Türkçe | Kurdî    yazarlar
Akademisyenlerin Komisyon sunumları üzerine

2025-09-23

Özgür Amed

Akademisyenler sunumlarında, ekseriyetle kesişen şeyler söyleseler de arada dikkate ve tartışmaya değer önemli tespitler vardı.

17 Eylül 2025 tarihinde 10. toplantısını gerçekleştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Türkiye’nin en karmaşık ve uzun soluklu sorunlarından birine çözüm bulma meselesine akademinin gözünden baktı.

Toplantıda önemli tespitler ve öneriler sıralandı. Sadece kayıtlarda kalmasın diye sunumların içeriğine eğilmek istiyorum. Prof. Dr. Havva Kök Arslan, Prof. Dr. Sevtap Yokuş Veznedaroğlu, Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, Doç. Dr. Çerağ Esra Çuhadar, Fatih Ulusoy, Hüseyin Oruç, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Doç. Dr. Vahap Coşkun ve Prof. Dr. Talha Köse’nin sunumları, ekseriyetle kesişen şeyler söyleseler de arada dikkate ve tartışmaya değer önemli tespitler vardı.

Tutanaklardan yola çıkarak, önemli gördüğüm bağlam/çözüm önerilerini iki bölümde ifade etmek istiyorum. İkinci bölümde de sunumlara dair ayrıca genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Jeopolitik kırılma ve 3 dünya görüşü!

Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Havva Kök Arslan’ın sunumunda, içinden geçtiğimiz dönem, 500 yıllık bir jeopolitik kırılmanın ve Türkiye’nin uluslaşma sürecinin son aşaması olarak tanımlandı. Arslan, Türkiye’nin bundan ders çıkarması gerektiğini belirtti.

Arslan’ın ifade ettiği ve altını çizdiği “zihinsel dönüşüm”, ihtiyaç duyulan en zor ama doğru çözüm. Sunumda uluslararası ilişkilerde kullanılan makro-orta-mikro analiz çerçevesini ele alarak çözüm süreçlerindeki yapısal şiddete dikkat çekti.

Arslan, Kuzey İrlanda ve Güney Afrika gibi çatışma sonrası topluluklarda yerel demokrasiden, özerklik düzenlemelerinden, insan hakları komisyonlarından ve gerçeği açığa çıkarma mekanizmalarından dersler çıkarmak gerektiğini söylüyor.

Arslan, Türkiye’de anadili eğitimi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kapsayıcı yeni anayasa ve geçmişle yüzleşme mekanizmaları gibi adımların kalıcı barış inşası için kritik olduğunu, bunun da Türkiye’ye has bir modelle olması gerektiğini ifade ediyor.

Arslan, üç dünya görüşü olduğunu (Beka Temelli, Birlik Temelli ve Kimlik Temelli) ve bunlardan birlik temelli modelin dünyada nadiren uygulandığını ama değerli olanın bu birlik olduğunu; Farabi’nin "Evvela doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir" sözüyle temellendiriyor.

Çatışma ekosistemini anlamak

Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, soruna politik psikoloji perspektifinden yaklaşarak, sorunun münferit bir eylem değil, karmaşık bir "ekosistemin semptomu" olduğunu söylüyor.

Kalıcı bir çözüm için, sadece semptomu tedavi etmek yerine bu ekosistemi anlamayı söylemesi önemli.

Elma ağacı metaforu kullanarak, çatışmayı analiz eden Kaynak, yalnızca silahlı aktörlere odaklanmanın yetersiz olduğunu, altında uzun süredir oluşmuş ekosistemsel sorunlar bulunduğunu belirtiyor. Ülke içinde veya dışında hangi aktörün odaklandığına bakılmaksızın, çatışmayı besleyecek kültürel, ekonomik, ideolojik kaynaklar bulunduğunda sorun tekrar edecektir, diyor.

Kaynak’ın çözüm önerisi, Türkiye’nin geleceği için kimlik siyasetini aşan, birleştirici yeni bir ulusal "fikir" veya "vizyon" yaratılmasıdır. Bu vizyon çerçevesinde hakların, belirli bir grup üzerinden değil, herkes üzerinden tanımlanması gerektiği ifade ediliyor.

