9/6/2024
Yektan Türkyılmaz'la Kürtlere ve Kürtçeye yönelik artan nefret saldırılarının arka planını konuştuk. Türkyılmaz, AKP'nin Türkiye tarihinde olmadığı kadar Kürtleri hedefe koyduğunu ve saldırılarla birlikte yeni bir Kürtlük sosyolojisinin doğduğunu söyledi.
Rojhat ABİ
Nevşehir’de 24 Ağustos'ta Diyarbakırlı işçiler, Amedspor forması giydikleri gerekçesiyle silahlı, bıçaklı ve sopalı saldırıya uğradı. Saldırıda yaralanan 13 Kürt işçi gözaltına alındı. Bacağından vurulan işçi Edip Bozkurt tutuklandı.
1 Eylül'de irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi vatandaşı iş insanı Hakim Lokman, İstanbul- Aksaray'da telefonda Kürtçe konuştuğu için bıçaklanarak öldürüldü.
4 Eylül'de Kamu Müteahhitleri ve İş İnsanları Derneği (KAMİAD) Başkanvekili, Diyarbakırlı iş insanı Nedim Şimşek, Kürtçe röportaj verdiği için görevinden alındı. Diyarbakır Müteahhitler Derneği (DİMDER) üyeleri toplu olarak KAMİAD’dan istifa etti.
Kürtlere ve Kürtçeye yönelik artan saldırıları, iktidarın Kürt sorununa bakışını ve bunun sokağa yansımalarını akademisyen Yektan Türkyılmaz ile konuştuk.
- Birkaç gün önce Duhoklu iş insanı Hakim Lokman Kürtçe konuştuğu için öldürüldü. Diyarbakırlı iş insanı Nedim Şimşek de Kürtçe röportaj verdiği için KAMİAD'daki görevinden alındı. Sizce bu noktaya nasıl gelindi?
"Birbirinden farklı saldırılardan bahsediyoruz ama bir genel çerçeveden bahsetmek gerekirse 90'lardan bu yana baktığınız zaman Kürtlerin statüsünde ve Türkiye toplumunda nasıl algılandığı konusunda büyük bir değişiklik oldu. Aslında tektonik bir hareketlilik oldu. 90'lara kadar Türkiye kamuoyundaki ısrarlı vurgu şuydu: 'Kürtler aslında bizdendir, bunun tersini yapanlar bölücülerdir'. Bu anlatı 'Aslında siz Kürt değilsiniz, bizdensiniz' ve dolayısıyla bu bir nevi dışlayarak içselleştirmek anlamına geliyordu. Yani 'siz, size ait olan bütün değerleri yok saydığınız zaman bizdensiniz' demek oluyor."
'KÜRTÇEYİ KİMİN, HANGİ AMAÇLA KONUŞTUĞU ÖNEMLİ'
-Bu anlatı değişti mi?
"Bu anlatı özellikle iki Körfez Savaşının ardından şöyle bir şeye dönüştü: 'Evet Kürt vardır ve Kürt kötü bir şeydir', 'Kürt, dış güçlerin uzantısıdır ve haindir'. Kürt, artık o eskiden gelen Kürt alerjisinin, Kürt düşmanlığının motifleriyle de bezenerek dışlanmış ve kötü Kürde dönüştü. Artık evet varlığı kabul ediliyor ama tümden dışa ait bir şey. Yani bu ülkeye, bu topraklara ait değil. Burada meşru değil."
- Sırf Amedspor forması giydikleri için saldırıya uğrayan işçiler de buna örnek sanırım?
