2025-01-16
Mine Şenocaklı
“Baktılar ki Rojin garibandır, babası işçidir intihar deyip üstünü kapatmaya çalıştılar!”
Diyarbakır’dan büyük hayallerle yola çıktılar. Yol boyu sohbet ettiler otobüste. “Kızım okuyup öğretmen olacaksın, çocuklar yetiştireceksin. Hayatımız hoş olacak. Kendini de kurtaracaksın, bizi de…” dedi babası. Rojin her zamanki gibi gülümsedi sadece. Sabah Van’daydılar. Yurdun kapısında babasına el salladı Rojin, babası videoya çekti. Üç gün sonra kaybolduğu haberi geldi, 18 gün sonra cesedi bulundu Van Gölü’nün kıyısında… Sonrası tam bir sır perdesi. O son gülüşün kaydını, leylak rengi badanalı taziye evinde gösteriyor bana Nizamettin Kabaiş. Sonra acı içinde yalvarıyor: “Ben onu üniversiteye, yurda, devlete teslim ettim. Koruyamadılar! Baktılar ki, Rojin garibandır, babası işçidir, ‘İntihar etti’ deyip üstünü kapatmak istediler. Ne olur Rojinime yapılanlar karanlıkta kalmasın!”
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin kampüsünün içindeki yurda girerken o güzel mi güzel, temiz yüzünde bir gülüşle el sallıyordu babasına. Sevinç içindeydi… Birinci sıra tercihi olan Çocuk Gelişimi Bölümü’nde okuyacak, o çok sevdiği çocuklara öğretmenlik yapacaktı. Sevinci o yüzdendi, öyle mutluydu ki, daha bir ay öncesinden hazırlamıştı bavulunu. Bavula sığmayanları iki poşet yapmış, eksik kalanların da listesini yanına almıştı. Bir de sipariş vermişti internetten, atkı, bere ve eldiven… Diyarbakır’dan çok daha soğuktur diye Van.
“O lokantacıdan Allah bin kere razı olsun!”
Onu çok seven babasıyla birlikte gittiler Van’a. O kadar heyecanlıydı ki, yola çıkmadan annesinin özene bezene hazırladığı o çok sevdiği karnıyarıktan ancak bir-iki çatal yiyebilmişti… Bütün gece otobüs yolculuğunun ardından sabahın 8’inde Van’daydılar. Babası, “Annesi bizi uğurlarken, ‘Rojinime o kadar yemek yaptım yemedi, aç çıkıyor yola’ dedi. Söz verdim, ‘Merak etme, ben ona Van’da kebap yedireceğim’ dedim. Otogara indiğimizde, ‘Baba, bak üniversiteye giden arabalar var, binelim gidelim’ deyince, ‘Yok kızım, önce çarşıda kebap yiyeceğiz, sonra bırakacağım seni’ dedim… Gittik çarşıya, daha sabah ya, lokantalar yeni açılıyor, daha ateşi bile yakmamışlar. Birkaçına rica ettim, olmadı. Sonunda bir lokantacı, “Diyarbakır’dan geldik. Misafiriz, kızım üniversiteye gidecek burada’ deyince, kırmadı beni sağ olsun. ‘Tamam sizin hatırınız için yapacağım’ dedi. Ateşi yaktı. Rojin tavuk kanadı çok severdi. Yedik birlikte, son iki kanadı tabağında bırakmıştı, ‘Kurban olayım, ekmeği yeme, onları ye’ dedim, kırmadı beni yedi” diye o günü anlatıyor.
O lokantada çekilmiş bir de fotoğrafları var, onu gösteriyor ve devam ediyor acı içinde: “Allah bin kere razı olsun o lokantacıdan… Hem kebabı yaptı hem de bu fotoğrafı çekti ben rica edince… Son fotoğrafımız. Yemekten sonra kampüse geldik. Rojin önceden yurtla ilgili ne varsa araştırıp öğrenmiş. Arabadan iner inmez, ‘Şu tarafta yurt baba’ dedi. Kapıya kadar geldik. O yurda girdi eşyalarını bırakmaya, ben bahçede bekledim. Kapıdaki güvenlikçiye ‘Belki bir şey olur, kızıma ulaşamayız. Telefonunuzu verir misiniz?’ diye sordum. Verdi sağ olsun! Sonra Rojin geldi, bahçede dolaştık, okulu gösterdi. Ve vedalaştık, yurda girerken bana döndü, el sallayarak içeri girdi. Ben de videoya çektim…”
“Gece yurda gelmeyen öğrenci aranmaz mı?”
Bu kez hem videoyu izletiyor hem ağlıyor 52 yaşındaki Nizamettin Kabaiş. Sesi zar zor anlaşılıyor, “Onu canlı olarak son görüşümdü. Sonra bir daha morgda gördüm!” diyor.
Tüm bu acı dolu hikayeyi Diyarbakır’da, Şehitlik Mahallesi’ndeki taziye evinde dinliyorum. Evin duvarları bile acıyla yüklü, o leylak rengi badana bile solmuş sanki. Kocaman bir resmi var Rojin’in, sanki yanımızda gibi… Gülümsüyor, elinde cep telefonuyla…
Babasının ağzından dinlediğimiz bu hikayenin ardından sadece üç gün geçiyor ve Rojin ortadan kayboluyor. Gariptir ki, kaybolma haberinin aileye ulaşması 17 saat sürüyor! Sonrası çok daha garipleşiyor. Rojin 27 Eylül’de saat 18.30’da yurttan çıkıyor. Çıkmadan önce annesini arıyor, 11 dakika telefonla görüntülü konuşuyor. Gayet keyifli, markete gidip alışveriş yapacağını söylüyor. Sonra oda arkadaşını arayıp göl kenarına ineceğini, çakıl taşı toplayacağını anlatıyor. Oda arkadaşı da ona katılacak belli ki, ondan yanında şarj aletini getirmesini istiyor. Ardından masa tenisi oynamak üzere plan yapıyorlar.
Özgecan’a kahrolmuştu
Rojin’in Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni seçmesinin sebebi, yurdun da kampüsün içinde olması. Böylece daha güvende olacağını düşünmüş. Evdeki odasını paylaştığı kız kardeşi Elif’e ve ablası Mizgin’e, “Otobüse binmeme gerek kalmayacak. Yurttan yürüyerek 10 dakikada üniversiteye gidebileceğim” demiş. Tarsus’ta bindiği minibüste şoförün tecavüzüne direndiği için öldürülen Özgecan’a çok üzülmüş Rojin. Benzer bir şeyin başına gelmesinden de çok korkuyormuş. İşte o sebeple özellikle birinci tercih olması Van’daki bu üniversitenin…
Dosyaya kısıtlama gelmesinin sebebi ne olabilir?
Sonra?.. Ertesi gün birileri Rojin’in telefonunu bulup getiriyor yurda. Kim getirdi bilinmiyor! Sonrası tam 13 gün boyu korkunç bir sessizlik! Ve derken başörtüsü Van Gölü sahilinde bulunuyor. Beş gün boyunca kahredici bir bekleyiş… Arama çalışmaları o bölgede yoğunlaşıyor. Ve sonunda son görüldüğü yerden tam 24 kilometre uzakta cesedi bulunuyor.
Kopuk kopuk bir korku filmi gibi olaylar. Kopukluğun sebebi dosyaya getirilen kısıtlama kararı… Avukatlar bile kimin ne ifade verdiğini tam olarak bilmiyor. Mesela kız arkadaşıyla göl kenarında buluştu mu bilinmiyor hâlâ… O kız arkadaşı Rojin’in ailesinin telefonlarını engellemiş, konuşmuyor.
Rojin’in evinde, onun kayboluşunun 101. gününde dinliyorum bütün bunları… Annesini, babasını, kardeşlerini, halasını ve taziyeye gelenleri… Ev tıklım tıklım dolu. Baba Nizamettin Bey, ilk günden beri kızının başına gelenleri öğrenmek için çırpınıyor. Eğer bugün intihar denilip kapatılamadıysa bu dosya, işte bu acılı babanın çırpınışları sayesinde...
