2025-01-28
Ümit Tektaş
Her birey hem bedensel hem de zihinsel ve ruhsal bakımdan kendi refahının bekçisidir. İnsanlık, birbirine başkalarının istediği şekilde yaşamaya zorlamak yerine, kendi istedikleri gibi yaşamalarına göz yumarak çok daha kazançlı çıkar. John Stuart Mill Hürriyet Üstüne
Özgürlük alanı; birinin ya da bir grubun engellenmeden, sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, başkalarının özgürlüklerine karışmadan istediğini yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumunu; özgür irade fikrinin içerdiği serbestliği, her türlü siyasal otorite karşısında bağımsızlığı esas alan ortamdır. Bu ortam kendine ait odadan başlar, insanın bütün dünyasını kapsar. Bireylerin, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar vermesi durumu; onun ait olduğu insanlık ailesine sınırsız yararlar, verimlilik gibi iktisadi kazanımlar, güvenlik gibi bir arada yaşama isteğini pekiştirir ve toplumsal barış ile farklılıkların barış içinde bir arada yaşama arzusuna doğrudan katkı sağlar. Unutmamak gerekir ki herhangi bir koşulla sınırlama, zorlama, kısıtlamaya bağlı olarak düşünme ve davranma hali, her türlü gelişme ve değişme önünde ciddi bir barikattır.
Özgürlük alanının genişletilmesi perspektifine katkı niteliği taşıyan özgürlük kavramı üzerine yapılan çoğu akademik tartışma, genellikle özgürlüğe ya felsefi bir kavram ya da politik ideolojinin bir öğretisi olarak yaklaşır. Doğrusunu söylemek gerekirse her iki yaklaşım biçimi de özgürlüğü daraltan, kalıplara sokan, baskılayan sonuçlar doğurmaktadır. Özgürlük bir fikir ya da önerme olarak değil, toplumsal bir ihtiyaç, insanlar arası ilişkide, etkinliklerde, program ve proje ocaklarında gereklilik, farklılıklarla bir arada yaşamanın, toplulukların kendi arasında ilişkinin hem de sağlıklı bir ilişkinin gereği olarak ele alınmalıdır. Özgürlük, sağlıklı bir ilişkinin gereği ve onurlu bir yaşamın temel bir unsuru olarak kabul edildiğinde, kavramın içeriği, doğası ne olup ne olmadığı açığa çıkar. Özgürlük kavramını, topluluklar halinde yaşayan insanları bireyselleştirerek sistemle bütünleştiren her türlü tanım ve içerikten arındırmak, toplumsal ve toplum çıkarına olanın aracı haline getirmek gerekir. Özgürlük; insanların doğal olarak sahip olduğu düşünme, hissetme, hareket etme ve temel eğilimleriyle özelliklerini gözeten, yaşatan, koruyan alanda kalmalıdır.
Özgürlüğün, Antik Yunan’dan, Platon’dan günümüze kadar olan süre içinde, farklı anlam ve içerikte de olsa önemli felsefe tartışmalarında yer alan bir konu olduğu bilinmektedir. Özgürlük kavramı, filozoflar tarafından ele alınmış, toplumbilimciler tarafından araştırma konusu yapılmış, günümüze gelinceye kadar değişik tanım ve muhteva kazanmıştır. İnsanlığın gelişimindeki etkisinden dolayı rahatlıkla söylenebilir ki özgürlük, insanlığın temel sorunlarından biridir. Zira kavramın içeriğinin belirlenmesinde uzlaşılan bir noktanın bulunamamasından ötürü, kavramın belirginleşmesi önünde önemli güçlükleri vardır. Belirsizlikle, kesinlikle, insan varlığı ve insanın doğasıyla ilişkisi, özgürlükle nelerin nitelendiği, tanımın hangi öğeleri içerdiği, kimin özgürlüğü, neyin özgürlüğü, imkân, zaman ve konjonktür gibi birçok unsurla ilişkisi olan kavram, ele alınan özelliğine göre biçim ve içerik kazanabilmektedir. Sosyoloji, siyaset ve felsefe alanlarında birbirine benzeyen ve özgün içeriklerle adlandırılmaktadır. Özgürlük, geçmişten bugüne sayılan öğelerin gölgesinde ve bir toplumsal ihtiyaç olarak ele alınmıştır. Özgürlük aynı zamanda evde, sokakta, iş ocağında ayrım yapabilme, seçme, kendi olma halidir. Bundandır ki Michel Foucault, “Gerçek özgürlük kendini bilmektir,” demektedir. Aynı minvalde İoanna Kuçuradi, “öğretici bir serüven” olan özgürlükten ilk öğrenilebilecek olanın, türüyle ilgili ayrım yapma gerekliliği olduğuna dikkati çekmiştir. Kuçuradi’ye göre kavramın tanımı şudur: “Özgürlük, bir olanak olarak insanın yasal bir olanağı olarak, gerçeklik olarak kişilerin belli bir özelliği olarak ve gereklilik düşüncesi olarak toplumsal ilişkilerin düzenlenmesine ilişkin bir idea olarak karşımıza çıkıyor. Ama her üç durumda da özgürlük bir değer olarak görülmektedir. Tür olarak insanın bir değeri, bir kişi değeri ve toplumsal bir değeri. Çeşitli anlamlarıyla özgürlük sorunu, amaçlarımızın değeri sorunudur. Kişiler olarak da, bilgi olarak da, insanlık olarak da kendimize koyduğumuz amaçları değer bakımından gözden geçirmek şu postmodern denilen çağda en önemli ihtiyaçlarımızdan biri görünüyor.”
