Türkçe | Kurdî    yazarlar
“Muş’ta, Sason’da ve Van’da hâlâ Ermeniler vardı“

2025-01-15

Tuğçe Yılmaz

Avedis Hadjian, “Türkiye'nin Gizli Ermenileri” kitabında 1915’ten sonra hayatta kalmaya çalışan Anadolulu Ermenilerin izini sürüyor.

“Su altında kalmış bir dünyada yolculuk yaparken hayatını tek bir gemi askıda tutuyormuş. Ardından Sason dağlarını örten sularda bir kaya Nuh’un gemisini batırmış: Bu kaya Maruta Dağı’nın ucuymuş ve tekneyi bırakmayı reddetmiş. Ama dağ sonunda merhamet etmiş. ‘Git Nuh, ağabeyim Ararat’a git! demiş Maruta. Ve yılan Nuh’un gemisinin altına inip gövdedeki deliği kapatmak için bir sarmala dönüşecek şekilde kıvrılmış ve böylece Nuh’un Masis’e varmasını sağlamış.”

Sasun, Batman'a bağlı, tarihi ve kültürel açıdan son derece zengin bir ilçe. Bölge, tarihsel olarak Sasun adıyla biliniyor ve özellikle Ermeni tarihi, mitolojisi ve edebiyatında önemli bir yere sahip. Osmanlı döneminde bu isim yaygın olarak kullanılmış olsa da, Cumhuriyet döneminde Türkçe isimlendirme politikalarının bir parçası olarak ilçenin ismi "Sason" olarak değiştirildi.

8-10. yüzyılda sözlü geleneğe dayanan, 16-19. yüzyıl arasında yaygın olarak bilinen ve nihayetinde 1873'te yazıya geçirilen Ermeni destanı “Sasuntsi Davit”te (Sasunlu Davut), bölgenin kahramanlık hikâyeleri anlatılır. Destana göre Davit, adaleti savunan, halkını zulme karşı koruyan ve cesaretiyle herkesin sevgisini kazanan bir kahraman; Sasun da Ermenilerin bağımsızlık mücadelesi verdiği ve direnişleriyle tanındığı bir bölge.

Ancak Sasun’un ve bölgenin tarihi sadece kahramanlık hikâyeleri ve kültürel mirasla sınırlı değil. Bölgedeki Ermeni nüfusunun yaşadığı travmalar ve zorunlu kimlik değişiklikleri, bu toprakların karanlık ve unutulmaya çalışılan tarihinin bir parçası. Birçok Ermeni, özellikle soykırım sonrası dönemde, kimliklerini gizleyerek farklı kimlikler altında yaşamaya devam etti. Bazıları Türkleşmek, bazıları Kürtleşmek, bazıları Araplaşmak zorunda kaldı.

“Altından bahsetmeyin”

“Ben Müslümanım. Ermenileri seviyoruz. Beni görmeye geldiğine sevindim. Ben Ermeni’yim elbette, bunu nasıl söylemeyeyim. Sason’da hiçbir Hıristiyan bayramı yok. İstanbul’a gittiğimde bayram kutlamalarına katılıyorum. Ayrıca Diyarbakır Kilisesi’ne gittim: Dört mum yaktım. Ermeni Kilisesi’ni seviyoruz. Tekrar Hıristiyan olmayacağım. Müslüman olduk. ‘Önce şöyleydi, sonra böyle, öyleydi böyle oldu’ dedirtemem. Ama yanlış olmasın: Dini biliyoruz, yanlış kavramıyoruz. Herkese güvenmeyin. Altından bahsetmetmeyin. Bu insanlar kötü. Onlarla çok konuşmayın.”

Kendini “dönme” olarak tanımlayan Sasunlu Zeki, hikâyesinin bir kısmını böyle anlatıyor. Bazen kesik kesik ve tek kelime, bazen dedesinin anısına atıf yapacak kadar derinlikli. Zeki’nin anlatımında kaybolmayan tek şey ise korku.

Kimse Türkiye’deki gizli Ermenilerin bin kişiden mi, birkaç milyondan mı oluştuğunu bilmiyor.