Arslan’ın ifade ettiği birlik temelli dünyaya ek olarak, yeni bir fikir ve durum üzerinden de gidilmesi gerektiğini söylüyor Kaynak.

Çatışmanın kök nedenleri ve kısa, orta, uzun vadeli çözüm önerileri

Bir anayasa hukuku uzmanı olarak Prof. Dr. Sevtap Yokuş Veznedaroğlu’nun sunumu da önemli tespitler içeriyor. Başarılı barış süreçlerinin ortak ilkelere dayandığını ve kalıcı bir barışın temelinin sağlam bir hukuki ve anayasal çerçeve olduğunu savunması önemli görünüyor.

Veznedaroğlu, uluslararası başarılmış örnekleri temel dinamikleriyle şöyle özetliyor:

Kuzey İrlanda: “Sürecin titizlikle ilmek ilmek işlenmesi”,

Güney Afrika: “Barış sürecinin yeni bir demokratik anayasa yapımıyla başarılı bir şekilde iç içe yürütülmesi ve Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'nun kurulması”,

Filipinler: “Bu örnekten çıkarılan temel ders, "üçüncü bir göz veya kolaylaştırıcıların kritik rolüdür”,

Kolombiya: “Buradaki ders, liderliğin direncidir” olarak çözümlüyor.

Veznedaroğlu’nun, çatışmanın kök nedenlerinin belirlenmesi ve bunlara yönelik çözümlerin geliştirilmesinin şart olduğunu söylemesi çok haklı bir talep. Müzakerelerin sadece taraflar arasında kalmaması, sivil toplum ve mağdurların sürecin merkezine konulması gerektiğini söylemesi de hakeza öyle.

Veznedaroğlu Türkiye için de kısa, orta ve uzun vadeli öneriler sunuyor.

Buna göre kısa vadede “İnfaz Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle hasta tutukluların serbest bırakılması gibi güven artırıcı adımlar”, orta vadede “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No’lu Protokolü’nün (ayrımcılığın genel yasağı) onaylanması ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılması” ve son olarak da uzun vade için “Tam bir revizyon yerine hedefe yönelik anayasa değişiklikleri” öneriyor.

Veznedaroğlu’nun bir diğer çözüm önerisi ise kapsayıcı anayasa yapımında, bu anayasanın girişinde “geçmişe dair kabul” ifadelerinin yer alması, bölge halkının kimliğinin ve dil haklarının tanınması gerektiğini söylemesidir.

Siyasi uzlaşı ve kapsayıcılık çözümdür

Bütüncül bir barış sürecinin nasıl tasarlanması gerektiğine dair sunum yapan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’e göre ise barış süreçleri doğuştan uzun ve inişli çıkışlı; çünkü tam çözüm Guatemala’da pazarlıklara başlamadan anlaşma yapmaya 10 yıl, Kolombiya’da ise 32 yıl sürmüştür.

Çelik, barışın sadece savaşın yokluğu (negatif barış) olmadığını, aynı zamanda adaletin tesisi (pozitif barış) olduğunu söylüyor. Bunun için de meselenin sadece güvenlik boyutunu değil, aynı zamanda ekonomik, siyasi, sosyo-kültürel ve ilişkisel alanlardaki kök nedenlerini de ele alan bütüncül bir yaklaşım gerektiğini, sadece güvenlik eksenli bakışın başarısızlığa mahkûm olduğunun altını kalınca çiziyor.

Çelik’in, sonucu “siyasi uzlaşmanın” sağlayacağı tespiti de mühim.

Süreç mimarisi ve akordiyon!

Bilkent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Esra Çuhadar, çatışma çözümünün süreç tasarımı ve mimarisine odaklanarak “Bir barış anlaşmasının başarısı, tasarımının ne kadar kapsayıcı olduğuyla doğrudan ilişkilidir,” diyor.

Çuhadar, barış sürecini bir “akordiyona” benzeterek, “Bu metafora göre akordiyon, bazen üst düzey elit müzakereleri için daralmalı, bazen de geniş halk istişareleri ve katılımı için genişlemelidir,” diyor.

Çuhadar, 40 farklı araştırmanın bulgularından yola çıkarak bağımsız ve kapsayıcı komisyonların en etkili araçlardan biri olduğunu, komisyonlara son derece hayati işler düştüğünü ve kritik olduğunu özellikle belirtme ihtiyacı hissediyor.