Denebilir ki özgürlük sorunsalı, adalet ve gerçek bir demokratik ortamla birlikte, insanlık tarihinin en önemli problemlerindendir. Bu nedenle de büyük sermaye gruplarının egemen olduğu sistemde anılan kavramlar, amaç ve anlamından bağımsız olarak pek çok farklı tanımlara kavuşturulmuştur. Özgürlük genellikle bazı kavramlarla birlikte tartışılır. Bunlar konjonktür, ihtiyaçlar, kalkınma, güvenlik, kesinlik, standartlar, belirsizlik gibi kavramlardır. Bu yazıda özgürlük kavramı, birey olarak özgürlük, toplum olarak özgürlük konusu ve özgürlük alanı ile birlikte ele alınacaktır. Kuşku yok ki, özgürlük üzerine düşünmenin en etkili yolu; ona dair daraltıcı her şeyi sağlıklı analiz etmekten, kurulu düzenin özgürlükten niçin bu denli çekindiğini görüp anlamaktan geçer. Bir şekilde özgürlükleri tehdit eden, özgürlük alanını doğrudan ya da dolaylı olarak daraltan, özgürlük zeminini kaygan hale getiren her türlü gösterge, açık gizli gözdağı anlamına gelen eylem ve etkinlik, özgür toplum istemini engeller. Özgürlük alanını, siyaset ve piyasa üzerinden açıklamak, özgürlük kavramını bağlamından koparmak demektir. Siyasi tercihlerin ret etmek ya da onaylamak biçiminde yapılabilmesi ya da mal ve hizmetler için serbest dolaşımın ve piyasanın olması, geniş bir özgürlük alanını ifade etse de bu, toplumun bütün kesimlerinin söz konusu alandan yararlandığı veya yararlanabildiği anlamına gelmemektedir. Aslına bakılırsa teorik tartışmaların üslup, anlam ve kavram yönünden yol açtığı her türlü güçlüğe ve maksadın doğru anlaşılmasını zorlaştırmaya karşın, özgürlük kavramını kolay anlatma ve açıklamanın yollarından biri de başkasının özgürlüğünün sınırlandırılması söz konusu olmadıkça herhangi şekilde sınırlanmamadır. Bu yanıyla kesinlik/katiyet ve belirsizlik/müphemlik kavramlarından bağımsız olarak özgürlüğü anlatmakla onu yaşamak arasında, birbirine benzeyen belirgin bir süreç vardır. Başka bir ifadeyle bir insan zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünüp davranabiliyorsa, düşüncelerini açıklayabiliyorsa, bu gibi etkinliklerde bulunurken yasal bir yaptırıma tabi tutulmuyorsa özgür sayılabilir. Zira bu durum, insanın, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine ve düşüncesine göre karar vermesi durumuyla eşleştiğinde, iradeye saygı ve mutlak karışmama hali benimsendiğinde, özgürlük tekâmül etmiş olur. John Stuart Mill’e göre, toplum ve devlet, bireyin bağımsızlığını baskılayan iki önemli kurumdur. Hâlbuki belirtilen iki kurumun özgürlük alanına dair devreye girmesi, ancak başkalarına zarar söz konusu olursa mümkün olmalıdır. Özgürlüğün gelişimi için toplumla bağdaşmamak, toplumun baskısı olmadan ve topluma ihtiyaç duymadan karar almak, seçim yapmak belki de olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Özellikle otorite söz konusu olduğunda boyun eğmemek, topluma giydirilen kostümlerden ve doğru olduğu ileri sürülen dikenli yollardan çıkmak da. Elbette ki kurucu düzenin ideologlarının dillerine pelesenk olan ve her biri açık, gizli kısıtlayıcı amaç taşıyan koşulları ve imkanları hiç yerine koymak da.
Özgürlük alanı; en çok otoriteye, siyasi iktidara, devlet gücünü elinde bulunduran kurumlara, mahalle baskısı uygulama gücüne sahip olanlara karşı verilen bir mücadeleyle genişleyebilir. Özgürlüğe inanan bir arkadaş grubu, özgürlük için mücadele eden, bedel ödeyen herhangi bir çevre, farkında olmadan veya bilerek kendi içinde yer alan bireylerin özgürlüklerini kısıtlayarak özgürlük alanını daraltabilir. Onların hayatına doğrudan ya da dolaylı müdahalelerde bulunabilir, onlar için özgürlük ortamını zedeleyip tahrip edebilir. İster belirsizlikle ister katiyetle olsun, bilinçli ve nitelikli bir biçimde özgürlük alanına yapılan her türlü saldırı, bireylerin kendisine ve oluşturdukları topluma güven duygusunu, toplumların ortak geleceklerini ve toplulukların bir arada yaşama iradesini ve arzusunu olumsuz yönde etkiler. Günlük yaşamın doğal akışı içinde şekillenen, kısacası günlük hayatın hengâmesi içinde karşılaşılan her türlü özgürlük ihlali, içerik ve nitelik bakımından siyasi otoritenin, elinde güç bulunduranların bilerek ve isteyerek uyguladıkları baskılardan ayrı ele alınmalıdır. Ayrıca kolektif etkinliklerin, farklı kesimlerin ortaklaştığı iş ve eylemlerin insan özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyen, onu çevreleyen ve kısıtlayan, insanın kendini baskı altında hissetmesine yol açan ve özgürlük alanını açık şekilde daraltan unsurlardan arındırılması gerekir. Herkesin aynı şeyi yapmak zorunda olduğu veya aynı şeyi söylemek zorunda kaldığı yerde, hiç kimse yoktur.
Diğer yandan özgürlük kavramı yere, zamana, ihtiyaca, otoritenin yaptığı yasalara, kural ve kaidelere bakılmaksızın ele alınması gereken bir mefhumdur. Özgürlüğü sınırlayan şey, gene özgürlüktür. Bu sınır; başkasının odasına, hayatına, yapıp ettiklerine, yapmak isteyip istemediklerine ve hatta keyfiyetine karışmadır. Özgürlük alanının genişlemesi, bir toplumun geleceğinin şekillenmesinde programın veya senaryonun değişmesi demektir. Oyuncuların da değişmesi elbette…
Kuşku olmasın ki pratik olarak şimdiyi ve geleceği ilgilendiren her türlü etkinlik, bir şekilde insan özgürlüğüyle ilişkilidir. Bize ait olana tesir eden her türlü faktör, özgürlük alanına, ne istediğimize ve nasıl istediğimize doğrudan ve açık biçimde müdahaledir. Tercihlerimiz ve kendimizle ilgili kararlar kadar, bize dayatılan ya da seçmek için yüz yüze kaldığımız süreçler de özgürlüğümüzü, özgür olup olamadığımızı açıklar. Hiçbir ehveni şer ve çoktan seçmeli tercih manzumesi, isteme dayalı ve özgür bir seçim anlamına gelemez. Seçim yapabilmek konforuna sahip olmak, gerektiğinde seçim yapmama serbestliğini ve rahatlığını da içeriyorsa anlamlıdır.
Özgürlük Alanı ve Tüketim Toplumu İlişkisi
Denebilir ki özgürlüğün toplumsal kökeni, belki de en eski ve ilkel özgürlük anlayışı, bugün de geçerlidir. Zira orta çağda iktidarla yakından ilgili olan özgürlük, günümüzde de yönetenlerin kontrolündedir. Yönetenler ne kadar isterse birey ve toplum o kadar özgürdür. Özgür birey toplumsal olandan, farklı olandan yana tavır almak noktasında, seçimlerinde ve içerikler üretmede özgür kişidir. Müesses nizamda, özgürlük olmadan ekonomik faaliyetler amacına ulaşamaz. Bu yüzden de tüketici pazarının ve iyi tüketicilerin olması için, özgür olmak ve özgürlük önemlidir. Kurulu düzenin yönetenlerine göre özgürce tüketen insanlar, bunun sonucunda özgür olduklarını sanırlar. Burada özgürlük sorunsalı, sadece tüketici özgürlüğü olarak ele alınmaktadır. Seyahat edebilme, konaklama, satın alma, mülk sahibi olabilme vesaire, vesaire… Bu, son derece kasıtlı ve yanlış bir değerlendirmedir.
Tüketim toplumu gerçeği ele alınmaksızın, günümüzde uygulanan özgürlük kavramının anlaşılması zordur. Bireylerin toplumdan koparılarak bireyselleştirildiği, böyle daha kolay baştan çıkarıldığı ve yönetildiği, iyi tüketen birer müşterilere dönüştürüldüğü hatta köle gibi çalıştırıldığı sistemin adıdır tüketim toplumu. Aynı zamanda bölen, parçalayan, kontrol eden, yöneten ve yönlendiren sistemdir. Sistemin mottosu şudur: herkesi kendine ve kurduğun sisteme asker et.
Şüphe olmasın ki, kişilerin baskı altında tutulmasıyla tüketim toplumunun sadık bireyleri olması arasında hiçbir fark yoktur. Her iki durumda da bireyin özgürlüğü, seçimleri, tercihleri, ürettiği içeriklerin niteliği hatta fikirleri kontrol altındadır. Konuyla doğrudan ilişkisi nedeniyle Zygmunt Bauman’ın Özgürlük adlı kitabının arka kapağından aktarıyorum: “Sistemsel yeniden üretim, toplumsal bütünleşme ve bireysel eylem arasında bir odak merkezi haline gelir. Bize benzer toplumlar, özgürlüğün sorunsalları ve savaş alanları, üretim alanından tüketim alanına kayar; bireysel özgürlük her şeyden önce tüketicinin özgürlüğünden oluşur. Etkili bir pazarın varlığına bağlanır ve karşılığında bu pazarın varlık koşullarını temin eder.”
Sermayeyle ilişkileri ele alınmaksızın ya da kavramların kökeninin sermayeye dayandığına bakılmaksızın özgürlük ve demokrasi kavramlarını yeterince anlamak, sağlıklı biçimde yorumlayıp toplumsal olanın hizmetine sunmak, ne yazık ki olanaklı değildir. Bundan dolayı özgürlük alanının, sermayeye dayanan kökeninden bağımsız olarak demokrasi kavramıyla açık, net ve sarsılmaz bağları vardır. Anılan bağdan ötürü, özgürlük ve demokrasi kavramlarını hem kavram hem de söylem bakımından, siyaset alanının dışında, kendine has bir kurumsal yapı oluşturacak form haline getirmek gerekir. Her iki kavram da siyasetle bağları yönünden özgür, açık ve anlaşılır olmadıkları, müdahalelerden bağımsız ve siyasi maksatlar karşısında yansız görünmedikleri sürece gelişemezler ve geliştirilemezler. Siyaset kurumunun emrindeki ya da etkisindeki özgürlük ve demokrasi kavramları, tam ve kesin biçimde nitelik ve içerik, anlam ve netlik kazanamazlar. Zira kavramlar ve ilkeler, imtiyazlı bir zümrece hiçbir kural tanımadan, içeriklerinden pervasızca koparılmaktadır.
Yönetenler ve Siyasetin Etkisi Bakımından Özgürlük Alanı
Gerek özgürlük alanı gerek özgürlük ortamı, güvenlik mülahazalarıyla, istikrar amacıyla, ekonomik kalkınma beklentisiyle, günlük ve döneme özgü geçici tedbirlerle daraltılmamalı, herhangi bir özgürlük ihlal edilmedikçe özgürlükler kısıtlanmamalıdır. Özgürlük konusunu, bir önceki başlıkta saydıklarımın tamamının önünde görmek, öncelemek gerekir. Özgürlük öyle bir kavramdır ki insanlar kendilerini özgür saymadıkları hiçbir yerde, güvenlik içinde hissetmezler. İnsanların özgür olmadığı hiçbir ortam onlar açısından istikrarlı, hiçbir ekonomik refah ve kalkınma, özgürlüğün olmadığı topluluklar ve bireyler için kolaylaştırıcı değildir. Refah ve kalkınma kadar özgürlük ortamı da kitlelere nefes aldırma konusunda etkilidir. Belli bir bilinç düzeyine erişmiş kimseler için özgürlük yoksa hiçbir şey yoktur. Dinler, dinlere dair hassasiyetler, ideolojiler, milliyetçilik, insanları toplu halde harekete geçiren ve onları bir arada tutan ortak amaçlar, kimi zaman, özgürlük alanını daraltan, özgürlükleri kısıtlayan faktörlere dönüşürler. Söz konusu hassasiyetlerle özgürlük alanı arasında doğru bir ilişki kurulmadıkça her zaman özgürlük alanının aleyhine kısıtlayıcı gelişmeler yaşanır. Aynı zamanda devlet mefhumu, devletin çıkarları, vatan ve millet kavramları gibi, sonradan üretilmiş araçların tamamı, özgürlük alanını daraltmaktadır. Yukarıdaki belirtilen hassasiyetler nedeniyle bireyleri, toplulukları hatta insanlığı, başkalarının istediği şekilde yaşamaya zorlamak yerine, istedikleri gibi yaşamalarına fırsat tanımak çok daha kazançlı olabilir. Yeni bir şey denenerek mevcut esaret sisteminin dışına çıkılabilir.
Unutmamak gerekir ki; özgürlük alanını daraltan algı yönetimi, gerçekleri aynısının kopyalarıyla gizleme, baskı atmosferi, korkuyla korkutmak ve korkuyla yönetmek gibi etkinlilerin tamamı maksatlı ve bilinçlidir. Sayılan unsurların hepsi yerel ve evrensel düzeydeki sermaye ile toplumun geri kalanı arasındaki farkı gizlemeye yöneliktir. Zira bu dünyada toplumsal olanı, özgürlük ve adaleti etkileyen gerçekte tek bir fark vardır: bu da tröstlerle toplumun geri kalanı arasındakidir. Diğer her şey, bu farkı gizlemeye dönük maksatlı ayırımlar, saklambaç oyununun sürdürülmesine yardımcı olan rollerdir. Ya da söz konusu sahnenin farklı tonlarla gösterilen perdeleridir.
Konuyla yakından ilgisi nedeniyle siyasal öncülerin özgürlük alanına etkisine birkaç cümleyle değinmekte yarar var. Hemen belirtmek gerekir ki, siyaset kurumu ve özellikle siyasi yapıların çekirdek kadroları ve seçilmiş öncüleri, norm koydukları andan itibaren toplumun özgürlük dinamiğini tehdit eden yapılara, baskıcı aygıtlara, otoriter ve totaliter rejimlerin nesnesine dönüşürler. Yargılama ve değerlendirmelerin kendisine göre yapıldığı, kendi istediği gibi ölçütlerin konulduğu, uyulması gereken kuralların önder kadrolarca ilan edildiği, düzgülerin (norm) süreçleri belirlediği bütün zeminler, dolaylı tehditler ve açık tehlikeler içermektedir. Farklı toplum kesimlerinin evet ya da hayır dediği, reddettiği veya onayladığı her şeye dair, kitlelerin doğal dinamiğine dışarıdan yapılan bu türden müdahaleler, ilan edilen kurallar, despotik prosesler (süreç) yaratır. Bu gibi yaklaşımlar, aynı zamanda otoriter anlayışı besler. Otorite alanı genişledikçe özgürlük alanı daralır. Dün başka, bugün başka olma özgürlüğüne ve elastikiyetine sahip siyasal partiler ve çekirdek kadrolar, aynı durum kitleler için söz konusu olunca hemen baskıcı, suçlayıcı hatta karalayıcı dile sarılmaktadırlar. Aynı kesimler, kendilerine helal saydıkları şeyi, halk yığınlarına haram kılmaktadırlar. Böyle böyle halk yığınları sürü gibi görülmekte, hiçbir kesinlik içermeyen ve her zaman değişkenlik gösterebilen bir alan olan siyaset arenasında, siyasi elitler diledikleri gibi hüküm vermektedirler. Gerçekte hükumet olmakta bir etkisinin olup olmadığından, oyların doğru sayılıp sayılmadığından bağımsız olarak ne yazık ki oy istemenin, sandığa çağırmanın kendine has adabı, siyaset dehlizlerinin ürettiği kötü ve karşıt yaratan dilin, öznel siyasi çıkarların kurbanı edilmektedir.