Narin’e çok üzülmüştü
Rojin’in annesi Aygül Hanım çok az konuşuyor, ağlamaktan mecali kalmamış. “Nasıl hatırlıyorsunuz kızınızı?” diye soruyorum. Kırık bir Türkçe ile anlatıyor: “Narin’e çok üzülmüştü. ‘Narin’in günahı ne?.. Niye böyle yaptılar anne?’ diye sordu hep bana. Hepimizin içi yanmıştı Narin’e… Hiç aklımıza gelir miydi, Rojinimiz’in de öleceği! İkisi de çok büyük acılar içinde öldüler. Benim çocuğum yaşamayı seviyordu. Hep rüyama giriyor şimdi... Onu en son üstünde pembe, sarı, rengarenk çiçeklerle göğe yükselirken gördüm. Elinde Kuran vardı. O cennete gitti biliyorum…”
“Valiye hakkımı helal etmeyeceğim Rojin de etmeyecek”
Nizamettin Bey taziye odasında önce derin bir iç çekiyor, ardından “La ilahe illallah” deyip kimbilir kaçıncı kez anlatıyor: “Rojin’e zulüm yaptılar. O masumdu, intihar etmedi. Yurt müdürüne hakkımı helal etmeyeceğim. Bir gece boyunca çocuk yurda dönmemiş. Merak etmemiş, ne oldu diye aramamış... Haber vermemiş. Ne karakola ne bize... Ben çocuğumu o yurda teslim etmişim… Bunları söyleyince diyorlar ki, ‘Nizamettin devlete laf söylüyor.’ Tabii ki söyleyeceğim, benim çocuğum üniversitede, yurtta kayboldu. Hele o Van Valisi’ne hakkımı hiç helal etmeyeceğim. Rojinim de etmeyecek... Rojinim bulunmuş, onu o halde görmüşüm morgda. Fenalaşmışım, beni ambulansa taşımışlar. Yarı baygın haldeyim, iğne vuruyorlar, müdahele ediyorlar. Vali gelmiş, ‘Durumun nedir?’ diye sormuyor, ‘Başın sağ olsun’ demiyor, beni teselli etmiyor, ‘Merak etme kızının başına ne geldiyse bulacağız’ demiyor. Diyor ki, ‘Senin kızın suyun içinden çıktı. Belli ki intihar etmiş.’ Ben de onun gözlerinin içine bakıp dedim ki, ‘Nereden belli ki? 24 kilometre uzakta bulundu. Sen bana delil göster, inanayım. 24 kilometre suyun altından gitmiş. Sen gördün mü? Yok! Delilin var mı? Yok!’ Baktı ki ben ona inanmıyorum, gözümün içine baka baka, ‘Nizamettin Efendi, bundan sonra otopside ne çıkarsa onu kabul edeceksin!’ dedi. Sen büyüksün, bir kenti yönetiyorsun orada. Ben de bir vatandaşım, ama evladını kaybetmiş bir vatandaşım. Rojin’in babasıyım. Ne hakla konuşuyorsun böyle benimle! Demek ki ya onun çocukları yoktur ya da acıyı hiç bilmeyen bir insandır. Eğer acıyı bilseydi bu muameleyi yapmazdı bana!”
“Üniversite ve yurt kötülenmesin istiyorlar ama...”
Van Valisi’nin bu tutumu çok yaralamış Nizamettin Bey’i. Acı içinde anlatmaya devam ediyor: “Bakın o gün orada Emniyet Müdürü de vardı. Onun günahını almıyorum. O fazla üzerime gelmedi. Çok ağlıyordum, elimi tuttu ve ‘Eğer bir cinayetse ben bunu çözeceğim’ dedi. Ama vali beni çok sıkıştırdı. Devlet olarak benim büyüğümdür, kabul ediyorum. Gelsin yüzüme vursun, sağıma vursa, solumu dönerim devlete. Ama ben o kadar acı çekerken bana bu muameleyi, bu zulmü yaptı... İntiharın bir belirtisi yok, bir delili yok, herhangi bir görüntüsü yok. Rojinimin bıraktığı bir not yok. Diyorlar ki suya atlamış, kendine zarar vermiş, intihar etmiş. Ama üzerinde darp izleri var, bunlar hiç konuşulmuyor. Üniversite ve yurt kötülenmesin diye üstünü örtmeye çalışıyorlar. Gencecik bir kız ölmüş, bunu yapmamaları lazım.” Sonra, acı ve pişmanlık içinde ekliyor: “Niye kızım yurda alışana kadar iki-üç gece yatmadım orada? Niye?”
Rojin’in ölümü biraz da Narin’in gölgesinde kaldı
Peki niye intihar diyor yetkililer? Tek bir iddiaları var, o da Rojin’in telefonundaki aramalara dayanıyor. Google’a girmiş, ‘Cennete nasıl gidilir?’, ‘Otopsi nasıl yapılır?’ diye bakmış. Emniyet amirinin Nizamettin Bey’e söylediği bu. Buna da bir cevabı var Nizamettin Bey’in: “Narin’e çok üzülmüştü Rojin. Ablasına ve annesine, ‘Nasıl kıydılar o küçücük kıza? Ne günahı vardı’ deyip durmuş. Belli ki o aramaları da onun için yapmış…”
Ne acı ikisi de Diyarbakırlı… Narin 21 Ağustos’ta kaybolduktan 19 gün sonra bulunmuştu Eğertutmaz Deresi’nde… Rojin ise 27 Eylül’de kayboldu ve 18 gün sonra cesedi Van Gölü kıyısında bulundu. Rojin’in ölümü biraz da Narin cinayetinin gölgesinde kaldı. Ancak bilinmezlikler en az Narin cinayeti kadar fazla… Ne bir görüntü kaydı var, ne bir tanık… Üstüne üstlük ‘Kısıtlılık kararı’ nedeniyle dosyada ne olduğu da bilinmiyor.