"Aslında Amedspor’a bakarsanız Amedspor yabancı bir takım gibi oynuyor. Şu anda ligdeki yabancı bir takım bile değil. Bir düşman takım muamelesi görüyor. Taraftarları da özellikle böyle bir muamele görüyor. İşçiler konusunu ise özellikle vurgulamak gerekiyor. Çünkü Kürt meselesinin her zaman sınıfsal bir mesele olduğunu çok iyi akılda tutmak gerekiyor. Mesela Kürtçenin yasaklanması meselesine yaklaşırken de aynısını akılda tutmak gerekiyor. Kürtçe, aslında kategorik olarak çok nadir anlarda Türkiye tarihinde yasaklanmıştır. Kürtçeyi kimin, hangi amaçla konuştuğu önemlidir. Yani 90'lı yıllarda hatırlayacaksınız en fena Kürtçe yasaklarının dayatılmaya, Kürtçenin yok sayılmaya çalışıldığı zamanlarda korucular çıktılar Çankaya'da, Demirel'le görüşmelerin hemen öncesinde Kürtçe konuşurken kayıt altına alındılar."
'KÜRT İŞÇİLERE SALDIRILAR SİSTEMATİK HALE GELDİ'
- Yani sadece devlet nezdindeki 'makul' Kürtler mi Kürtçe konuşabilir?
Elbette. Bir defa Kürt meselesini, Kürt dili veya Kürt kültürel özellikleri etrafında kilitlemek de bizi yanlış bir yere götürür. Bence meselenin özellikle siyasi bir mesele olduğunu, bununla beraber çok önemli sosyolojik boyutlarının da olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Kürt dilinin kategorik olarak yasaklanmasından öte, Kürt dilini konuşan kişinin nasıl bir tehdit olarak algılandığını veyahut da muhtemel bir müttefik olarak mı algıladığını görmek gerekiyor. Çünkü o zaman da övülüyor. Dolayısıyla 'çok tehlikeli bir Kürt' ya Kürtçe konuşan bir inşaat işçisi ya da Kürt kimliğinde ısrar eden ve aynı zamanda Kürtlerin alt sınıflarını temsil eden Kürtler oluyor. Ha keza Kürt işçilere karşı saldırılar Türkiye’de neredeyse artık sistematik hale geldi. Her yıl fındıkta, pamukta, çayda özellikle de Karadeniz'de bu kesimlerin çok daha yoğun saldırıya uğradığını görüyoruz.
- Türkiye'deki neredeyse bütün iş kollarında Kürtler çalışıyor. Batıdaki yapıların ciddi bir kısmı Kürtler tarafından yapılıyor. Bu bağlamda da baktığımızda bir tarafta ihtiyaç duyulan emek var ama aynı zamanda bu emeği verenlere karşı şiddet de var. Bu nasıl oluyor?
"Burada garip bir durum var sizin de işaret ettiğiniz gibi. Yani fındık toplamaya çağırıyorsunuz ama niçin çağırıyorsunuz? Birincisi bu insanları kârlı olduğu için çağırıyorsunuz. Bu insanlara ihtiyacınız var. Ve ihtiyacınız olan insanlara şiddet uyguluyorsunuz. Bu durumda Kürt olmaları sömürüyü de örten bir şeye dönüşüyor. Yani iş sahibi ya paralarını vermemek için Kürtlere saldırıyor ya da bir rakibi iş yapmasın diye saldırıyor. Velhasılıkelam buradaki kâr arzusu bir yandan da Kürdün düşmanlaştırılmasıyla örtülüyor."
'KÜRTLÜK ISRARI ŞİDDET VE NEFRETLE KARŞILAŞIYOR'
-Bu saldırılar kamusal alanda Kürt sokağına nasıl yansıyor?
"Özellikle metropollerde yepyeni bir Kürtlük oluşuyor. Dünya görüşüyle, arzularıyla, sınıfsal ve uzamsal konumuyla bu çok daha farklı bir Kürt sosyolojisi. Bu yıllarda Kürtlerin çok önemli bir kısmı hâlâ toplumun marjininde yaşıyor. Yani uzamsal, ekonomik ve kültürel olarak toplum marjininde yaşıyor. Bu durum Türkiye’de siyaseten çok aktif bir grubu temsil ediyor. Ve bu kesimin Kürtlük ısrarının özellikle bir gerilim sebebi olduğunu görmek gerekiyor. Çünkü burada bir yandan yeni bir toplum, sosyolojik bütünün parçası olurken bir yandan da kendisine ait kolektif değerleri yeniden kurmak ve bunları yaşatmak iddiasında bir toplum var ve bunun çok büyük bir şiddet ve nefretle karşılaştığını görüyoruz."