19 Ocak 2007’de öldürülen Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink, "gizli Ermeniler" mefhumunu, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni nüfusunun bir kısmının, soykırım sonrası hayatta kalanların ve onların soyundan gelenlerin, kimliklerini gizleyerek Türk veya başka bir etnik kimlik altında yaşamalarını ifade etmek için kullandı.

Venedik’te yaşayan Ermeni gazeteci ve yazar Avedis Hadjian’ın “Türkiye’nin Gizli Ermenileri” (The Hidden Armenians of Turkey) kitabı, ülkenin geçmişle yüzleşmeye başlıyor gibi göründüğü bir dönemde, 1915’ten hayatta kalabilmiş Anadolulu Ermenilerin izini sürme çabasını anlatıyor. İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ve Akın Emre Pilgir’in Türkçeye çevirdiği kitap, Hadjian’ın uzun yıllar izini sürdüğü gizli Ermenilerin hikâyelerine odaklanıyor.

"Buluştuğumuz yer"

Güncel gelişmeleri de odağına alarak okuru Raymond Kévorkian'ın "Ermeni Soykırımı" kitabının arka planıyla bir tarih turuna çıkan yazar, yol boyunca her kesimden insanla karşılaşıp onların tanıklıklarını dinliyor. Bu insanların, herhangi bir yaş grubuna veya belirgin bir politik görüşe sahip olmamaları dışında tek bir ortak noktası var: Ermenilik.

624 sayfalık kitapta Hadjian, daha önce bu konuda yazılmış eserlerden farklı olarak, tanıklıklar aracılığıyla Ermeni soykırımının, Ermeni ulusunun belleğine kazıdığı korkunun, bugün hâlâ nasıl şekillendiğini ve toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini gösteriyor. Hadjian, geçmişin travmalarının sadece tarihsel bir olgu olarak kalmadığını, bu korkuların günümüzdeki Ermeni toplumunun kimlik arayışlarını, günlük yaşamlarını ve sosyal ilişkilerini nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor. Ancak bir yanıyla da hâlâ umutlu: "Muş’ta, Sason’da ve Van’da hâlâ Ermeniler vardı: Bütün umutlar henüz tükenmemişti."

Zehir dolu ırmaklar

Yazar, 1984’ten beri uykuda kalan kitabını Hemşinli yönetmen Özcan Alper’in “Sonbahar” (2008) filminin ABD’deki galası vesilesiyle yeniden yazmaya başlıyor. “Gizli Ermenilere” dair ilk kez 2012’de Ianyan blog’da bir yazısı yayımlanan yazar, 2013 yılında İstanbul’da Ahmet İnsel’le tanışıyor. İnsel’le tanışıklığından sonra çalışması için İstanbul’a daha sık gelen Hadjian, Türkiye’deki politik atmosferi de yakından gözlemleyebiliyor. 2010’lu yılların başından itibaren Ermeniler ve Türkler arasındaki görece iyimser ilişkilerin kısa bir süre sonra sona ermeye başladığını gören yazar, Türkiye’den bir yayınevinden, İletişim Yayınları’ndan gelen bir e-mail ile iyi hissetmeye biraz daha yaklaşıyor. Ancak, kitabın Türkçe basımının önsözüne şu notu düşüyor:

“Bölünmenin diğer tarafında trajik bir ironi olarak adlandırılabilecek şekilde, Dink’in katledilmesinin ve akabinde Türkiye’deki Ermenilerle paylaşılan yas ve gösterilen dayanışmanın ardından inşa edilen iyi niyet, Dağlık-Karabağ’ın kuşatılmasıyla ve Türkiye’nin aktif desteğiyle Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı başlattığı 44 Günlük Savaş’ın neticesinde yok olmuştu. Savaş Ermenistan açısından travmatik kayıplarla son buldu ve ardından Eylül 2023’te Azerbaycan’ın kuşatmasının neden olduğu etnik temizlik başladı. Hiçbir zaman tam olarak iyileşmeyen soykırım yaralarının tekrar açılması için bu yeter de artardı. Zehir dolu ırmaklar, eski düşmanlık denizlerini tekrar besliyordu. Ermeniler ve Türkler arasındaki uçurumu bir kez daha genişletiyordu.”