Geçmişin dersleri ve somut yol haritası

Dicle Üniversitesi’nden hukukçu Doç. Dr. Vahap Coşkun, yaptığı sunumda Kürt meselesinin Türkiye’ye ve dünyaya etkileri üzerinden dikkatleri geçmişin lenslerine çevirerek, sosyolojik zeminin değiştiğini ve mevcut zamanı daha elverişli kıldığını savunuyor.

Bu bağlamda Coşkun, bir önceki süreci başarısızlığa uğratan altı temel riski şöyle sıralıyor:

“Tarafların sürece farklı anlamlar yüklemesi, iç politikanın olumsuz etkisi, kötü iletişim, kamu düzeninin bozulması, Suriye’deki gelişmelere uyum sağlanamaması ve zamanın kötü yönetilmesi…”

PKK’nin silah bırakma kararının taktiksel değil, stratejik olduğunun altını çizen Coşkun’a göre etnopolitik çatışmalarda talepler genellikle “yetki paylaşımı ve yereli güçlendirme”, “hak ve özgürlüklerin tanınması” ve “iktisadî kaynakların paylaşımı” olmak üzere üç alanda beliriyor. Bunlara ek olarak Türkiye bağlamında baktığımızda anadili hakkı, kapsayıcı vatandaşlık anlayışı ve güçlü yerel yönetimler başat konular oluyor. Coşkun, bu başlıkların sağlıklı şekilde ele alınarak çözülmesini, çözüm ve barış sürecinin de anahtarı olarak görüyor.

Coşkun, konuşmasının sonunda 11 maddelik taslak önerisi sunup, bu adımların atılması gerektiğini belirtiyor. Bu taslak önerisi “yasanın bütüncül amacını (silahsızlanma, eve dönüş, entegrasyon vs.), net tanımlarını, kovuşturmaların durdurulmasını, rütbeye değil ceza süresine dayalı kademeli bir af modelini, izleme mekanizmalarını, kadın ve çocuklar için özel hükümleri, yasanın süreli olmasını ve bağımsız bir izleme komisyonu kurulması”nı içeriyor.

Ayrıca, öneride hükümetin güven artırıcı adımlar olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını uygulaması ve kayyım sistemine son vermesi gibi acil adımlar da var, diyor.

11 maddelik taslak, düzeltilmesi ve aciliyeti olan başlıkları içermesi açısından önemlidir, diyebilirim. Ayrıca somut adım önerilerinin detaylıca verildiği tek sunum Coşkun’a ait.

“Türkiye Modeli” ve jeopolitik manzara

MIT Akademi Başkanı Prof. Dr. Talha Köse, güncel durumu bir “Türkiye Modeli” olarak tanımlayarak, süreci küresel ve bölgesel jeopolitik değişimler bağlamına oturtmayı tercih ediyor. Bu modelin “Büyük Türkiye Uzlaşısı” olduğunu da özellikle vurguluyor. (Bu sunumun ertesi günü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın sürecin adını Bahçeli Modeli olarak tarif etmesi de dikkate değerdir.)

Köse, sunumun başında “Bugün gelinen noktada Ortadoğu’da yaşanan jeopolitik dönüşüm Türkiye için yeni güvenlik riskleri doğurmaktadır. Bu değişimlerle birlikte Türkler ve Kürtlerin, tarihten gelen kardeşlik hukuku üzerine bina edilmiş birlikteliklerini terör ve şiddet kıskacından kurtararak kurumsallaştırmaları ve sağlamlaştırmaları için yeni bir fırsat penceresi aralanmıştır,” diyor.

Belirttiği Türkiye Modeli’nin 12 özelliğini sıralayan Köse, bu özelliklerden bazılarını “yerli ve millî olması, üçüncü gözün olmayışı, devletin sahiplenmesi, bütünleştirici bir felsefe odağının olması, pedal teorisi ekseninde gitmesi (aşamalı ve esnek), örgütle kontrollü yürütülmesi, provokasyonlara geçit verilmemesi, pozitif barışa varmak istemesi, geçmişten dersler çıkarılarak yürütülmesi ve parlamenter meşrutiyetle yol alması” olarak ifade ediyor.