'İKTİDAR KÜRT MESELESİNDE ACİZ KALIYOR'
- Sizce bu şiddet ve nefret furyası nasıl durdurulabilir?
"Kürtlere ait kültürel özelliklere saldırı oluyorsa bilin ki siyasi otoritenin Kürtlerle ilgili yapacağı hiçbir şey yoktur. Yani otorite artık iflas etmiş durumda. Çünkü bu durum siyaseten herhangi bir müdahalede bulanamayacak otoritelerin, göz yumabilecekleri veyahut da arkasına saklanabilecekleri bir tabloya işaret ediyor. Artık onların müdahale edebilecek araçları kalmamıştır. Birincisi Kürtler nezdinde itibarları ve güvenleri kalmamış. Kürtler, bugün ne derse densin ne denildiğinden öte kimin dediğine bakıyor. Çünkü Kürtlerde geçmişte yaşanmış çözüm süreçlerinin ve barış süreçlerinin hatırası canlanıyor. Bir de Türkiye’de, içerisinde bulunduğu ve uluslararası olarak baktığımız zaman köşeye sıkışmış, çaresiz ve kendi içinde oldukça şiddetli sorunlar yaşayan bir iktidar var. Ve Kürt sorunu gibi ancak güçlü bir iktidarın müdahale edilebileceği meselelerde tabii ki aciz kalıyor."
'BARIŞ KÜRTLER İÇİN SU VE EKMEK GİBİ İHTİYAÇ'
- Peki bu durumda barış mümkün mü? Mümkünse nasıl?
"Barış, Kürtler için ekmek gibi, su gibi ihtiyaç duyulan bir mefhum. Bunu belki Muğlalının, Trabzonlunun veyahut da Bileciklinin anlaması zor. Ama neredeyse yarım asırdır huzur görmemiş topraklarda yaşayan, o şiddettin izlerini, façalarını taşıyan insanlardan söz ediyoruz. Bu insanlar artık huzur görmek istiyor. Böyle bir ihtiyaç varken bu ihtiyacın istismarına da dikkat edilmesi gerekiyor."
- Nasıl bir istismardan söz ediyorsunuz?
"Şöyle ki biz son süreci gördük. Bu gibi süreçlere nasıl başlanıldığı, nasıl işlediği çok çok önemli. Çünkü süreç bittiği zaman veyahut da olumsuz sonuçlandığı zaman siz başladığınız yere geri dönmüyorsunuz. Çok daha kötü bir durumda oluyorsunuz. Çok daha vahim bir yere geliyorsunuz. Dolayısıyla barış ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçken bu ihtiyaç, siyaset alanında manipüle edilir ve altı doldurulmayacaksa yine ilk başta barışa en fazla ihtiyacı olan Kürtlere çok büyük zarar verebileceğini akılda tutmak gerekiyor. Dolayısıyla her barış lafını aynı zamanda beraberinde çok somut bir projeyle söylemek gerekiyor. Ayakları yere basmalı ve geçmişten ders almalı. Çünkü bazen bazı yaralara dokunmamak çok daha iyi sonuç verebiliyor. Bazen iyileştirmek için el atıyorsunuz ama yara daha fazla deşiliyor ve içinden çıkılmaz hale geliyor. Maalesef Türkiye'de yaşananda bu oldu. Dolayısıyla özellikle AKP etrafındaki ‘Kürt kökenli’ diyeceğim siyasetçiler ‘bir barış vardı da bu ihtimal çarçur edildi’, 'bunun yüzünden olmadı' vesaire derler. Bu gibi isimlerden yani geleneksel, devletçi siyasette neredeyse esnaflaşmış Kürdistan ailelerinin fertlerinden böyle şeyleri çok duyuyoruz. Daha genel olarak da farklı Kürt çevrelerinden de duyuluyor."
