10/13/2024 3:01:57 PM
Türk devleti Arap baharıyla kırılan fayı gördü ve ilk çözüm süreciyle önünü aldı.
Kırılmanın 2011’de komşu Suriye’ye ulaşmasıyla, Erdoğan 2012’de Öcalan’la görüşmeler yapıldığını duyurdu. 2013 başında İmralı’ya ilk heyet gitti.
İsrail savaşıyla ikinci fay kırılıyor. Türkiye tekrar Öcalan'ı devreye sokarak Kürtleri kontrolde tutmanın hesabını yapıyor.
Türk ırkçılığının simgesi MHP lideri Devlet Bahçeli meclis açılışında DEM Parti yöneticileriyle el sıkışarak Yeni Çözüm Süreci’nin startını verdi.
Bahçeli bu hamlesini “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” şeklinde açıkladı.
Aynı gün meclis açılışında konuşan cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü Türkiye’ye dikeceğini ileri sürdü.
Bahçeli de kendisini harekete geçirenin cumhurbaşkanının konuşması olduğunu söyledi.
DEM Parti eşbaşkanı Tuncer Bakırhan da selamlaşmayı benzer ifadelerle yorumladı: “Türkiye'nin toplumsal barışa ihtiyacı var. Hemen yanı başımızda çatışmalar var savaşlar nereye sıçrayacağını bilmiyoruz. Bu süreçte her zamankinden daha fazla diyaloğa müzakereye ihtiyaç var.”
Sonraki günlerde el sıkışmasını tekrar değerlendiren Bahçeli “DEM Parti’ye uzattığım el ‘Gelin, Türkiye Partisi olun’ teklifidir” derken, DEM Parti eşbaşkanı Tülay Hatimoğulları: “Türkiye’de özgürlükleri, barışı, adaleti savunurken; Türkiye’de yoksulun, işçinin, emekçinin, kadının doğa ve insan hakları savunucularını savunurken biz bir Türkiye partisiyiz zaten.” yorumunu yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Bölgemizin içinde olduğu atmosferi düşünerek daha fazla konuşmaya, daha fazla uzlaşıya, diyalog zeminini daha fazla genişletmeye ihtiyaç var.” diyerek sürece dikkat çekti ve Bahçeli’nin girişimlerini desteklediğini söyledi.
Demeçlerin tamamı Türk devlet çıkarlarını odağa alıyor ve yaşanan süreçten devletin güvenle çıkmasını hedefliyor.
Kamuoyunda Kürt tarafı olarak görülen DEM Parti yöneticilerinin Kürt davasıyla ilgili dişe dokunur bir söylem kullanmaması dikkat çekiyor.
Yeni Çözüm Süreci’nde Selahattin Demirtaş gibi planlamayı bozma ihtimali olan karizmatik figürler yer almayacak. Erdoğan, Kobani olaylarının hesabı sorulmuştur diyerek Demirtaş'ın yeni süreçte yer almayacağı mesajını verdi.
Basına yansıyan kulis bilgilerine göre Öcalan yakın zamanda Kandil’deki PKK liderleriyle doğrudan görüştü ve silah bırakmayı görüşmenin zamanı geldi dedi.
Türkiye’nin derin demokratik ve ekonomik krizleri, yönetim sorunu, Alevi-Sünni çelişkisi, Laz, Çerkez, Rum, Arap, Ermeni fayları olsa da ana fay Kürtler ve Kürdistan’dır.
Bu fayı kontrolde tutmak için Türkiye'nin elinde İslam ve Öcalan gibi iki koz var. İslam kozu Kürt kitlelerini uyuşturmak için değişmez bir istismar aracıyken, Öcalan da Türkiye’nin elinde olmakla, devlete büyük manevra kabiliyeti sağlıyor.
Siyasetten haberdar olanlar bilir, Öcalan gündeminin son aylarda bu kadar yoğunlaşması arkada pişen planın habercisi.
Açıktır ki önceki çözüm süreci ve sonrasında gelen hendekler gibi, bu sürecin de senaristi ve yapımcısı Türk devletidir.
