2025-04-15
Semâzen, yüzyıllar boyu zulmedilen dervişlik hareketini bir anlığına canlandırıp ortadan yok oluyor. Dervişler gitmeyi bilenlerdir. Semâzen gitmeyi bilen olarak muktedirin karşıt imgesini temsil ediyor. Dolayısıyla Saraçhane’deki sahnenin “Orta sınıf zevkine hitap ettiğini; Batı için egzotik bir imge olarak semâzen konseptini temsil ettiğini ve marjinalleştirilen grupların acılarını görünmez kıldığını” iddia etmek, tarihsel ve analitik bağlantılar kurmaksızın aceleci davranmak demektir.
NUR KIPÇAK
Dönüş bile değil, birkaç dakikalık bu duruş fevkalade yaratıcı bir provakatif sanat performansıdır. Semâ temellük edilemez. Dervişlik alınıp satılamaz; sadece seçilebilir ve seçme hakkı gasp edilemez.
Polis yangına su sıkar gibi eylemcilere biber gazı sıkıyor. Böyle bir ortamda performansçının bir elinde nefir diğerinde keşkül-i fukara, yalın ayak başı kabak bir Kalender kılığına girmesi beklenemez. Kostüm seçimi aşina olduğumuz, dikkat çekici bir tennureden yana: Mevlevi dervişlerin alametifarikası. Gaz maskesiyle anonim: Herhangi bir derviş, herkes olabilir.
Bu karenin şiddeti estetize ettiğini söylemek, haksızlık. Başka bir açıdan semâzen, yüzyıllar boyu zulmedilen dervişlik hareketini bir anlığına canlandırıp ortadan yok oluyor. Dervişler gitmeyi bilenlerdir. Semâzen gitmeyi bilen olarak muktedirin karşıt imgesini temsil ediyor.
Dolayısıyla Saraçhane’deki sahnenin “Orta sınıf zevkine hitap ettiğini; Batı için egzotik bir imge olarak semâzen konseptini temsil ettiğini ve marjinalleştirilen grupların acılarını görünmez kıldığını” iddia etmek, tarihsel ve analitik bağlantılar kurmaksızın aceleci davranmak demektir. Öyleyse yapmamız gereken, 13’üncü asırda zahit olarak mülk edinmeyi reddederken inzivaya çekilmeyip toplumun merkezinde, görünüşleri ve yaşam tarzlarıyla düzene açıkça meydan okuyan Kalenderlerin marjinalliğine; onlarla aynı yüzyılda ortaya çıkan Fransiskenlerin egemen yasa ve yapılara aykırı yaşam tarzına kısaca bakmaktır.
Semanın politikası
Dünya malına meyletmemek anlamına gelen züht, malın insanı yönlendirmesini önler. 7’nci yüzyıl itibarıyla İslam coğrafyasında refah seviyesi yükselip lükse düşkünlük, yozlaşma ve gelir dağılımındaki eşitsizlik artınca merkezden uzaklaşıp ibadete ve sadeliğe yönelenlerin sayısı da artar. Fakat bu hareket iki yüzyıl içinde ehlileştirilip doktrinlerle tasavvufa evrilir.
9’uncu yüzyıl itibarıyla sufi dindarlığı ehl-i cemaatin gözünde bir tehdit oluşturmaz, aksine mürşit-mürit ilişkisine dayalı tarikatlar intişar eder. Tarikat ve evliya inancı madalyonun iki yüzü şeklinde sufizmin kurumsallaşmasını sağlar. Önceleri devletle ilişkiye girmekten çekinen tarikatlar himayeyi ve güçlü sınıflarla bağ kurmayı kabul etmeye başlar.
İşte bu sufilik anlayışına yergi ve Melâmeliğe reddiye olarak, 13’üncü asırda kalabalık gruplar halinde yaşanan başka türlü bir zahitlik sadır olur. Sufiler arasından, kurumsallaşan sufizme protesto biçiminde ortaya çıkan bu züht hareketi kendi içinde türdeş değildir ama ortak paydalar barındırır: Toplumun ekonomik ve biyolojik olarak yeniden üretimine katılmayı ve yerleşik hayatı açıkça reddederler. Kökeni 7’nci yüzyıla dayanan böylesi bir züht anlayışı görece kabul edilebilir ama elitler için sorun, bu dervişlerin görünüş ve davranışlarıyla da kural karşıtı olmalarıdır.
Artık dervişler mülkiyetin reddi, gezicilik, dilencilik ve bekarlığın yanı sıra uygunsuz da giyinir hatta neredeyse giyinmezler. Toplumsal olarak kabul gören saç, sakal, giyim kuşam kaidelerini katî surette reddederek “tiksindirici ve rezil” biçimde tuhaf görünürler. “Sapkın” davranışlarla ilişkilendirilen, yasal yaptırımları umursamayan dervişler, ‘Ölmeden önce ölünüz’ hadisince sık sık mezarlıklarda dolaşır. “Bir avuç rezili” değil, her kesimden insanı kendisine çeken bir toplumsal hareket: Kalenderler olarak bildiğimiz bu dervişler Haydarîler, Kalenderîler, Rûm Abdalları, Câmîler, Torlaklar, Nîmetullâhîler ve Şemsîler gibi zümrelerden mürekkep.
Mevlevilik en başından beri kendi içinde ikiye ayrılır. Rûmî’nin oğlunun adını taşıyan Veled kolu dışında, gezici ve dilenci olan Şemsîler (Şemsî Tebrîzîler) davul ve def çalar, raks ve semâ edip şarkı söyleyerek Allah’a niyaz eder. Her biri usta müzisyen ve okuryazar olarak insanları etkileyen Camîler dizlerine kadar uzanan gür ve keçeleşmiş saçlarıyla tanınır. Torlaklar ve Kalenderîler (bazı tarihçilere göre aynı grubun farklı isimleri) çihar-darb (saç, sakal, kaş, bıyık tıraşı) ederken Haydarîler bıyıklarını uzatıp cinsel organlarına halka takar. Bütün “mülhit ve zındık” zahitler gibi Bektaşiler de ölmeden önce ölenlerdir: Kafaları kesik ölüler (ser-bürîde mürde) kavuklarında kafatasını simgeleyen düğme taşır. Memento Mori: Ölümü hatırla. 16’ncı yüzyıl itibarıyla sanatta, “Ölüm kesin ve kibrin boşunadır” demenin bir yolu olan vanitas gibi.
Egemene itaati ve topluma uyumu açıkça küçümseyen derviş dindarlığı diğer dindarlık biçimlerinden farklıdır. Anarşist derviş dinsel kurtuluşu, toplum kurallarının dışında arar. Fakat münzevi yaşamı sürdürmek için doğada inzivaya da çekilmez; toplumun kalbinde, göze batan şekilde, toplumsal bir vahşilik yaratır. Dolayısıyla dervişlik sisteme karşı planlı ve örgütlü bir direniş yoludur. Dervişler mevcut düzene karşı siyasal reçeteler sunmaz, bütün yapıları topyekûn reddeder. Anarşist gündemlerini zahitlik ve kural tanımazlıkla uygulamaya koyarlar (Karamustafa).
Dervişler Orta Çağ’ın ilmiye sınıfı tarafından ‘ayaktakımı’, ‘utanmaz şarlatanlar’ diye tanımlanır. Sofular ‘bu dünyanın fazlalıkları’ diyerek aşağıladıkları Kalenderleri bir dönem ezip geçen Moğollara övgüler düzer. İlk Osmanlı Beyleri Kalenderleri sık sık teftiş edip ehl-i sünnet ve cemaat dışı tavırları yayıldığında halk arazisinin dışına gönderir. II. Mehmet Şehzadebaşı’ndaki Akataleptos Manastırı’nı hikmet-i hükümet icabı kendilerine zaviye olarak tahsis eder. Zira her fırsatta düzeni bozmaya teşne bu kitle belli bir yerde denetim altında tutulmalıdır. Bu, İstanbul’da Kalenderlere tahsis edilen tek zaviye. II. Beyazıt uğradığı suikast teşebbüsünden Rum Abdalları sorumlu tutup Rumeli’de bir Kalender Avı başlatır. Kanuni devrinde Kalenderler en şiddetli baskı, sürgün, hapis cezalarıyla karşılaşır ve kılıçtan geçirilir.
I. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasıyla Bektaşi tekkelerinin çoğu Nakşibendi tarikatına devredilir. Bektaşiler, Osmanlı’nın eritmek üzere içine alıp midesini bozduğu için kustuğu fazlalıktır (Sayın). Nihayetinde Kalenderler marjinallerdir, isyankâr olanlardır. Osmanlı’da ilahiyat siyasete tabidir. Tanrısal başkan, isyankâr başları kesmeye kadirdir. Din devlet içindir. Kalenderlerse 18’inci asırda tarih sahnesinden silinene değin devletli dine isyan içindedir.
Namaz
Kural karşıtı derviş, ‘kaba ve cahil halk’ yığınının en önde gelen sembolüdür. Osmanlı aydınlarının gözünde ‘şeytanın dostları’, Avrupalıların bakışından ‘sapkın yabanilerdir’. Din adamlarına göre İslam, usulünce namaz kılmayıp oruç tutmadıkları söylenen bu dengesiz meczupların eline kalamaz. Ehl-i cemaate uyumsuz Kalenderlerin kıldığı, dört tekbirli namazdır. Ölmeden önce ölenler, mezarlıkları deveran edenler biteviye cenaze namazı kılıp dururlar. Onların namazı kıyam, ayağa kalmak, ayaklanmak demektir.
Gelgelelim ehl-i sünnet usulünce namaz kılmayan bu dünyanın fazlalığıdır. Birkaç ay evvel, “Namaz kılmayan öldürülebilir” diyen ilahiyatçı Ebubekir Sifil ile “Namaz kılmayan ve oruç tutmayan sopalanabilir” diyen imam Halil Konakçı hakkında suç duyurusu yapılmasının ardından başlatılan soruşturmada savcılığın, kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermesi tesadüf değildir. Burada ölüm cezasından ziyade, öldürülebilme özelliğinden bahsediliyor. Mülhitliğiyle ilahi düzenin dışında ve herkes tarafından öldürülebilir olmasıyla hukuki düzenin istisnası: Kurban edilemeyen fakat öldürülebilen hayat, homo sacer, ilk dışlanmanın hatırasını yaşatıyor. En uç haliyle, değerden yoksun ya da yaşanmaya değer olmayan hayat (Agamben).
Bugün bilinen haliyle beş vakit namazın kaynağı Miraç’tır. O gece Peygamber’in önce Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gittiğine (isrâ) sonra yedi kat semayı aşıp Allah’ın huzuruna yükseldiğine (miraç) inanılır. ‘Yükselecek yer’, ‘merdiven’ anlamlarına gelen miraç, Peygamber’in göğe urucudur. Bu yüzden namaz kılan kendi bilişsel miracına, ilahi yolculuğuna çıkar. Peygamber gibi miraca çıkmak alıp başını gitmektir. Eğer namaz gitmekten alıkoyuyorsa, namaz kılanın vay haline (Sayın). Vay haline o namaz kılanların ki onlar namazlarının özünden uzaktır. Onlar halka gösteriş yapar (Kur’an-ı Kerim, 107/4-7).
Semâ
Rab, es-Semi, yani gizli ve açık her şeyi duyandır. Sözlük anlamıyla semâ, işittiğini anlamaktır. Duyulanın kalbe dolması ve kalbin harekete geçmeden duramamasıdır. Semâ her zaman kabul gören bir ritüel değildir. Tasavvuf ve Sünni cemaatçilik birleşirken sufilik tarafından modern zamanlarda büyük ölçüde evcilleştirilmeden önce kuşkuyla karşılanır; semâ icra eden dervişlerin adı kötüye çıkarılır. Osmanlı şeyhülislamları biteviye semâ aleyhinde fetvalar verir.
Kalenderlerle aynı yüzyılda tarih sahnesine çıkan Fransiskenler (Minoritler) toplumsal hayatı denetleme mekanizmasına dönüşmüş kurumsal manastır hayatını, ayinleri ve düzenini reddeder. Manastıra kapanmayıp halkla iç içe yaşayan bu rahiplere egemen kural dayatılamaz. Fransisken yalnızca, seçimini yaptığı yaşam tarzını itiyatlarıyla sürdürür.
Kilise’nin otoritesi ve mülkiyetinin ilahi olduğu düşüncesine karşı Fransiskenler, “İsa ve Havarileri nesnelerin iyeliğine sahip değil, onları kullanıyorlardı” der (Umberto Eco). Değiştirmeyi arzuladıkları, dünyadaki kullanım biçimidir: Kullanmaya açık ama sahiplenmeye kapalı bir yaşam biçimidir bu. 14’üncü yüzyılda, Papalıkla uyumlu kalanlar dışındaki Fransiskenlerin bu yaşam biçimi Kilise tarafından yasa dışı ilan edilir.
Sahiplenmeden kullanmaya dayalı yaşam biçiminden yola çıkan Agamben, verime ve işlevselliğe değil, karşılıklılığa dayalı bir kullanım paradigmasından söz eder: Yaşayan tefekkür (Plotinus). Pasif bir düşünme hali değil, insanın bir şeyle yahut kendiyle yaşaması; düşüncenin eylemde çözülüp yaşanmasıdır. Sadece dinî mekânda, manastır veya tekke hayatında değil, dünyada yaşamı, eyleyerek tefekküre dönüştürmektir.
