Türkçe | Kurdî    yazarlar
Yıldıray Oğur: Nereden çıktı bu Esadçılık?

2024-12-06

Tek istedikleri 40 yıllık bir diktatörlüğün bitmesiydi. Dünyada bunun için bu kadar ağır bir bedel ödeyen çok az millet oldu. Her sokağını uçaklarla bombaladığı Halep’te babası Hafız Esad’ın büstleriyle top oynanıyor, Beşar Esad’ın posterleri parçalanıyor. Biraz adalet duygusu olanlar, mezhebi, ideolojik bağnazlığı olmayanlar için bu ancak mutlu olunacak bir haberdir.

Esad, 1 milyon insanın öldüğü, şehirlerin yıkıldığı, 7 milyon insanın mülteci haline geldiği bir savaştan koltuğu koruyarak çıkmış bir diktatör.

İspanya İç Savaşı’ndan diktatör olarak çıkan Franco gibi.

Ama yarısından fazlası mülteci olmuş, üçe bölünmüş bir ülkenin başında.

Üstelik, önceki gün Halep’te İran Konsolosluğu’na giren muhaliflerin bizzat gördüğü haritaların ve belgelerin gösterdiği gibi iktidarını İran’ın taşıdığı milisler ve Rusya’nın hava gücüne borçlu.

İsrail tarafından defalarca bombalanan başkentini koruyacak bir gücü bile olmamasına rağmen bu aşağılayıcı duruma düzeltmek için de kılını kıpırdatmayan şımarık bir diktatör.

Savaşta ona destek vermiş Dürzilerin bile rızasını kaybetmiş, halkını ikna etmekle ilgilenmeyen, muhalifleriyle masaya oturmayan, vatandaşlarının elektrik, su gibi en temel sorunlarını çözemeyen, ekonomisini captagon çetelerine teslim etmiş, Türkiye’nin barış çağrılarını bile tersleyen bir kibir abidesiydi.

Daha doğrusu zulmünden kaçan 6 milyon insanın istif halde yaşadığı İdlip-Azez bölgesinde kurulan, uçaklarla bombalayarak nefretlerini körüklediği muhaliflerin orduları tarafından karizması önceki gün çizilene kadar böyleydi.

Tek hedefi babasından miras kalan 40 yıllık diktatörlüğü oğluna aktarmak olan, bu uğurda kendi şehirlerini, halkını bombalamış, BM’ye göre kimyasal silah kullanmaktan bile çekinmemiş bu diktatör, nedense Türkiye’de otoriter rejime karşı mücadele ettiğini söyleyen muhalifler arasında çok popüler.

Sadece ideolojik olarak ya da mezhepsel olarak kendisini Esad’a yakın hissedenler arasında da değil, başka konularda gayet demokrat olan, adalet, özgürlükler konusunda hassas insanların da önemli bir kısmı Suriye’de “cihatçılara”, “çetelere” karşı Esad’ı tutuyor.

Suriye’yi Türkiye’nin karıştırdığını, o yüzden mültecilerin Türkiye’ye geldiğine inanıyorlar.

Onlara göre 40 yıllık diktatörlüğe karşı Suriye halkının mücadele etme ihtimali de yok, onlar ya cihatçı teröristler, dya ış güçlerin maşaları, ya da vatan hainleri.

PKK’lılar bile Suriye’deki silahlı muhaliflerden bahsederken 90’ların Anadolu’dan Görünüm programlarındaki gibi konuşmaya başlıyor.

Peki neden böyle? Neden Suriye halkına karşı sıfır empati gösterirken, Esad gibi beş dakika bile iktidar altında nefes almak istemeyecekleri bir diktatörü sempatik ya da ehveni şer görüyorlar?

Suriye meselesi Türkiye’de en başından itibaren laik-dindar tartışması, sünni-alevi meselesi üzerinden anlaşılıp, pozisyon alınan bir iç politika meselesi oldu.

Hükümeti mezhepçilikle suçlayan Türkiye’deki Alevi nüfusun önemli bir kısmı en baştan itibaren mezhepçi bir refleksle Esad’ı tuttu.

Türkiye’de İrancılar ya da üçüncü dünyacı İslamcı gruplar Suriye’yi bir emperyalizme karşı direniş cephesi olarak sahiplendiler.

Buna Esad’ı, İslamcılara karşı mücadele eden laik ve modern bir devlet adamı olarak gören Kemalistler de eklendi.

Suriye savaşındaki kırılma anlarına denk gelen Gezi Olayları harareti ile AK Parti Türkiye’sine ve İslamcılar karşı, seküler Baas ve Esad rejimini tutmak ilerici bir pozisyona dönüştü.

Tabii bunda Esad’a destek vermeyi anti-Amerikancı, anti-emperyalist bir pozisyon olarak gören solcuların medya ve entelektüel dünyadaki gücü de eklendi.

Son olarak onlara Kobani ile başlayan kırılma üzerinden DEM çizgisindeki Kürtler de eklenince, 40 yıllık bir kanlı diktatörün Türkiye’de geniş bir destekçi kitlesi oluştu.

Esad’ın kendi halkını bombalamasını umursamayan bu insanların fikirlerini, Reyhanlı’da Suriye rejiminin talimatıyla yapıldığı delillerle ispatlanmış olan katliam bile durdurmadı.

IŞİD ve El Kaide’nin sahneye çıkması bu pozisyonları keskinleştirdi.

O yüzden 10 yıldır Türkiye’de olmasından korktukları, herkesi direnmeye çağırdıkları otoriter rejimin, hayallerinin bile ötesinde bir versiyonuyla 40 yıldır yönetilen Suriyelilerin direnişinde gördükleri tek şey uzun sakallar, dış güçler ve emperyalistler…

Suriye’deki muhaliflere bakışları, burada şikayet ettikleri hükümete yakın medyanın kendileriyle ilgili yayınlarından farksız.

”Baba’dan oğula” geçen 40 yıllık diktatörlüklere karşı günün birinde halkın, birbirinden görerek, sosyal medyada örgütlenerek, meydanlara çıkıp barışçıl gösterilerle isyan başlatması tuhaf buluyorlar.

Bu olmaması tuhaf bulunacak refleksi, eleştirdikleri Kavala vb davalarda savcıların iddianamelerine benzeyen komplolarla açıklıyor.

Türkiye tabii ki Suriye muhalefetine destek verdi. Apaçık bir gerçek bu. Suriye muhalefetinin merkezi İstanbul’daydı, Özgür Suriye Ordusu’nun komutanları Türkiye sınırlarında kamp kurmuştu.

Ama peki olaylar Türkiye’nin Suriye muhalefetini kışkırtmasıyla mı başladı? Türkiye olmasa Suriye’de iç savaş çıkmayacak mıydı?

Kronoloji çok açık.

Tunus’ta, Libya’da sünni diktatörlere karşı hemen muhalefete destek veren Türkiye, Suriye’de dört ay boyunca Nusayri Esad’dan vazgeçmedi.

Türkiye Mart 2012’ye kadar Şam’daki büyükelçisini çekmemişti. ABD, AB hatta pek çok Arap ülkesi çoktan elçilerini çekmişti.

Hatta bu yüzden Türkiye, şimdi hükümeti mezhepçilikle suçlayanlar tarafından eleştiriliyordu.

Türkiye’nin tek hatası, Batı ve Araplar Suriye’de muhalefeti desteklemekten vazgeçtiğinde pozisyonunu değiştirmemek, IŞİD meselesini küçümsemek, Kürtlerle daha pozitif bir ilişki kurmayı zorlamamak oldu.

Bu yüzden Türkiye 2014’den sonra Suriye’de yalnız ve milyonlarca mülteciyle başbabaşa kaldı.

Peki bu bir hata mıydı?

Dış politika olarak hata olabilir ama ahlaken buna hata denebilir mi?

Biz Almanya ya da İsveç’te yaşamıyorduk. Suriye ile komşuyduk. Suriye’nin Batı’ya açılan kapısıydık.

Milyonlarca insanın şehirleri bombalanırken onları kapılarda ölüme mi terk etmeliydik?

Bir halkın bir diktatörün zulmüne karşı direnmesine yardım etmek, ondan kaçanlara kapısını açmak hata değildi.

Bu hatanın bir bedeli oldu. Türkiye bu bedeli ödedi.

Esad’la anlaşmaya da çalıştı ama olmadı.

Şimdi de Esad’ın anladığı dilden konuştu.

Şimdi bu alınan bedelin 13 yıl sonra ilk defa pozitif sonuçları ortaya çıktı.

Son Halep operasyonuyla Türkiye Suriye sahasında İran ve Rusya’dan daha etkin bir pozisyona geldi.

Göçmen sorununu sahiden çözebileceği bir fırsatı yakaladı.

PKK ve Suriye’deki Kürtleri çözüme zorlayacak bir mevzi kazandı.

13 yıldır acımasız bir diktatör, onları böcek gibi gören Rusya ve İran gibi iki devletle mücadele eden milyonlarca Suriyeli bugün mutlu.

Tek istedikleri 40 yıllık bir diktatörlüğüm bitmesiydi. Dünyada bunun için bu kadar ağır bir bedel ödeyen çok az millet oldu.

Her sokağını uçaklarla bombaladığı Halep’te babası Hafız Esad’ın büstleriyle top oynanıyor, Beşar Esad’ın posterleri parçalanıyor.

Biraz adalet duygusu olanlar, mezhebi, ideolojik bağnazlığı olmayanlar için bu ancak mutlu olunacak bir haberdir.

Serbestiyet

BASINDAN