4/13/2024
Ardında bıraktığı, kopup gittiği yeri değiştiremez insan! Oysa gideceği yer öyle mi? Kendi belirler / belirleyebilir de nitekim. Ama bu belirlenen yeni yer ne kadar kendisinindir. İşte asıl mesele burada…
İnsan geçici olarak bulunduğu kimi yerlerden ayrılırken ardında kendinden bir şeyler bırakır. Aslında oradan ayrılıp gitmiş olsa da bir şekilde orada kalmış olmanın izleri, belki de hatıralarıdır.
Bu hâl öyledir ki, ancak yıllar yıllar sonra o bir şeylerin ardında bırakıldığı yerlere geri dönüldüğünde, sanki sadece insanın kendisi bulabilir onları, o izleri…
Peki o bulunabilen, ya da bulunduğu varsayılanlar sahiden bırakıldığı sanılanlar mıdır? Çoğu kez sükutu hayaldir. Hüzündür.
Ama yine de geçmişte kalan o hatıraların izinden yürümek bile sanki an’a değen / dokunulması gerekendir belki de…
Ardında bıraktığı, kopup gittiği yeri değiştiremez insan! Oysa gideceği yer öyle mi? Kendi belirler / belirleyebilir de nitekim. Ama bu belirlenen yeni yer ne kadar kendisinindir. İşte asıl mesele burada…
Bir de bu insan tekinin ardında bırakarak gidip gidip, tekrar tekrar döndüğü ve yine gittiği, yine döndüğü her gidiş dönüşten sonra yitirdiklerini sanki çok çok uzun yıllar evvel kaybettiğini ve artık “yok” olduğunu çıplak gözle gördüğü hâl û ahvali düşünün!
Peki o yok olduğu varsayılan sahiden yok olmuş mudur? Ya da yok olduğu, belki de yok edildiği varsayılanın yerine bir şeyler yapılmış mıdır?
İşte asıl felaket odur, “Yok Zamanı”* denilen vakitlerin adı, sanki odur.
Bu paragrafları şuna girizgah olsun diye yazdım; sur şehrinin 2015 büyük felaketi sonrası biri 2015, biri 2018 diğerleri 2020’de yazılmış 19 kısa öyküleştirilmiş anı metinlerinden oluşan Nurcan Baysal’ın “Yok Zamanı” kitabı üzerine tabii ki.
Şimdilerde hafta sonları ya da birkaç günlük bayram-seyran tatillerinde sur’lu şehrin balıkçılarbaşından, önce dört ayaklı minaresinin önünde şöyle bir fotoğraf ara molası verip, sonrasında sağlı sollu kibrit kutuları misali dizilmiş fabrikasyon imalat süs marka mekânları ortasındaki genişçe caddeden aşağı doğru yaylanarak süzülenler! Hele bir okusalar o yok edilenlerin yerine yeten mekânlardaki bir zamanların yaşam izlerini.
Ernest Hemingway’ın ilk büyük romanı Fiesta-Güneş de Doğar’da bir sahne vardır. Roman 1920’lerde vatanlarından uzakta sürgün günlerinde düş kırıklıkları içindeki kahramanların “kayıp nesil” olmaklı halleri üzerinedir. Ölüme ramak kala savaştan geriye kalmışlardır. Biri diğerine sorar; “nasıl, her şeyini yitirdin?” Diğeri yanıt verir; “önce yavaş yavaş, sonra birdenbire…”
Nurcan Baysal; balinanın karnındaki rahat yerinde yaşayanlara sahadan bir gönderme yapıyor Yok Zamanı’nda. Hani Orwel’vari sözlerin Miller’e Roma yakılırken eli kemanının yayında ve yüzü ateşe dönük olanlara hitaben müzik yapıyor olanın kabilinden…
Peki o halde soru(m) şu; Hafıza-yı beşer nisyan ile malul mudur! Bizde değil. Malul olanlar sevsinler yok edip yerine koyduklarını! Çünkü asıl biz biliriz unutanın unutulmaya mahkûm olma hâlini ezelen ve ebeden…
Not: Nurcan Baysal,
13 Nisan 2024 cumartesi 13.00-15.00 saatleri arasında Diyarbakır yayın ağacı kitabevinde “Yok Zamanı”nı imzalayacak.
Saat 15.30’da da Suriçinde Ditav kültür sanat evinde kitap üzerine söyleşi yapacak. (Ditav kültür sanat evi: Meryemana Süryani kadim kilisesi bitişiği, Suriçi lalebey mah. Ana sokak no:28 Diyarbakır)
* Nurcan Baysal, Yok Zamanı, Src Kitap, 2024
Bianet
- Sanatçıların 'kötülükleri' iyi eserlerini sevmeye engel mi?
- Diyarbakır Surları'na dair
- Tara Mamedova’nın hüznü, Lîlav
- Moskova Kürt Film Festivali başladı
- Karın altında bereketli bir toprak: Zazaca (Kırmancki)
- Zazaca yayıncılık yok mu oluyor?
- Rojhılatlı Kürt yönetmen BKM'ye açtığı davayı kazandı
- İki “boran” arasında
- Deng dergisi'nin 135. Sayısı Çıktı
- Leyla Bedirhan'ın sanat yaşamının 100. yılı