Türkçe | Kurdî    yazarlar
Bir Kürt feminist Halide Dündar'ın hikâyesi

2025-06-22

MURAT SEVİNÇ

Hasan Ersel hocanın güzel anısına…

Türkiye tarihinde faşizan ‘an’lar var. Dört başı mamur faşist tutumlardan biri 12 Eylül darbesiyle hayata geçirildi. Cumhuriyet’in ilk askeri darbesi 20 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 Muhtırası ise 12 Eylül’ün provası. Askeri darbelerle ilgili epeyce kaynak var. Kitaplar, makaleler, anılar, belgeseller… Belge yığını içinde, bana kalırsa askeri müdahale dönemleriyle ilgili en öğretici kaynaklardan biri anı kitapları. ‘Darbecilerin’ ve ‘darbe mağdurlarının’ anıları. Darbecilerin hayat koşulları, nasıl yetiştikleri, idealleri, devleti/cumhuriyeti sahiplenme eğilimleri, sivillere/siyasetçilere küçümseyici bakışları ve yapıp ettikleri konunun bir boyutu. Diğeri, darbenin ‘yöneldiklerinin’ yaşadıkları.

Faşizm bir siyasal sistem olmasının yanında, bir tutum, duygu, ruh hali. Teorisi olmayan ve çoğu zaman geçmişten üretilen -yalan yanlış- efsanelere ve çıplak güce dayanan faşizm, duygulara hitap ediyor, büyüklük hevesine, toplumların zaaflarına. Milliyetçi ve gerek duyduğunda dini duyguları kullanıp kitleleri yönlendiriyor ve milyonlarca sıradan insanın en kaçık fikirlerin peşinden gitmesini, onay vermesini sağlayabiliyor.

Faşizmin tarihine dair çalışmaların gösterdiği en çarpıcı gerçeklerden biri, olağan koşullarda ‘herhangi biri’ olan kişilerin faşizan idareler altında dehşet verici işleri yapabilir hale gelmeleri, getirilmeleri. Sıradan insanın, ‘insanca’ sözcüğüyle karşılanabilecek niteliklerinden soyunması. Faşizmin belirleyici alametlerinden biriyse, muhatabın insan-dışı bir varlık olarak kabul edilmesi ve bazı ideolojilerin-kimliklerin düşmanlaştırılması.

12 Eylül faşizminin derin iz bıraktığı coğrafya ve mekanlardan biri Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi. 12 Eylül faşist idaresinin deney laboratuvarlarından.

Bugün haberdar etmek istediğim kitap ne salt 12 Eylül, ne faşizm ve pratikleri hakkında. Bir insanın insani, toplumsal yaşamı ve siyasal deneyimi üzerine. Ancak, Halide Dündar’ın hikâyesinin bir durağı olan 12 Eylül ve 5 No’lu Cezaevi günleri, Dündar’ın ve benzer deneyime sahip kadınların yaşamını belirleyen bir dönem. Bazı başkaca cezaevleriyle birlikte Diyarbakır 5 No’luda yaşananlar faşizm tarihimizin acı dolu anlarından olduğu içindir ki, yalnızca 12 Eylül’le ilgisi olmayan bu kitabın yazısına peşrevle başlama gereği duyuyorum.

Kürt feminist Halide Dündar kitabının yazarı, Halide Hanım’ın kardeşi, yazar Fuat Dündar. Dündar, 2025 yılında yayımlanan çalışmasında kendisinin, ablasının ve tanıkların satırlarını bir araya getirmiş. ‘Sunuş’ yazarı Aksu Bora’nın ifadesiyle bu çalışma, “bir kardeşin ablasının mirasına sahip çıkma çabasının sonucu.” Halide Dündar’ın yaşadıkları çevresinde, çok çile çektirilmiş bir kuşağın başına gelenler anlatılıyor ve arka planda türlü baskılar altında yaşayan kadınların siyasal bilinçlenme serüveni olduğu için, anlatılan da yalnızca Halide Dündar’ın yaşamı olmaktan çıkmış. Kitap, bu dünyadan sessiz sedasız göçüp gitmiş kimilerinin yaşamlarının nasıl da eğitici olabileceğinin çarpıcı bir örneği. Fuat Dündar’a ve onu teşvik edenlere, okuru ablasının hikâyesiyle tanıştırdığı için teşekkür borçluyum.

