yazarlar makaleler
Karın altında bereketli bir toprak: Zazaca (Kırmancki)
9/14/2024

İsmet Konak

Artık her Zaza, Kırd, Kımanc ve Dımıli şunu iyi bilmelidir ki sahip olduğu dil zengindir ve büyük ölçüde standartlaşmıştır. Bu dilde felsefe de yapabilir, matematik dersi de verebilir, rüya da görebilir. Karın altındaki bereketli toprağa sahip çıkmalıdır.

Bu fotoğrafta, yaşlı bir kadın profilden görülüyor. Kadının başında siyah bir puşi var, bu puşi renkli şeritlerle süslenmiş. Puşinin altından kadının hafif kızıl tonlarında saçları görünüyor. Kadının yüzü kırışık ve ifadesi ciddi. Üzerinde mavi bir kazak ve pembe-beyaz çizgili bir örgü yelek var. Arka planda, mutfak dolapları ve bir mutfak ortamı bulunuyor. Kadın düşünceli bir şekilde bir yere bakıyor, elleri belinde duruyor.

Türk ulus-devleti bir asırdır adeta “kızgın soba” işlevi gördü. Farklılıklar, ekalliyetler, dinsel gruplar, etnik kimlikler ve yerli diller bu sobada adeta küle döndüler. Bakunin’in yazdığı gibi “devlet, dev bir mezbahadır”.[1] Bir mezbaha imgesi veren Türk ulus-devletinin kurbanları arasında Ermeniler, Rumlar, Kürdî gruplar (Kurmanclar, Zazalar vs.) ve Aleviler yer almaktadır. Bu kurbanlardan Zazalar (Kırmanc, Kırd, Dımıli) 21. yüzyılda ontolojik bir bunalım yaşamaktadır. Zira dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Türkçe tıpkı bir ahtapot gibi Zazaca ve Kurmancinin konuşulduğu sahaları sarmış durumda. Kürdî bellekler adeta bir örümcek ağına düşmüş vaziyette. Ulus-devleti elinde tutan “meczup” baronlar, kamusal alanda Kürdî dillerin varlığını tanımamak için her türlü entrikaya başvuruyorlar. Sokağa yazılan “pêşî peya (önce yaya)” yazısına verdikleri refleks dahi barbarcaydı. Onlar için “önce vatan” daha önemli. Vatan dedikleri ise karanlık bir girdap. Kürdî grupları bu girdaptan çıkaracak yegane kaldıraç “salabettir”. Tıpkı Kürdizade Ahmed Ramiz’in yüzyıl önce tasvir ettiği gibi, Kürt halkı salabetini korudukça çevresi faşizm çitiyle çevirili bu kokuşmuş ulus-devlete boyun eğdirecektir.[2] Bakunin boşuna “toplumun özgürleşmesinin ilk koşulu devletin ortadan kalkmasıdır” demiyordu.

Kırgızların söylediği gibi bir halkın kaderiyle bir dilin kaderi aynıdır. Zazaca yok olursa o halk da yok olacaktır. Bu bağlamda bu dilin “müstacelen” resmi bir statü kazanması gerek. Bilhassa bu dili konuşan grupların kendi dillerinin “soyu tükenmiş türler kabristanında” yer almasına kesinlikle razı olmaması gerek. Bugün Zazalar arasında iki illet var, biri asimilasyon diğeri ise oto-asimilasyon. Asimilasyon kadar Zazaların duyarsızlığı, kayıtsızlığı, konformist tavırları, uysallığı ve miskinliği de tartışılmalıdır. Muktedirin kahrolası gemisinde bu kadar kolay kürek çekilmemelidir. Her ailenin kendi diline sahip çıkması bu kadar zor olmasa gerek. Zazacada bir söz vardır “Bê tumanî bigêre, la milê xo verê zulmkarî de çewt meke”.