Özgürlük sorunsalının tartışılıp konuşulduğu her defasında altını çizmek gerekir ki, özgür düşünce ve özgürlükçü düşünme olmadan, özgürlükçü olunamaz. Özgürlük bağlamından ve özgürlükçülükten koparılan hiçbir parti ve parti yönetimi demokratik sayılamaz.
Özgürlük, Hakkıyla Özgürlük Olmalı; Özgürlük Denmeyi Hak Etmelidir
İnsanın aklı, ruhu, vicdanı ve duygusu onun doğasının parçasıdır. Bunlar insanların doğal olarak sahip oldukları söylenen düşünme, hissetme ve hareket etme biçimleri de dahil olmak üzere temel eğilimleri ve özellikleri ifade eden insan doğası kavramına dahildir. Bundan dolayıdır ki, günümüzde özgürlük kavramına dair sürdürülen ve pratik felsefeyle ilişkisi olmaksızın yapılan tartışmaların tamamı, sınırlı ve yetersiz kalmıştır. Bununla birlikte denebilir ki özgürlük kavramının en pratik ve en kapsamlı olanı; kişinin iradesi ile baskı altında olmadan, insan olmanın gereği olan ve insan onuruna uygun düşen isteklerini hayata geçirebilmesi ve buna ilişkin bir ortamda yaşaması ve bunu hissetmesidir. Kişinin kendi dar çevresinin isteklerine boyun eğmek zorunda kalmaması, dilediği gibi karar vererek hareket edebilmesi ve yer değiştirebilmesi de özgürlük kavramının yeni ve belirgin kazanımlarıdır. Kavramsal olarak konu, bireylerin ve toplulukların fikir ve görüşlerini sansür, yasal yaptırım veya tehdit korkusu olmadan ifade etme, koruma ve yayma hakkıdır. Keza kendisi için iyi olanı istemek, kendi yararına olanı tercih etmek, kendisine ait olanı korumak ve kollamak, herhangi bir şeye zorlanmamak, koşulların özgürlük anına doğal müdahalesi dışında, herhangi bir dış müdahaleye maruz kalmamak hakkıdır. Özgürlük, hakkıyla özgürlük olmalı, özgürlük denmeyi hak etmelidir
Dikkatli okurların gözünden kaçmasa da Özgürlük Nedir başlıklı yazımda, aşağıda ifade edilenleri dile getirmiştim: Tarih penceresinden bakıldığında ve tarihin belli bir aşamasından itibaren incelendiğinde, Platon’dan günümüze değin, özgürlük kavramına ve onun ne olması gerektiğine dair birçok şeyin ortaya atıldığı görülecektir. Aristoteles isteyerek yapmaktan, Isaiah Berlin, birbirine zıt yorumlar içeren negatif ve pozitif özgürlükten, John Stuart Mill müdahale etmemekten, Farabi istençten, yani iradeden söz etmiştir. Kısacası özgürlük isteyerek yapmayla başlayan, iradeyle yoğunluk kazanan, müdahale etmemek gibi sınırları olan ve aynı zamandan mutlak karışmamaya dayanan dinamik bir kavramdır.
İnsanlık tarihinin en önemli problemlerinden biri olarak adlandırılan özgürlük kavramı, kuşku olmasın ki gelecek kuşakların şekillenmesinde, toplum içinde, şu ya da bu biçimde roller edinmesinde etkili olmaya devam edecektir. Oturmuş, anlatabilen ve gösterebilen davranış biçimini, değerler zincirini ele almadan aktarmak hatta tartışmak, özgürlük sorunsalını, özgür seçimler yapma ve içerikler üretme perspektifinden koparır. Yazık ki özgürlük kavramı, egemenler tarafından içeriğinden koparılarak, sulandırılarak, değiştirilip başkalaştırılarak, ambalajlanarak günümüzdeki haliyle dolaşıma sokulmuştur. Bir bakıma kendimizden sorumlu olma iradesi olan özgürlük kavramı, bir bakıma mutluluk arama yöntemidir.
Yeniden inşa sürecinin savunucularının ileri sürdüğü gibi özgürlük ve mutluluk, ekonomik gelişmeden, kalkınma ve refahtan doğrudan etkilenmekte olsa bile, John Stuart Mill, konuya bambaşka bir açıdan yaklaşmaktadır. “Özgürlük denmeyi hak eden tek özgürlük biçimi, başkalarını mutluluklarından mahrum etmediğimiz ya da mutluluğa ulaşma çabalarında onlara engel olmaya kalkmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz şekilde aramaktır,” (Hürriyet Üstüne).