Dikranagerd, Daron, Garin

Hadjian, araştırması kapsamında, tüm bu kötü iklime rağmen deyim yerindeyse köy köy, kasaba kasaba dolaşıyor. Gezileri vesilesiyle oluşturduğu haritayla da kitabını 10 bölüme ayırıyor: Sason, Kommagene, Dikranagerd, Daron, Garin, Sepasdia ve Küçük Asya, Kharpet, Van, Kilikya, Karadeniz ve Hemşin. Hadjian'ın odağındaki kentler ise Sasun, Adıyaman, Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Muş, Erzurum, Kars, Sivas, Kayseri, Kastamonu, Yozgat, Amasya, Ankara, Dersim, Elazığ, Van, Urfa, Maraş, Adana, Kilis, Antep ve Rize.

Kommagene, Karadeniz ve Hemşin gibi istisnalar bulunsa da her bölümün başlığı tarihi Ermeni vilayetlerine karşılık geliyor. Şehirler ve bölgeler, geçmiş ya da günümüzdeki idari birimlerle tam örtüşmüyor; örneğin Ankara, Yozgat ve Amasya, Sepasdia (Sivas) vilayetine dahil değil. Yazarın belirttiğine göre bölümlerin uzunluğu da bölgedeki Ermeni nüfusunun yoğunluğunu yansıtmıyor; sadece yazarın toplayabildiği hikâye sayısını gösteriyor. Kitapta tarihsel isimler ise resmî Türkçe adlarıyla kullanılıyor. Örneğin Erzurum için Garin, Diyarbakır için Dikranagerd adı tercih ediliyor.

Elbette ve ne yazık ki, yazar Türkiye siyasetindeki dalgalanmaların azınlıklar üzerindeki etkisini sınırlamak için görüştüğü kişilere takma isimler veriyor ve köy adlarını da aynı şekilde değiştiriyor. Kitap, yüz yıl boyunca Ermenilerin Anadolu topraklarında yaşadığı ayrımcılığı, korkuyu ve hayatta kalabilmek için sarf ettiği çabaları gözler önüne sermesiyle şimdiden başucu bir kaynağa dönüşse de her tanıklıkla size başka bir keder yüklüyor. Hadjian ise daha kitabın önsözünde sizi bu hisle yakalıyor.

Kitabı, Sasun’daki Maruta Dağı’nın eteklerinde gördüğü küçük bir hac yolcusu için yazdığını belirten yazar, sözünü şöyle bitiriyor:

“Bu kitap Sason’daki Maruta Dağı’nın eteklerinde gördüğüm küçük bir hac yolcusu için yazılmış bir tanıklıktır. Bir yabancı, çantasına işlenmiş büyük, kırmızı ve pembe Ermeni haccını görünce korkuyla irkilen, çantayı ters çeviren ve fotoğrafının çekilmesine izin vermeyen kız için. Bu kitap onun ve Türkiye’nin genelindeki soydaşlarının öyküsünü anlatıyor. İlk versiyonlarından birinde bu Giriş şu satırla sona eriyordu: ‘Korkmana gerek yok Sasonlu küçük kız. Yalnız değilsin.’ Kulağa güzel gelen bu sözler, sorumsuzca söylenmiş laflar olmasa bile başka hiçbir anlam taşımıyorlar. Belki de onu ve atalarını buıraya kadar getiren şey korku, o doğal ve isabetli tetikte olma mekanizmasıydı. Yine de son cümle hâlâ doğru. Küçük Sasonlu kız, yalnız değilsin.”

Bölgelerin Ermenice ve Türkçe isimleri: Sasun (Sason), Dikranagerd (Diyarbakır), Daron (Muş), Garin (Erzurum), Sepasdia (Sivas) ve Küçük Asya, Kharpet (Harput). (TY)

Bianet

KÜLTÜR-SANAT