Halide Dündar’ın yaşamını hem kendi kaleminden hem kardeşinden öğreniyoruz. Çocukluk zamanı, Lice yılları, kan davası nedeniyle büyük şehir Diyarbakır’a taşınma. Bir ‘iç göç’ serüveni. Halide Hanım’ın bir kolu, tercih ettiği sözcükle ‘sakat.’ Kolu, büyük şehirle bunalımlı ilişkisi, eğitimi, kadına-kız çocuklarına yönelik hal tavır, gelenekler ve bir yaştan sonra siyasetle tanışması, çocukluk ve gençlik devrinin yapı taşları.

Yaşamını değiştiren kurum, DDKAD; Devrimci Demokrat Kadınlar Derneği. Derneğin bir yayın organı var. Her bakımdan bilinçlenme dönemi ve tabii, sosyal ağlarla tanışması. Dicle Üniversitesi yılları. Erkeklerle de mücadele edilmesini gerektiren dernekte kurslar veriliyor, kadınlar sosyal hayata karışmaya başlıyor, kadın sorunlarıyla ilgili seminerler yapılıyor. Dernek yayın organında çıkan yazılardaki feminist akım eleştirileri dönemin devrimci sol ruhunu yansıtması bakımından dikkat çekici. Tahmin edilebileceği gibi ‘kimliğin gereği olarak’ tanımlanan anadilde eğitimin önemi hakkında çok yazı var. Diğer yandan Türkçe okuma yazma kursu da veriliyor. Bir başka söyleyişle, “DDKAD, Ankara’nın yapamadığını yapıyor ve kadınlara Türkçe ve okuma-yazma öğretiyordu.” (s.44) Kadınların içinde yer aldıkları örgütlenmelerin erkelerden (‘siyasi abi’ler) ‘bağımsız’ olmadığını ve bunu sorun etmeye başladıkları bir süreç bu.

12 Eylül’de 5 No’lu cezaevi, her şeyin sonu ve başlangıcı sayılabilecek bir dönüm noktası. Hem coğrafya hem Halide Dündar’ın yaşamı için: “12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’deki sağ, sol ve İslamcı tüm örgütlere büyük bir darbe vurur. Ancak Kürt sol örgütlerine ve özellikle Diyarbakır 5 No.lu Cezaevinde yatanlara büyük yıkım getirir. 2008 yılında Time dergisinin ‘Dünyanın En Kötü Cezaevleri’ listesinde 4.sırada yer alan Diyarbakır Cezaevi, binlerce gence zulüm uygular. Çoğu mahkemece suçsuz kabul edilecek kişiler, gözaltı ve cezaevlerinde çok ağır fiziki ve ruhsal işkencelere tabi tutulur. ‘İktidar laboratuvarı’ olarak adlandırılan Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceler birçok intihara…” (s.48) Cezaevindeki işkencelerin sonrasında ‘şiddeti’ artırdığı, bunun örgütsel bir ‘tercihe’ dönüşmesinde belirleyici etmenlerden olduğu, herkesin malumu.

Yalnızca fiziki işkence değil söz konusu olan; cezaevine yeni getirilen bir kadına (Narin) bir gecede Türkçe öğretilmesinin dayatılması, onlarca marşın ezberletilip sürekli okutulması, kadınlık onuruna yönelik küfürler, ‘insanla hayvan arasındaki farkı yok eden‘ muamele, Halide’nin sakatlığıyla ilgili aşağılayıcı sözler, tutukluların dilleriyle aralarındaki bağı koparmaya yönelik psikolojik şiddet, cezaevinin şöhretli komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın tutuklulara muamelesi, gardiyanların acımasız tutumu… Benzer anılar, her seferinde, bir insanı aşağılamanın ne kadar çok yolu yordamı olabileceğini hayretle idrak etmemi sağlıyor.