Özgürlük Olmaksızın Demokratik Ortama Varmak, Demokratik Ortam Olmaksızın Özgürlük Olanaksızdır
Demokratik ortam ve hoşgörü kavramı olan farklı olana saygı, özgürlük alnının genişlemesiyle, kavramın sağlıklı bir zemine oturmasıyla kopmaz ve sarsılmaz biçimde bağlıdır. Görünmesi, bilinmesi veya kavranması gereken herhangi şeye dikkat etmek bağlamında ele alınması lazım gelen farklı olana saygı, bize ait olana, kişisel seçimlerimize ve özgürlük alanımıza her hal ve şartta mutlak karışmamayı zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda yönetim anlayışlarından bağımsız olarak ele alınması gereken farklı olana saygı, bireylerin, seçimlerini özgürce yapma ve kişisel içerikler üretme süreçleri bağlamından kapmamalıdır. Aralarında fark bulunanı korumak, kendine ait odası ya da kendi mahallesi olmak, serbest seçimler yapmak, kendini simgeleyen içerikler üretmek, inancı olsun olmasın toplumdan saygı görmek, özgür ve demokratik ortamların kuluçkasıdır. Bu kavramlar gözetilerek yapılan her hazırlık, insanlığın ortak geleceğine katkı sağlar. Bilinmelidir ki gerçek bir özgürlük olmaksızın demokratik ortama varmak, demokratik ortam olmaksızın bireyi simgeleyen içerikler üretmek olanaksızdır. Sayılan seçimlerin tamamı, bireyin özgürlüğünün, kendini kendine göre tanımlamanın, simgelerle kendini ifade etmenin, davranma ve değerlendirme yeteneğinin en belirgin kanıtıdır.
Kişinin kendi kendisini belirlemesi ve bir lüks gibi görülse bile zamanını kendisinin yönetmesi özgürlük alnının belki de en önemli parametresidir. Bireyin veya toplulukların kendisini, dış baskı, etki ya da zorlamalardan bağımsız olarak, kendi ideallerine, motiflerine ve isteklerine göre yönlendirmesi de özgürlük alanını zenginleştirir.
Siyasi Partiler Yönünden Özgürlük Kavramı
Siyasetin geniş halk yığınları tarafından ilgiyle izlenmesi, siyasi kadrolar ve siyasetin dinamik bağlaşıkları yönünden tutkuyla yapılmakta olması, onu açık ara en kitlesel etkinlik haline getiriyor. Bu da insanlığı yakından ilgilendiren özgürlük, demokrasi ve adalet gibi kavramların yerinde kullanılması, gereği gibi uygulanması, toplumun her kesiminin anılan kavramlardan yararlandırılması alanlarında ciddi ve haklı beklentiler yaratıyor. Bununla beraber, partilerin ve parti çekirdeğinin tutarsızlığı, söz ve eylemde çelişki içinde olması; birbirinden farklı yaklaşımlar, karmaşık ve anlaşılması güç fikri üretimler, taban tabana zıt siyaset pratikleri ortaya çıkarıyor. Özgürlük alanının güvenliği söz konusun olduğunda, bir yandan askıya alınan ve hiç değerinde görülen kurallarla ve teamüllerle süreç zorlaştırılıyor, bir yandan ilkeler ve programlara dayalı siyaset anlayışı, hiç olmadığı kadar esnetilerek sulandırılıyor. Bundandır ki nasıl ayakta kaldıklarını ve ne şekilde faaliyet sürdürdüklerini olabildiğince az değerlendirip değiştiren politik kurumlar, toplumların özgürlük talebine umut olamıyor, özgürlük söylemi konusunda güven veremiyor, özgürlük alanının bir parçası haline gelemiyorlar. Bu gibi yapılar, aynı zamanda geleceğe dönük özgürlükçü toplum ve özgür düşünce vaatlerini gerçekleştiremiyor, bu konuda kitleleri ikna edemiyorlar.