Duymadıkları halde “duyduk” diyenlerden; yeryüzündeki canlıların en kötüsü olarak tanımlanan düşünmeyen, duymayan ve konuşmayanlardan (Kur’an-ı Kerim, 8/21-22) olmamak adına semâ yaşayan tefekkürdür. Ne düşünerek, bir araya gelenler kimlerdir?
Gitmeyi Bilmek
Tam sekiz yıl, yedi ay, 20 gündür, halkın yerel yöneticisini seçme ve seçilme hakkının askıya alınmasıyla yaratılan istisna hali kalıcı kural durumunda. Kuşkulu mahkeme kararları, taraflı yargı, doğrudan veya dolaylı meslek yasakları, bürokratik kumpaslar, hak ve özgürlüklerin kullanılmasına tahammülsüzlük… Demokrasilerin çöküş, yeniden doğuş, kriz ve çürüme gibi çeşitli evreleri vardır. Sözgelimi yüksek mevkileri işgal eden kadroların rüşvet almaları, açıkça yalan söylemeleri, güç alanlarını genişletmeleri, insan haklarını ihlal etmeleri kadro çürümesidir (Hans Saner).
Mevcut düzende partilerin kendi parti örgütü dışında kimseye yanıt verememesi dolayısıyla yüksek düzeyde bir kriz içindeyiz. Bu yüzden muhalefetin “B ve C planlarına” bel bağlamayan öğrenciler, “Mitinge değil eyleme geldik” diyor. Haksızlığı tenlerinde hissedenler özel etkileme olanakları (parlamento, parti mensubiyeti) ya da yetkileri olan ayrıcalıklı kişiler değil, ağır koşullarda yaşayanlar, sorunlarla boğuşanlardır (Habermas). Haksızlığı tenlerinde hissedenler gençlerdir. Beyazıt’ta barikatı yarıp Saraçhane’ye yürüyen öğrencilerdir.
İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden yürütmeye, hayvanların katlini buyuran yasamaya, maden ve inşaat şirketlerinin yargısına karşı, kimliklerin ve partilerin ötesinde anayasama gücü (anayasal iktidar değil) adına tavır alanların ortak bir çıkarı yoktur. Düşünme ortaklığı vardır. Gayz ve hınç duygularıyla değil, ortak düşünmeyle hareket etmek elzemdir. Sokakta benimsenmesi gereken kapsayıcılık bir taktik değil, ilkedir. Kemalizm, kentli seküler milliyetçilik, Kürt düşmanlığı, göçmen ve sığınmacı karşıtlığı altında kalmak, hamaset ve şovenizme yenilmektir.
Kalenderler olumsuzladıkları devletin kendilerini tanımlamasına izin vermez. Başı öfkelendiren bu marjinalliktir. Fevkalade tehlikeli olup cezalandırılan budur: Son kertede devlet her türlü kimlik talebini tanıyabilir ama kişilerin bir temsil talebinde bulunmadan bir aradalığı yani temsilsiz müşterekliği tahammül edilemez. Dervişlerin ortaklığı kimlik üzerine değil düşünce üzerinedir. Başın kimliklendiremediği marjinaller, gaz ve TOMA ile hizaya sokmaya çalıştığı başıbozuklardır. (Sayın)
Gaz sıkan polis de emre itaat ediyor değildir. Ancak bir çocuk yahut köle söz konusuysa ‘itaat’ten söz edebiliriz. Bir yetişkinin ‘itaat etmesi’ denen şey, itaati talep eden otoriteyi desteklemesi anlamına gelir. Dolayısıyla burada emirlere uyanlara sorulacak soru, “Neden itaat ettin?” değil, “Neden destekledin?” sorusudur. (Arendt)
Devletli dine itaat etmeyen anarşist derviş, başkanın karşıt imgesidir. Ne bir partiye ne bir kimliğe ait olan semâ temsilsiz müşterekliğin yankısıdır. Öğrencilerin başlatıp yüklendiği protestoların simgesi olması gerekmez; gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilerin mektupları cesaret ve umut hakkında söylenebilecek her şeyi anlatır. Ama ortak düşünceyle yapılan eylemler sanat performansları, fotoğraflar ve türkülerle de yayılır. Bu, şiddetin estetize edildiği anlamına gelmez. Adil ve eşit bir siyasal yapının yaratılmasında kurucu olan kesişimsel ve kapsayıcı eylemlerin dili çok sesli, dalga dalgadır.
Perspektif
YAŞAM