'KÜRTLER İÇİN BARIŞA GİDEN EN KESTİRME YOL SİYASETEN GÜÇLÜ OLMAK'
- Bu tür süreçlerde Kürtler nasıl pozisyon almalı?
"Kürtler için barışa giden en kestirme yol siyaseten güçlü olmaktır. Başkasının kim olduğu, ne yapacağı ya da başkasının eline bakmak yerine, kendi eline bakmak, kendi gücüne bakmak durumunda. Bu; kollektif siyasi otorite geliştirebilmesi ve bunu yaygınlaştırabilmesi, güçlendirebilmesiyle ilgili. Bu noktada Kürt hareketinin elinde yeni bir fırsatın olduğunu da düşünüyorum. O da 31 Mart seçiminden sonra Kürdistan'da büyük ölçüde artarak kazanılan belediyeler ve burada alternatif bir idarenin, alternatif bir yönetimin, alternatif bir siyasi sistemin örnekleri olarak çalışabilmeli ve Kürt toplumunun özellikle işte 2014-2015 sonrası bu 10 yıla varan büyük harap oluşunun ufak ufak tamir edildiği yerlere dönüşmeli diye düşünüyorum. Dolayısıyla şuraya getirmek isterim ki sizin siyaseten güçlü olmanız ve irade sahibi olmanız muhtemel bir barış sürecindeki en büyük dayanağınız olabilir."
'TÜRKİYE KÜRT SAVAŞINI SINIR ÖTESİNE İHRAÇ ETTİ'
- Şu an demokratik siyasette barış talebini en sık Kürtler ve Kürt siyasi hareketi dile getiriyor. Ama bunun karşısında iktidardan taraf bir muhatap da bulamıyor aksine daha çok baskı görüyor. AKP'nin yarattığı bu siyasal haritaya baktığınızda çözüm konusunda ne gibi olasılıklar görüyorsunuz?
"Bir de ilk başta şunun altını çizelim ki Türkiye'de şu an 90'lı yıllarla kıyaslarsanız Türkiye'de bir savaş yok. Türkiye, Kürt Savaşı'nı sınır ötesine ihraç etmiş durumda. Türkiye'de olan bir savaş yok ve dolayısıyla bu koşullarda ortalıkta aktif bir çatışma ortamı yokken bu savaş pozisyonunu koruyor olması hükümetin tek başına bir mesajıdır. Ortalıkta savaş bile yokken siz bir topluluğa savaş muamelesi yapıyorsunuz. Bunun bir defa siyasi tavır olduğunun altını çizmek gerekiyor. Siyasi bir kin güdülüyor, hınç büyütülüyor ve bütün başarısızlıklarının günah keçisi olarak da Kürt hareketi görülüyor. Ve Kürt hareketi bugünkü iktidar tarafından muhatap alınmayacak çünkü muhatap yok. Yani mevcut rejim altında bir muhatap yok. Bunu artık Kürt seçmenler özellikle de DEM Parti seçmeni son seçimlerde çok net belli etti. Bir defa tabandan bakacak olacaksak şunu görmek gerekiyor: Kürt halkının ve DEM Parti tabanının bu rejim içerisinde anlaşıldığı kadarıyla böyle bir beklentisi aslında yok. Tam tersine kendileri açısından durumun iyileşmesini bu rejimin değişmesi sonrasına bağlıyor."
'AKP, KÜRTLERİ DÜŞMAN HEDEFİNE KOYDU'
- Bu riskli değil mi?
"Tabii risklerle dolu. Çünkü Türkiye tarihine baktığımız zaman birçok örnekle gördük ki Türkiye'deki rejim değişiklikleri Kürtler açısından çok da dönüşmüyor. Çok temelden koşullarının değişmesine yol açmıyor. Bu da artık seçmenin değil, Kürt halkının, Kürtlerin kolektif taleplerinin temsilciliğine soyunmuş siyasetçilerinin marifetine kalıyor. Evet, Kürtler bu rejime karşı konumlanıyor ama olası bir yeni rejim kombinasyonunda olası bir yeni rejim veyahut da olası bir sarsıntılı dönüşüm sürecinde bu nasıl bir tavrı alınacak? Bu da bu işin siyasetiyle uğraşan insanların yaratıcılığına, onların manevra marifetine kalıyor. Türkiye'de kafası en karışık iktidarla karşı karşıyayız. Kendisinin de ne yapacağı konusunda kafası çok karışık. Bir dönem çözüm süreciyle Türkiye toplumu ve Kürtler beklentiye sokuldu ve oyalandı. Bugün ise AKP, bütün bu manevralarıyla Türkiye tarihinde olmadığı kadar Kürtleri düşman olarak hedefine koydu. Türkiye, artık sokakta yürüyen Kürdün güvenliğinin olmadığı bir hale geldi. Bu duruma da manipülatif, kısa vadeli kurumsal çıkarları uğruna ülkenin büyük sorunlarını istismar ederek geldi."
- O halde AKP rejimi bu yaptıkları ile kendisini de zor durumda bırakmış olmuyor mu?
Bunların bütün hikayeleri böyle. Başlarına açtıkları büyük belaları kendilerinin ördüklerini göreceksiniz. Zaten vizyonu olan ne olup ne bittiğine hakim siyasi bir elit yok Türkiye'de. Sürekli savrulan, yeni ittifaklarla, yeni müttefiklerle günü kurtaran, onun dışında bir ideolojik çizgisi olmayan, bir tutarlı değerler sistemi olmayan bir siyasi grup var bugün. Bir vizyonu yok. 'Nasıl bir Türkiye istiyorsunuz?' dediğiniz zaman birbirine benzer cevaplar vermeleri mümkün olmayan bir topluluktan bahsediyoruz. Düşünebiliyor musunuz?
YEKTAN TÜRKYILMAZ KİMDİR?
Yektan Türkyılmaz, doktorasını Duke Üniversitesi Kültür Antropolojisi Bölümü'nden aldı. Sabancı, Bilgi, Duke, Kıbrıs Üniversitesi ve California Eyalet Üniversitelerinde toplu şiddet, hafıza oluşumu ve uzlaşma ve müzik siyaseti kavramları etrafındaki tartışmaları ele alan dersler verdi.
Rethinking Genocide: Violence and Victimhood in Eastern Anatolia, 1913-1915 başlıklı doktora tezinden yola çıkarak 20. yüzyılın başlarında Osmanlı doğu vilayetlerindeki gerilim ve etrafındaki hafıza politikalarını ele alan kitabı üzerinde çalışıyor. Yektan Türkyılmaz araştırmalarına Viyana’da Orta Avrupa Üniversitesinde devam ediyor.
Artı Gerçek
- Türkiye'de 14 bin 480 hane 'oturulmayacak' kadar eski
- CHP'li Nimet Özdemir: Savcı ısrarla gelmiyor, deliller karartıldı
- TİHV’den “ayrımcı şiddet” raporu
- MESEM raporu: Patronlara ucuz iş gücü, öğrencilere ölüm
- Dünya Kız Çocukları Günü'nde Türkiye'deki tablo nasıl?
- Nesim Bencoya: Türkiye'deki Yahudiler diken üstünde
- Gerilen Türkiye-İsrail ilişkileri Türkiye’deki Yahudi toplumunu olumsuz etkiliyor
- 10 çocuktan dördü yoksulluk riski altında
- İzmir’de iki sinagoga ırkçı saldırı
- Cengiz Çandar Kürtlere yönelik 'iç cephe' oyununa dikkat çekti