Yaşatılanları anlatırken acı bir mizahı da ihmal etmemiş Halide Dündar. Gardiyan Bahattin elektrikli işkenceyi yanlış anlayıp bir kadını elektrik sobasına oturtup da yaralanmasına neden olunca, diğer mahkum kadınların Bahattin’e doğrusunu öğretip hiç olmazsa yanık yarası olmadan işkence görmesi gibi! Benim açımdan en yaralayıcı olan ise, Halide Hanım’ın, eninde sonunda bir insan olan işkenceciyi de anlama çabası ve hak yememe konusundaki özeni. Örneğin, tutuklu kadınlara kendi derdini ağlayarak anlatan ve onlara işkence yapılmasına dayanamayan memur ‘esmer Hatice’ ile erkeklerden daha acımasız olmaya azmetmiş işkenceci ‘beyaz Hatice’yi farklı kefelere koyması gibi. (s.105 vd.) Nitekim esmer Hatice insaf sahibi olduğu için hemen uzaklaştırılmış, bir daha görmemişler. Öyle ya, orada insafın ve vicdanın ne işi var.

Kitabın sonraki bölümlerinde, işkence gören çok sayıda kadınla ve ‘görüşe’ gelen yakınlarıyla yapılmış ve yayımlanmamış görüşmeler var. Yakınlarından uzun süre haber dahi alamayan tutuklu yakınlarının yaşadıkları başka türlü bir eziyet. Kadınların anlattıkları, kalan izler, sonrasında yaşadıkları, ‘Kürt sorunu nedir?’ sorusuna da verilmiş yanıtlar mahiyetinde. Kitap, Kürt kadın siyasetine dahil olanlarla söyleşiler ve Halide Dündar’ın çeşitli yazılarıyla sona eriyor.

İşkence, tahliye, beraat, öğretmenlik, sendikacılık, bazen iyi çoğunlukla zor günler, farklı kimlikler içinde geçen çileli ve olabildiğince azimli bir yaşam, 2023’te sona ermiş. Halide Hanım’a rahmet dilerim.

Bir hocamıza veda

Mülkiye’nin eski hocalarından Hasan Ersel vefat etti. Ne yazık ki muvazzaf akademinin ve ‘baba evinin’ pek dikkatini ve ilgisini çekmedi bu kayıp. Vefalı Apaçık Radyo’da bir haber çıktı. Mülkiye’nin emekli hocalarından Ercan Uygur’un, Hasan Hoca’dan söz ettiği T24’teki yazısını buraya bırakıyorum.

12 Eylül’den önce Mülkiye İktisat Kürsüsü okulun en önemli sac ayaklarından biridir. 12 Eylül bu Kürsü’nün belini kırdı, kimi hocaları 1402 ile atılırken, kimisi bu duruma tahammül edemeyerek istifa etti. Hasan Ersel ayrılanlardan biri.

Ercan Uygur’dan bir alıntı:

“1402 sayılı yasa ile önce Tuncer Hoca, sonra Yılmaz Hoca ve sonra Korkut Boratav gibi başka hocalar Mülkiye’den uzaklaştırıldı. Bunun üzerine Hasan Hoca kendisi ayrılıp SPK’ya geçti. Nuri Hoca da bir burs programı çerçevesinde Rusya’ya gitti. Tuncer Hoca bana tembihledi: ‘Sen bizleri temsilen fakültede kalmalısın. Belki sonra yine bir araya geliriz.’ Sonra maalesef Mülkiye’de bir araya gelemedik. ‘En az yurt dışındaki programlar kadar iyi bir iktisat programı yürütmeliyiz,’ hayali 12 Eylül ve yasaları ile darmadağın oldu. Hasan Hoca önce SPK’da, sonra Merkez Bankası’nda ve sonra da Yapı ve Kredi Bankası’nda görevler aldı. İstanbul’da Sabancı Üniversitesi’nde dersler verdi.”

Hasan Ersel’in bizim alanı ilgilendiren kitabı, Fuad Aleskerov ve rahmetli hocam Yavuz Sabuncu ile birlikte kaleme aldığı ‘Seçimden Koalisyona Siyasal Karar Alma’ başlıklı çalışmasıdır. Seçim konusuna çok değerli bir katkıdır.

Hasan Hoca ile yalnızca bir kez karşılaştım, bir toplantıda uzunca sohbet ettik. Bu karşılaşma ilk ve son görüşüm oldu. 7 Şubat 2017’de KHK’lik olunca, yıllar önce yalnızca bir kez konuştuğumuz Hasan Ersel telefon etti ve dayanışma duygularını iletti. Bizimki gibi bir akademide böylesi tutumları unutmak mümkün değil. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilerim.

Diken

 

KADıN