Rojava gibi hesapta olmayan, küresel güçlerin Türk denklemini bozduğu durumlar dışında, plan ve proje Türklerin istediği gibi işliyor.
Altını çizmek gerekiyor, Kürtlerin Rojava’da nefes alabiliyor olması, Amerika’nın denklemde bulunmasının sonucudur.
Kırk yıllık savaş, büyük yıkım ve onbinlerce candan sonra, Türk devleti PKK’yi Kürt devleti idealinin karşısında konumlandırmayı başardı.
Türkiye bu savaş sonunda, kuzeyde (bakur) toprak anlamında bir gerileme yaşamadığı gibi, güney (başûr) ve güneybatı (rojava) Kürdistan’ın önemli bir kısmını işgal ederek, savaşı sınırlarının ötesine taşıdı.
Ancak gerek Kürtlerin yaygın uyanışı, gerek çok faktörlü denklem, gerekse de PKK’deki Kürdi dinamikler, Türk devletinin istediği sonuçları almasını zorlaştırıyor.
Bu nedenle devlet zaman zaman Kürtlere nefes aldırmak zorunda kalıyor.
Milli Birlik ve Kardeşlik projesi adı verilen açılım ve çözüm süreçleri bunun sonucu. Bu tür süreçlerle Türk devletinin yegane amacı, birlik ve kardeşlik adına Kürtlerin entegrasyon ve asimilasyonunu hızlandırmak, kritik dönemleri sorunsuz geçirmek.
Oysa Kürtler yaygın anlamda artık Türk devletine güvenmediği gibi, kendileri adına masaya oturanları da açıktan ve cesaretle sorguluyor.
Bu tür bir sürecin sağlıklı ve adalet temelinde işleyebilmesi için Kürt kamuoyunda birkaç asgari şart sayılıyor:
1- Uluslararası bir gözlemci veya arabulucunun olması
2- Görüşmelerin tutanak altına alınması ve şeffaf yürütülmesi
3- Anadilde eğitimin peşinen kabulü
4- Türkiye'nin Irak ve Suriye'den çekilmesi
5- Anayasadan Türklük üst kimliğinin çıkarılması
6- İki taraflı çatışmasızlık
Kürt siyaseti son yirmi yılda pasifize edildiğinden bu ön şartlar ağır gibi gelebilir. Oysa bunların içinde ne Türkiye’nin kuzeyden çekilmesi, ne Kürdistan’da federe yönetime geçilmesi, ne de Ankara’nın en azından Irak gibi ortak bir yönetim biçimini benimsemesi var.
Bu ön şartlar sağlanırsa, Kürt davası Türk devletiyle müzakere edilebilir ve böylesi bir sürecin iyiniyetli ve başarılı olacağına toplum inanabilir.
Kürtler adına konuşanlar, bu şartlarda bir müzakere süreci yürütmezse, kişisel ve örgütsel çıkarları birkaç yüz yıllık Kürdistan davasına tercih ediyor demektir.
Kim hangi amaçla görüşmeler yaparsa yapsın, sonuç milyonlarca Kürt’ün kaderini etkileyecektir.
Türk devleti yeni bir süreçle, Kürtlerin ulusal bir davasının olmadığını, konunun Türkiye'nin iç sorunu olduğunu, tıpkı yüz yıl önceki gibi uluslararası camiaya anlatmak istiyor.
Barış savaştan iyidir. Diyalog kanallarının açık tutulmasına kimse karşı çıkmaz. Ancak Kürtler, kendileri olamayacağı bir masada figüran olmakla ulusal davalarına gölge düşürmemeli.
Budanmış ve büyük oranda kontrole alınmış bir Kürt siyaseti Kürtlerin elini zayıflatıyor. Kürt kamuoyu bu durumu az da olsa telafi edebilecek bir reaksiyon geliştirebilir mi, çok zor.
Belki de iyi-kötü Kürt kitlelerinde saygınlığı ve karşılığı olan Kürt aydınları inisiyatif alarak, dışarıdan da olsa süreci yakından gözlemleyip, Kürt vicdanının sesi olmayı deneyebilir.
Rudaw
BASINDAN