Türkçe | Kurdî    yazarlar
Bir takımdan fazlası: Amedspor

2025-12-09

Cevat Düşün

Amedspor bugün Türkiye 1. Ligi’nde mücadele ediyor; fakat sahaya yalnızca bir futbol takımı olarak çıkmıyor. Her maçta bir şehrin yükünü, bir halkın tarihsel hafızasını ve uzun yıllardır bastırılmaya, ötelenmeye, kriminalize edilmeye çalışılan bir kimliğin inadını taşıyor. Amedspor’un mücadelesi bu yüzden diğerlerinin mücadelesiyle kıyaslanamaz; çünkü sahada top değil, tarih dönüyor. Ve o tarih, bazen tek bir pasın içine bile bir halkın kırgınlığını gizleyebiliyor. Dün oynanan Ümraniyespor–Amedspor maçında tribünlere asılan 16 Türkî devlet bayrağı ve çalınan mehter marşları bunun en çıplak göstergesiydi. Bir futbol maçına değil, bir kimlik kuşatmasına hazırlanmış gibiydiler. O bayraklar bir dekor değildi; Amed’e “Sen makbul değilsin” demenin sembolik bir yöntemi, adeta mehter marşlarıyla törensel bir linciydi.

Sanki iki takım değil, 16 Türk devleti bir olmuş tek bir takım hâline getirilmiş ve karşılarına bir “düşman” ülke takımı çıkıyormuş izlenimi yaratılmak istenmişti. Sanki sahaya 11 futbolcudan ziyade, bir halkın kolektif hafızası ve varlığı cezalandırılmak üzere ritüeller sergileniyordu. Ama her barikatın bir hesabı, her sembolik duvarın bir çatlak anı vardır. O an, dün Amedspor’un 4–3’lük galibiyetiyle bütün kötücül çabalar boşa düşürüldü. O skor yalnızca üç puan değildi; bir ezberi bir kez daha bozan ve önyargıların duvarını yıkan, nefret ritüelini boşa çıkaran bir zaferdi. Dün yaşananlar ne ilkti ne de tesadüf .Maalesef yıllardır Amedspor’a karşı süren bir düzenin örgütlü lincin devamıydı. Muhtemelen benzer hadiselere şahit olmaya devam edeceğiz. Ama temennim dün yaşanan hadisenin son vuku olmasıdır. Amedspor’un maruz kaldığı sistematik baskının geçmişi, Ümraniye’de çalınan mehter marşları ve asılan 16 bayrakla başlamadı. Yıllar öncesinin deplasman yasaklarının, linç girişimlerinin ve hakaret dolu tezahüratların devamı niteliğinde yeni bir şiddet ayiniydi.

Geçmişte yaşananlara dair bazı örnekler

Geçtiğimiz yıllarda Ankaragücü deplasmanında yaşananlar sıradan bir maç değil, bir linç atmosferiydi. Amedspor futbolcularının üzerine yabancı maddeler yağdırılmış, hakaretler havayı kesmiş, sahaya çıkmak adeta “hayatta kalma” hâline dönüşmüştü. Rakip tribünlerin dili futbol dili değildi; bir nefret eylemiydi: “Vurun, gönderin, bitirin.” Sanki bir maç değil, bir infaz töreniydi. Bursaspor maçında ise daha vahim sahneler yaşandı. Tarihe kara bir leke gibi kazınan o olay…

Sahaya ısınmaya çıkan Amedspor oyuncularına saldıran taraftar grupları, tribünlerde kilometrelerce uzayan ırkçı pankartlar, “barışı değil ölümü çağıran” sloganlar…Bir futbol maçından çok, bir nefret seremonisiydi. Bütün bunlar olurken kimse “Yeter” demedi. Amedspor o gün yalnız bırakıldı. Örgütlü ve bilinçli şekilde hedef gösterildi. Amedspor’un en karanlık deplasman sahnelerinden biri de, o gün Bursa’da yaşandı. Futbolun bir oyundan çıkıp bir nefret savaşına dönüştüğü, tribünlerin spor kültürünü değil, bir halkın geçmiş travmalarını hedef aldığı o kara gün… Sahanın içi de dışı da aynı mesajı veriyordu: “Burada futbol değil, inkâr oynanacak.” Tribünlerde açılan pankartlar artık sadece ırkçı değildi; tarihin en kirli sayfalarından beslenmiş bir kötülüğün görsel itiraflarıydı. JİTEM’in beyaz Toroslarıyla kaçırılıp bir daha geri dönmeyenlerin, faili meçhullere gömülenlerin, Diyarbakır’ın 90’lı yılların karanlığında her sokaktan duyulan acılarının sembolü olmuş o beyaz arabalar yani Torosların görüntüsü, yıllarca Kürtlerin zihninde ve hâlâ tazeyken…

23 Şubat 2003’te ben de Diyarbakır’da JİTEM tarafından kaçırılıp, kurşunlanıp ve uçurumdan atıldım. Ölü numarasıyla kurtuldum. Bu duygunun ne olduğunu, tesadüfen hayatta kalan ve hâlâ yaşayan biri olarak çok iyi bilirim. Bursaspor tribünleri o gün o beyaz Torosları pankartlara taşıdı. Korkutmak için değil; bir halkın hafızasını kasıtlı olarak kanatmak, ajite etmek ve bir tahakküm dili kurmak için. Pankartlarda resimler, sloganlar, “ölümün çağrısı” gibi çürümüş mesajlar vardı. Bir futbol maçının atmosferine değil, bir toplu mezarın karanlığına aitti. Sanki sahaya futbol topu değil; bir annenin gözyaşı, faili meçhul bir babanın yokluğu, kayıp bir kardeşin acısı atılmıştı. Ve bütün o acıya gülerek, alkışlayarak, bağırarak bakıldı. O gün tribünlerde dolaşan şey nefret değildi yalnızca; bir halkın yasına ve acılarına saldırmaktı.

Sözde futbol sevgisi adına açılan o pankartlar, bir Diyarbakırlı olarak içimi defalarca acıttı. Çünkü o beyaz Toros görüntüleri bizim için bir dekor değil; bir mezarlığın kapısıdır. Bir kaybın çığlığıdır.Bir annenin her gece beklediği ama asla gelmeyecek olan evlattır. Bursaspor tribünleri işte o kapıyı yeniden araladı, o çığlığı yeniden yükseltti. O yaraları ve acıları tekrar dirilti. Ve bütün Türkiye seyretti. Bir futbol maçının atmosferinde, bir halkın toplu travmasının böyle ulu orta kullanılması, spor tarihinin değil, insanlığın ayıbı olarak görülmeliydi.

Ama birkaç duyarlı insan dışında bu nefret ayinine sessiz kalındı. Amedspor sahaya çıkarken top oynamaya değil, tarihin bütün karanlık imalarına karşı direnmeye çıkmış oldu. O gün kaybedilen “sportif nezaket” değildi; insanlık diye bir şeyin hâlâ kalıp kalmadığına dair umutlarımızdı. Bir başka örnek de Sakarya’da yaşandı. Sakaryaspor deplasmanında Amedspor’un teknik kadrosu yumruklanmış, formalar yırtılmış, hakaretler tribünlerden sahaya yağmıştı. Futbolcular adeta bir savaş alanından kaçıyormuş gibi soyunma odasına sığınmıştı. O gün sahada top değil; kibirli bir nefret ve tahakküm şiddeti oynuyordu.