Asimilasyona karşı çorbada tuzu olmasını istiyorsa eğer bir Zaza (Kırmanc, Kırd, Dımıli), bilmelidir ki Zazaca yapılacak bir gram iş Türkçe yapılacak bir milyon ton işe bedeldir. Lakin bu konuda ciddi paradoksların olduğu müşahede edilmektedir. Örneğin Dersim oldukça ihtilaflı bir sahadır. Günümüzde Kırmanclık adına sadece “Ben Dersimliyim” tümcesi geriye kalmış durumda. “Tunceli” sözcüğünü kullanmamak, direniş için yeterli bir tutuma indirgenmiştir.  Sadece cüppe giymekle papaz olunmaz ki. Bilhassa kanaat önderleri ve siyasetçilerin Zazaca’yı aktif kullanması elzemdir. Örneğin Xwebûn gazetesi olarak bazı siyasetçilere ve kanaat önderlerine soruyoruz “Zazaca röportaj verebilir misiniz?”, “Yok, bilmiyorum. Keşke bilseydim. Siyaset çok zamanımı aldığı için dilimi geliştiremedim” şeklinde bir cevap alıyoruz. Oysa Kürdistan’da siyaset yapmanın en önemli amaçlarından biri zaten Kürdî dilleri özgürleştirmektir. Bu dillerden en az birini bilmeden (konuşmak ve yazmak) onları özgürleştirmeniz hayaldir. Eğer siyaset zamanınızı almışsa ve siz o zaman dilimi içine kendi ana dilinizi “sıkıştıramamışsanız” yanlış yoldasınız. Siyaset bir saattir, anadil ise onun zembereğidir.

Yine Dersim’den bazı örneklerle devam edelim. Bana soruyorlar “Amed’de ne iş yapıyorsun?” diye. “Kürtçe bir gazetede çalışıyorum” deyince “Neden bu kadar küçük yerde çalışıyorsun, senin gibi bir akademisyen Hürriyet veya Milliyet’te çalışmalıdır” diyorlar. O an kaynar suyu alıp kişinin başına döküyorlar. Frantz Fanon’un çok bahsettiği “müstemleke tipolojisi” burada tüm çıplaklığıyla tezahür etmektedir.[3] Kendi anadilini yasaklayan bir despotun borazanlığını yapan “paçavralara” daha fazla değer veren bir tipoloji. Sefil bir aşağılık kompleksi. Gassalın önünde “meyit” olmayı daha dünden kabul etmiş bir ruh hali. Hürriyet’te çalışır veya okur, ama sonrasında “Ben Dersimliyim” diyerek mücadelesine devam eder.

Bir örnek de Dersim’in dışından, yine siyaset sahnesinden. Xwebûn olarak arıyoruz bazı “namdar” siyasetçileri. Bir görüş veya röportaj alana kadar adeta “dokuz doğuruyoruz”. Eğer o siyasetçiye parazit medyadan veya takipçisi yüksek Türkçe sol-liberal tandanslı bir yayın organından ulaşırsanız sesinin daha gür çıktığına tanık oluyorsunuz. Kürt halkının statü kazanması için siyasete soyunur, ama o halkın dillerinde yayın yapan bir gazeteyi tahkir eder. Bir taraftan lahana turşusu, diğer taraftan perhiz. Popülizmin büyüsüne kapılmış bir siyasetçi tayfası var maalesef. Bu popülizm, beraberinde ideolojik zeminden kopuşa da sebep olabilmektedir. Tıpkı Karl Marx’ın yazdığı gibi kendi anadiline ve emeğine yabancılaşan bir siyasetçi modeli ortaya çıkmaktadır.[4]

Artık her Zaza, Kırd, Kımanc ve Dımıli şunu iyi bilmelidir ki sahip olduğu dil zengindir ve büyük ölçüde standartlaşmıştır. Bu dilde felsefe de yapabilir, matematik dersi de verebilir, rüya da görebilir. Karın altındaki bereketli toprağa sahip çıkmalıdır. Galliler ve Lehler nasıl sömürgeci “pasifikasyona” karşı mukavemet ettiler ve dillerini özgür kıldılarsa, Zazalar da yapabilir. Ulus-devlet ebedi değildir. Zaten çatırdamak üzere olan bir yumurtayı andırmaktadır. Charles Darwin’in Türlerin Kökeni’nde özetlediği gibi ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan; değişime en çok adapte olabilendir hayatta kalan.[5]

[1] Bakunin, Tanrı ve Devlet, Çev: Remzi Çaybaşı, Belge Yayınları, İstanbul, 1998, s. 207.

[2] Lûtfi (Kürdizade Ahmed Ramiz), Mir Bedirhan, Haz: Seîd Veroj, Dara Yayınları, İstanbul, 2022, s. 37.

[3] Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çev: Şen Süer, Versus Kitap, İstanbul, 2007, s. 48.

[4] Karl Marx, Yabancılaşma, Çev: Kenan Somer, Ahmet Kardam, Sevim Belli, Arif Gelen, Yurdakul Fincancı, Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, İstanbul, 2013, ss. 197-199.

[5] Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Çev: Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, 1976.

Bianet

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar