2024-12-07
İsrail, İran rejiminin devrilmesi, Türkiye ise Amerika sonrası Ortadoğu’nun ‘sultanı’ olma hedefinden vazgeçmedi. Daha da ötesinde, bu iki ülke bir bakıma Amerika’nın ihanetine uğradığını düşündü.
IŞİD’le savaş sonrası Ortadoğu’da olup bitenleri belirleyen iki temel dinamik olduğunu varsaymak sanırım yanlış olmaz…
Birincisi, Amerika’nın askeri gücünü bölgeden çekme hedefi; ikincisi ise bir bakıma bu ilk dinamiğin ön koşulu olan, İran’ın Tahran’dan Beyrut’a uzanan mutlak gücünün geri çevrilmesi çabaları…
Bu çerçevede, Trump’ın 2017-2019 arası ilk dönemini parantez içine alacak olursak, önce Obama ardından Biden yönetimindeki Amerika’nın İran politikasını şekillendiren temel prensipler şöyle özetlenebilir: İran rejimini yıkmaya çalışmak yerine reform çabalarına destek olmak, Nükleer Anlaşma eliyle İran’ın nükleer bir güç olma kapasitesinin önüne geçmek ve nihayetinde İran’ın Irak, ve Suriye sahalarındaki etkisini içerde Sünni Arap ve Kürtler, dışarda ise Körfez ve İsrail eliyle dengelemeye çalışarak İran’la ilişkileri normalleştirmek. Bu haliyle de, Biden’ın ifadesiyle, ‘mümkün olan’ ölçüsünde Ortadoğu’da statükoyu korumaktı amaç…
Bu süreçte Amerika’yla, deyim yerindeyse, yıldızı barışmayan iki ülke ise Ortadoğu’da Amerika’nın tam tersi revizyonist politikalar peşinde koşan Türkiye ve İsrail oldu. İsrail, İran rejiminin devrilmesi, Türkiye ise Amerika sonrası Ortadoğu’nun ‘sultanı’ olma hedefinden vazgeçmedi. Daha da ötesinde, bu iki ülke bir bakıma Amerika’nın ihanetine uğradığını düşündü. Her ikisinin gösterdiği en erken reaksiyon ise Rusya’ya yakınlaşmaktı, ki Rusya tam da Amerika’nın Ortadoğu’da statükoyu koruma amacına hizmet etmek üzere elini kollunu sallaya sallaya Suriye’ye yerleşmişti. Bu arada, İran’a karşı Amerikan desteğinden mahrum kaldığını idrak eden Körfez ülkeleri de çok geçmeden bu yeniden hizalanma gereği hem Tahran’la ilişki kurma çabalarına girişti hem Rusya’yla ilişkilerini geliştirdi.
Doğrusu, Rusya Ukrayna’ya saldırına kadar kimsenin bu gidişata itiraz ettiği de yoktu; en azından görünürde…
Fakat Ukrayna Savaşı, İran’ı da içine alan Amerika sonrası ‘Ortadoğu’da normalleşme’ çabalarını sekteye uğrattı. Zira en başta, Amerika’nın Rusya’ya tolerans eşiği yükseldi. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Amerika’nın gerçekten ne kadar dert ettiği tartışılır. Ancak, Ocak 2021 Kongre Baskını ardından Amerikan liberalizmini hem içerde hem dışarda tahkim etmek hem de krize giren transatlantik ilişkilerini onarmak açısından Putin’in saldırganlığı, hiç kuşkusuz, eşsiz bir fırsat sundu. Diğer yandan, aynı tarihlerde Rusya ve Çin arasında imzalanan ‘sınırsız ortaklık’ anlaşmasıyla, Moskova’nın ABD-Çin mücadelesinde alacağı pozisyon netleşince ‘Rusya tehdidi’ Amerikan dış politikasının biranda merkezine yerleşti.
Bunun üzerine ABD Ortadoğu’yu, deyim yerindeyse, yeniden keşfetti. Zira Ortadoğu’nun sahip olduğu enerji kaynaklarının kıymetinin artması yanında, Rus-Çin ortaklığının, örneğin, Ukrayna Savaşı’nda verilen tepkiler ya da Suudi Arabistan-İran ilişkileri bağlamında tahmin edilenin ötesinde bir etkiye sahip olduğu görüldü. Nihayet, Körfez Trump döneminde imzalanan İbrahim Antlaşamaları üzerinden, Türkiye ise NATO genişlemesi üzerinden görece ABD saflarına yeniden çekildi.
Aslında Biden Yönetimi, İran’ı da Rusya’dan uzaklaştırmayı denedi. Hatta Çin’e karşı Rusya yerine bir anlamda İran kozuna oynamaya bile çalıştı denebilir. Hiç kuşkusuz, ilişkiler hiçbir zaman sorunsuz olmadı. Fakat Trump’ın çekildiği Nükleer Anlaşma’ya ABD’nin dönme ihtimali diri tutuldu, yine Trump dönemi icraatlarından ‘maksimum baskı’ politikaları çerçevesinde uygulanan yaptırımlar Irak üzerinden verilen tavizlerle hafifletildi…
Karşılığında İran ise Yemen’de Husi’lere desteğini azalttı, Irak ve Suriye’de Körfez’e daha fazla alan açtı. Bu arada, İran Rusya’yı karşısına almadı ama bir yandan da Rusya’nın çekildiği Avrupa enerji pazarına girebileceği günün hesaplarını yapmaya başladı. Bu süreçte, Rusya-İran ilişkileri, örneğin, Suriye’de gerilerken Rusya-Türkiye ilişkileri ‘Esad’la barışma’ çabaları üzerinden canlandı. Ve bu ‘barış’ a ne Tahran ne Washington destek olmadı…
İran-Amerika ilişkileri Gaza Savaşı’nda da yörüngesini değiştirmedi denilebilir aslında. Washington-Tahran arka kapı diplomasisi Washington- Tel Aviv arası doğrudan temaslardan çok daha etkin çalıştı. Eğer bugüne kadar bir İran-İsrail savaşı çıkmadıysa, bunu sağlayan en önemli faktör söz konusu arka kapı diplomasisiydi demek sanırım yanlış olmaz.
Nihayetinde, Amerika’nın Irak ve Suriye’den çekilmesinin takvime bağlandığı, İran’ın ise her şeyin ötesinde Gaze ve Lübnan’da tavizler vererek Cumhurbaşkanlığı’na da Pezeşkiyan’ı yerleştirdiği bir ortamda, pekala Ortadoğu’da görece bir normalleşme sağlanabilirdi…
Ama olmadı…
Son bir haftada Suriye’de yaşananlar ‘Ortadoğu’da normalleşme’yi bir ihtimal olmaktan dahi çıkardı…
Zira Suriye’de bugün olanlar, yarın Irak’a sıçrar…
Rusya bugün Ukrayna için vazgeçtiğinden daha fazlasını yarın almaya kalkar…
İran bugün bulamadığı gücü ve desteği, yarın arar ve bulur…
Bugün kazandığını düşünenler, yarın birbirine düşer ve birbirini vurur…
Böylelikle, Ortadoğu’da bir başka normalleşme çabası daha bir sonraki savaşın tohumu olur…
Artı Gerçek
BASINDAN