK’nın siyasallaşma korkusunun maliyeti, Kürt siyasi hareketinin sahici bir siyasi parti üretememiş olması, son çözüm sürecinde yaşanan hayal kırıklıkları, bölgenin büyük ölçüde bir altüst oluş yaşaması vb. birçok sebep bulunuyor. Sonuçta, sokaklara çukur kazıp kurtarılmış özyönetim ilan etme trajedisinden Suriye gibi bir ülkede jeopolitik boşluktan ve karmaşadan ülkenin üçte birine varan bölgesinde kurtarılmış yönetim ilan etmeye kalkmaya varan bu savrulmanın artık bir rasyonel sıçrama yaşaması gerekiyor.
PKK’nın Öcalan Kararı Ne Olacak?
Ancak PKK kısır döngüsü, kendi dünyası içerisinde elbette durumu bu şekilde okumuyor. Tam da bu sebepten Şam’da Ahmet Şara görüşmesine Amerikalı vasisiyle birlikte girmeye kalkan bir akıl görüyoruz. Şam görüşmesinde, medyaya sızdırılanlara bakılırsa, kendilerine önerilen tekliflerin hiçbirisine olumlu cevap ver(e)meyen bir siyasetsizlik ve iradesizlik, durumun vahametini açıklıyor. Kürtlerin kültürel haklarını anayasal teminat altına alma, yerele güç transferi sağlayacak âdem-i merkeziyetçi bir idare, SDG/YPG unsurlarının orduya entegre edilmesi teklifleri cevapsız kalmış durumda. Bu müzakere çerçevesine karşın dillendirilen ise fiili durumun tanınması. Başka bir ifade ile YPG’nin müstakil bir güç olduğu, bulundukları bölgelerin kontrollerinde kaldığı ve enerji kaynaklarını kullandıkları cari pozisyonun Şam tarafından teyit edilmesi. Bu iki yaklaşımın bir orta yolda buluşması oldukça zor görünüyor. Zira PKK dünyasının maksimalizmi bir kez daha devreye girmiş görünüyor.
Bu gerilimin nereye gideceğine dair çok fazla kafa karışıklığı beklenmemelidir. Zira bu sürecin çatışmayı başlatması kaçınılmaz olur. Aynı anda özgüveni kendisine gelmiş Şam’ı ve Türkiye’yi karşısına alan bir yaklaşımın nelere yol açacağına dair de bir fikrimiz olabilir. Ama PKK dünyasının olur mu? Bugüne kadar olmadı. PKK aklı, her zaman döneceği bir “dağ” olmaya devam ettiği sürece, bulunduğu hiçbir yerde bir ev sahibi sorumluluğu hissetmeyecektir. Tam da bu sebepten dolayı, yıllarca Kürtlerin ve Türkiye’nin ödediği hiçbir maliyeti umursamadığı gibi Suriye’de de sorumsuz davranmaktan çekinmeyecektir. Kaldı ki yıllarca Şam’da Muhaberat’ın gözetiminde örgütçülük yapanlar, aynı rejimin ağır zulümler yaptığı Kürtleri ve bütün Suriyelileri bir kez bile hatırlamamışlardı. Şimdi aynı şeyi yapmalarının önünde bir özel engel olacaksa bu İmralı’dır. Öcalan bu cesareti ve feraseti gösterebilir mi, bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz, Öcalan’ın son fırsatını da değerlendirmediği bir denklemin iki sonucu kaçınılmaz olacaktır. Birincisi, PKK Öcalan’ı ölüme terk etmiş olacaktır. İkincisi, Öcalan da PKK’nın kısır döngüsünü kırılamaz bir hale getirmiş olacaktır.
Bu sonucun ortaya çıkmamasını isteyen bir aktörün daha olması gerekiyor. O da DEM Parti’den başkası değil. DEM Parti’nin, Öcalan’la Kandil, kamuoyu, siyasi partiler, medya arasında bir kurye mi yoksa süreçte bir aktör mü olacağına karar vermesi gerekiyor. Bu süreç onlara da siyasallaşma fırsatı veriyor. Bugüne kadar pek ilgi göstermedikleri bu alanın açığını aktivizm ve PKK maksimalizmiyle doldurdular. Ancak bu iki yaklaşımın da yeni denklemde bir kullanım değeri bulunmuyor. DEM Parti bunu fark ettiği oranda sürecin siyasetini üretebilir. Öcalan adına Öcalan’ı tefsir etmenin kimseye bir şey söylemediğini görmek gerekiyor. Bir kült lidere yönelik tazim diliyle “Bölgeyi dizayn eden, Türkiye’yi prangalarından kurtararak, Bahçeli’yle devlet aklını buluşturan, bunları yaparken de kadın düşmanlığının önüne geçmeyi ihmal etmeyip, emekçinin alın terinin güvenlik politikalarına harcanmasını engellemek için yol haritası açıklayan” Öcalan tefsirinin bu sürece bir katkı sunmayacağı ortadadır. Demirtaş’ın oldukça sade ve etkili bir şekilde kurduğu demokrasiyi önceleyen yaklaşımı bu noktada işlevsel olabilir.
Bir siyasi parti olabilmek için PKK dünyasının kısır döngüsünden ve silahlı vesayetinden çıkmanın demokrasiden başka bir yolu bulunmuyor. Zira PKK’yı, 40-45 yıl önce, bütün Türkiye’yi nefessiz bırakan ağır demokrasi açığı doğurmadı. Aksine PKK, demokratik bir mücadeleye cesaret edemediği için eline verilen silahı kabul eden bir yapı oldu. Bugün kendisine ait olmayan silahları bırakarak yeni bir başlangıç yapma tercihiyle karşı karşıya. Sürecin selameti PKK’nın kısır döngüsünü kırıp kıramayacağı kadar Öcalan’ın da gerçekten böyle bir sıçrama isteyip istemediğine bağlı görünüyor. Bu döngüyü kırmanın ilk adımı Öcalan’dan gelmek zorunda. Öcalan’ın göstermediği cesareti PKK dünyasının diğer aktörlerinin göstermesi için özel bir sebep bulunmuyor. Kaldı ki diğer aktörlerle mukayese edince en özgür, vesayet altında ve tecritte olmayan tek isim de hapiste olan Öcalan zaten!
Perspektif
POLİTİKA