Özgürlük En Çok Şimdiyi ve Anı ilgilendirir (Özgür birey tarihsel ve toplumsal bir yaratım olsa bile)
Hangi amaçla olursa olsun, herhangi şekilde yasaklama, baskı, sınırlama varsa özgürlük yoktur. Özgürlüğü duyumsamak için tek başına özgürlük alanı yeterli değildir. Bireysel tercihler, seçimler, içerik üretme serbestliği, mutlak karışmama gibi her biri başlı başına özgürlük değeri sayılan kavramların hakkıyla yerini bulması ve hissedilmesi gerekir. Özgürlük bireyi imtiyazlı hissettirse bile bütün önemine ve değerine rağmen kavramın kendisi ayrıcalıklı bir şey değildir. Beşikten mezara kadar insan hayatını ilgilendirdiği için yaşanması gereken bir şeydir. Kavramın yerli yerine oturması, imkana ihtiyaç duysa da herhangi bir rejimin bütün yasalarının özgürlüğü esas alarak ele alınmasını kaçınılmaz kılar. Özgürlük zaaflardan, menfaatlerden, tüketim toplumunun acımasız gerçeğinden, insan doğasının bir parçası olan öğelerden koparılarak/bağımsız biçimde ele alındığında; kavrama ait sorunlara, özgürlük alanına dair köklü ve esaslı çözümler bulmak zorlaşır. Kavram, anlam ve içerik bakımından anlaşılması zor ve karmaşık hale gelir. Belirlenmiş seçeneklerin içinden seçim yapmak, kavram olarak özgürlüğü tanımlamaya yeterli değildir. Yeniden inşa sürecinin teorisyenleri, günümüzdeki pazar yönetiminin benliği inşa etmekte en önemli parçalardan biri olduğunu, özgürlüğün sembolik kaldığını, ona ulaşmanın güç göründüğünü ileri sürüp durmaktadır. Bu hem doğru değil hem de kavramı içeriğinden arındırarak sulandırmaktır. Özgürlüğü amaçsız ve anlamsız kılmaktır. Tekrar etmek gerekirse, özgürlük kavramı, egemenlerin çıkarları doğrultusunda onların emrindeki teorisyenler tarafından içeriğinden koparılarak, sulandırılarak, değiştirilip başkalaştırılarak, ambalajlanarak günümüzdeki haliyle dolaşıma sokulmuştur.
Açık ki günümüzde özgürlük, Bentham’ın (**) Panoptikon (***) modeline göre şekillenmektedir. Bentham’a göre gözlemlenen yanlış davranışların ceza getireceğini bilen ancak ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahkumlar, her hareketini kollamak ve cezaevi yönetiminin isteklerini uygulamak zorunda kalacak, hep doğru ve emirlere uygun davranmak mecburiyetinde olacaktır. Bu durumda denetleyenler özgürdür, mahkumların ise özgürlükleri kısıtlanmıştır. “Yönetenler özgürdür, özgür olanlar yönetir. Yönetilenler özgür değildir, özgür olmayanlar yönetilir.” (Jeremy Bentham’dan aktaran Zygmunt Bauman, Özgürlük adlı eser)
Bölümün son cümlesi olarak söylemek gerekirse; özgürlük geçmiş ve gelecek arasında ele alınacak bir kavram değildir. O şimdiyi ve anı ilgilendiren, her yerde ve her anda eksiksiz mevcut bulunması gereken bir şeydir. Zira geçmişle gelecek arasındaki en temel ayırım, gelecek lehine seçimlerin ve eylemlerin henüz olmamasıdır. Bu, öngörülebilir olanlar da dahil, olgular ve sistemler yönünden gelecek kavramını belirsiz ve tanımlanması zor hale getirir. İnsanlığın gelecekteki seçimleri, bugünün özgürlük alanına ve bireylerin özgür içerikler üretme istemine göre şekillenecektir. Bir sosyoloji konusu olarak, belki de gelecekte özgürlük, çok daha farklı parametrelerle ele alınacak, topluluklar ve bireylerce hissedilecek, yaşanacak, yaşatılacaktır. Yazıyı Bauman’ın şu sözü ile noktalayalım: Özgür birey, insanoğlunun evrensel bir durumu olmaktan çok uzaktır; o tarihsel ve toplumsal bir yaratımdır.
(*) Bu yazının hazırlanmasında Zygmunt Bauman’ın Özgürlük adlı eserinden yararlanılmıştır.
(**) Jeremy Bentham, İngiliz filozof ve hukukçu. İnsanları, rasyonel bir biçimde kendi çıkarlarını izleyen ve faydalarını en yüksek noktaya getirmeye çalışan canlılar olarak gördüğü ileri sürülür. Faydacılığın kurucusu olarak da bilinir/adlandırılır.
(***) Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Tasarımın konsepti gözetlenme üzerine kuruludur. Panoptikon kavramı, Grekçe kökenli “pan” ve “opticon” olarak iki farklı kelimeden türetilmiştir. (Vikipedia)
Deng Dergisi, sayı:134
YAŞAM