Köse, hızlı bir gidişattan yana ol(un)madığını, bunun yerine “beklentilerin doğru biçimde karşılandığı, aktörlerin kademeli olarak sürece dâhil edildiği bir yapı inşası”ndan söz ediyor. “Pozitif barışın inşası için daha etkili adımların da atılması ve barışın kalıcı hâle getirilmesi, hukuki olarak da bunun garanti altına alınması gerekmektedir,” derken, bunun nasıl ve ne olacağına dair bir şey ifade etmeyen Köse, Komisyon’un bu konularda rol alabileceğini söylemekle yetiniyor.

Genel değerlendirme

Dünkü yazıda dört, bugün de üç sunum üzerinden öne çıkan tespit ve önerileri aktardım. Birkaç teknik sunum daha vardı, tekrar olmaması adına almadım, merak eden okurlar Meclis tutanaklarından erişebilir.

Bu sunumlar üzerinden, toparlarsak, şunları ifade edebilirim:

Sunumlar üzerinden gidildiğinde neden “barış yapmak” gerektiğine dair cevaplar yeterince gün yüzüne çıkıyor. Dahası, bunun “nasıl” olacağına dair çerçeve ve yol haritası da ortada duruyor. “Neden yapılmadığına” dair doyurucu cevaplar ise yok.

Farklı disiplin ve perspektiflerden gelen yaklaşımlar, özünde soruna bütüncül yaklaşılması gerektiğini, siyasetin etkin rolüyle ilerleme kaydedilebileceğini ve meselenin çözüm gerektiren bir evrede bulunduğunu teyit ediyor.

Sunumlarda da ortaya çıktığı üzere önümüzde ikili bir durum var. Kendi modelimizi yaratmak mı, yoksa dünya deneyimleri üzerinden gitmek mi? Bence Kürt çözümü özgün bir başlıktır ve birçok parametresi ile dünya örneklerinden ayrılan bir yerdedir. Bu anlamda dünyadan sahici örnekler (mesela somut yapılan yasalar, barışın hukuki kısmının nasıl hayata geçirildiği) alınabilir. Diğer yandan da buraya özgü bir modele de ihtiyaç var. Yenilikçi bir paradigma şarttır. Bu tamamen bir tercih ve siyaset kurumunun elindedir.

Komisyon’a yüklenen anlam, sunumlarda da görüldüğü üzere hem geniş hem de dar bir beklentide kalabiliyor. Çözüme dair tüm toplar Komisyon’a havale ediliyor; fakat Komisyon da hiç orada değil. Böyle bir gündemi de henüz önüne katmadı. Adalet Bakanı da “Komisyon yapsın, biz uygularız” modunda sözler kuruyor; fakat somut adım atmaya çekinen bir Komisyonumuz olduğu da aşikâr. Bunun aşılması gerek, çünkü sürecin selameti buradan değişecek.

Sunumlardan da tekrar açığa çıktığı üzere, mesele “tanımlama” değil, mesele “tanıma”dır. Esas konu; tanıma önünde duran engeller silsilesine dair bir çözüm konuşmamak, adım atmamaktır. Konu, tanımlanan riskleri yönetme konusundaki siyasi zorluklardır. Siyasetin kendini sürekli dışarıda bırakma halidir. 50 yıldır biriken külliyatta her şey söylendi, tespitler yapıldı, çözümlendi. Geriye ise harekete geçip bunları düzeltme çabası kaldı. Bu iradeyi gösterecek bir siyasi yapı, tarihe geçecek.

Kürt meselesinin çözümünde özgün bir Kürt çözümü olacaksa, bunun bahsi geçen jeopolitik boyutunun gerçek olduğu da kavranmalı artık. Bu mesele kendisinden büyük bir başlık. Yürütme erki, dar-duygusal-geçmişin ezber bagajı ile düşünüp uzun vadeli değil de anı/dönemi kurtarma derdine düşerse çözüm gelmez. Tersine, çözüm tahayyülüne dair algı ve olgulara savaş açılır. Bugün devam eden süreç, Türkiye’nin gelecek yüzyılını pozitif anlamda etkileyecek en büyük olaydır.

Akademi daha fazla söz kurmalı; teoriyi, pratik hakikat üzerinden göstererek daha çok anlatmalıdır. Akademinin barışın inşasında bütünüyle daha görünür olması gerektiğini düşünüyorum.

Bianet

POLITIKA