Ve son olarak dün Ümraniye…

Sözde “misafirlik”, tribünlere asılan 16 bayrakla ve yüksek sesle çalınan mehter marşlarıyla bir kuşatmaya dönüştürülmüştü. Bu bir maç değildi; Amed’e karşı 100 yıllık zihinsel sorun ve önyargının sahneye konduğu bir ritüeldi. Tüm bunlara rağmen Amedspor hâlâ ayakta. Hâlâ direniyor. Hâlâ futbol oynuyor. Saha kapatma ve bazen deplasman yasaklarıyla, TFF’nin çifte standartlarıyla, hakem kararlarıyla, tribün nefretleriyle her gün biraz daha bastırılmak isteniyor olsa da. Bir istisnayı hariç tutmam gerekiyor. Mevcut TFF Başkanı İbrahim Bey seçildikten sonra Amedspor’un maçını Diyarbakır’da izlemesi ve yöneticiler ile bir araya gelmesi şüphesiz Türkiye futbol tarihinin de en önemli ve değerli anlarından olduğunu belirtmek gerek. Bu örnek haricinde sürekli Amedspor’un adı bile siyasallaştırılıyor; çünkü “Amed” kelimesi bile bazılarına fazla “iğreti” geliyor.

Amedspor’un gücü

Ama Amedspor’un bir gücü var: Ne federasyonun, ne sponsorların, ne medyanın gücüyle ölçülebilir bir şey bu… Amedspor’un en büyük gücü Amedspor’u tüm zorluklara ve kısıtlı imkanlara rağmen takımını yalnız bırakmayan halkıdır. Bugün Türkiye’de üç büyüklerden sonra belki de en fazla taraftara sahip Anadolu kulübü, Amedspor’dur. Dünya sıralamasında da ilk yirmi takım arasına girdiğini söylemek abartı olmaz. Alt liglerde mücadele etmesine rağmen, bugün dünya üzerinde yaşayan yaklaşık 71 milyon Kürdün desteklediği ilk veya ikinci takımdır. Bir Diyarbakırlı için Amedspor yalnızca bir kulüp değildir: Bir çocuğun ilk topuna yazdığı hayalin, bir şehrin gururunun ve bir halkın varlık direncinin adıdır.

Amedspor kazandığında Diyarbakır sadece sevinmez; onurlanır, doğrulur, “Buradayız” der. Amedspor kaybettiğinde Diyarbakır sadece üzülmez; bir kez daha dışlandığını hisseder. Hele de kaybetmenin sebebi saha dışı etkenlerse bu dışlanmışlık duygusu daha da büyür.

Ve yıllardır biriken bir kırgınlık vardır: Bu ülkenin futbol tarihinde hiçbir kulüp bu kadar hedef olmadı. Hiçbir kulüp “misafir” olduğu bir deplasmanda bu kadar yalnız bırakılmadı.Hiçbir kulüp sahaya çıkarken bir halkın kimliğini savunmak zorunda kalmadı. Amedspor ise kalıyor. Her maçta kalıyor. Her deplasmanda kalıyor. Her küfürde, her saldırıda, her sembolik kuşatmada kalıyor. Ve bazen sadece sahaya çıkmak bile bir galibiyettir.

Son olarak; Amedspor’un hikâyesi, bir şehrin kırgınlığını taşıyan bir onur hikâyesidir. Bütün engellere rağmen atılan her gol, yalnızca fileyi değil, kötücül niyetlerin , eylemlerin ve ön yargıların duvarlarını da delip geçiyor. Dün Ümraniye’de 4–3 kazanılan maç bir maç değildi; bir halkın inadının yeniden tesciliydi. Amedspor’un hikâyesi budur: Sahayı yenen takım değil, kendisine rağmen sahaya çıkabilen takımdır. Ve bazen yalnızca sahaya çıkmak bile bir galibiyettir.

İthaf

Bu yazıyı Amedspor’un minik ve tutkulu taraftarları olan yeğenlerime (Hiwda, Roj, Baran, Ciwan, Arin, Lorin, Hejmend, Sidar) başta olmak üzere ve bütün bedeni küçük, kalbi büyük Amedspor’un çocuk taraftarlarına ithaf ediyorum.

Medyascope

YAŞAM