“İntihara giden biri yanına su ve bisküvi mi alır?”
Şimdi yine intihar iddiasına dönelim… Rojin dinine çok bağlı bir kız. Nizamettin Bey, “Efendi bir kızdı. Helalini de haramını da biliyordu. İntiharın büyük günah olduğunu da çok iyi biliyordu…Neden intihar etsin? 14 yaşından beri Kuran okuyordu, namazını kılıyordu. Kendi isteğiyle kapanmıştı. Hatta daha önce Dicle Üniversitesi İlahiyat Bölümü’ne kaydını yaptırmıştı, 15 gün kadar da gitti. Sonra ‘Bu yıl evde çalışıp puanımı yükselteyim, öğretmen olayım’ dedi. Çocuklara olan sevgisi yüzünden… Hayatı seviyordu. Asla intihar etmezdi. Üstelik intihara giden insan yanında su ve bisküvi mi götürür? Arkadaşından şarj mı ister? Masa tenisi oynamak için plan mı yapar? Ortada doğru düzgün delil yokken, hem çocuğumun günahını aldılar hem bizi üzdüler. Haberlerde de hep ‘Rojin sudan çıkmış’, ‘Rojin boğulmuş’, ‘Rojin intihar etmiş’ diye verdiler… Bulunduğu günle kaybolduğu gün arasında 18 gün var. Sen nereden biliyorsun o gün suda boğulduğunu? Yurttan çıkarken ayağında plastik sarı terlikler vardı. Onlar hâlâ bulunmadı. Rojin gölde boğulduysa onların da gölde, sahilde bulunması gerekmez miydi?” diye soruyor.
“Rojin artık bütün Türkiye’nin kızı”
Taziyeye gelen DEM Parti Van İl Eşbaşkanı Gönül Uzunay, “Rojin artık Türkiye’nin kızı oldu. Bizim kadın mücadelemizde Rojin hep yaşayacak” diyor… Nizamettin Bey bu sözler üzerine, “Ben 10 gün öncesine kadar kendimi tek hissediyordum, çok yalnız hissediyordum. ‘Niye kimse bize inanmıyor? Niye hep haberlerde Rojin intihar etti diye çıkıyor? Neden kimse bize destek vermiyor’ diye kahroluyordum. Adliyenin önündeki isyanımdan sonra artık yalnız değiliz. Allahıma kurban olayım, bütün millet bize sahip çıktı. Bu sefer onlar da U dönüşü yapmaya başladılar. Artık Van’daki savcılar da ‘şüpheli ölümdür’ diyorlar. Ama bu şüpheli ölüm değil, cinayettir” diyor. Bu arada eklemeden de edemiyor: “Nahit Eren gibi değerli bir avukatımız var. Kendisi Diyarbakır Barosu eski Başkanı. ‘Narin’e nasıl sahip çıktıysak, Rojin’e de sahip çıkacağız’ diyor. 70 sayfalık dosyayı okudu. 2.5 saat boyunca sorular çıkardı. En sonunda dedi ki ‘Kim buna intihar diyor?’ Ona güveniyoruz.” Hemen belirteyim başta Diyarbakır Barosu olmak üzere, 11 ilin barosu ortak çalışma kararı aldı Rojin için. İlk iş de dosyadaki kısıtlılık kararının kaldırılmasını istediler.
“Van Gölü’nün suyu sodalı, o suda 18 gün kalan ceset çürür”
Taziyeye gelen aslen Vanlı, Diyarbakır Milletvekili Mehmet Kamaç giriyor söze: “Rojin istese bile burada intihar edemez. Bu gölde insan 100 metre, 200 metre açılmalı ki su boyunu aşsın. Sonra Van Gölü’nün suyu sodalıdır, çamaşır suyu gibidir. O suda bir beden 18 gün paramparça olmadan kalamaz. Sodalı su cesedi çürütür, 18 günde kemiğe dönüştürür. Bir şey daha var, Rojin’in kaybolduğu sanılan yerle bulunduğu yer arasında 24 kilometre var. O 24 kilometre de düz bir mesafe değil. Dolambaçlı, koyların ve burunların olduğu bir bölge. Cesedin oraya gidebilmesi için Çarpanak Burnu’nu dolaşması gerek, ki bunun için de cesedin önce 10 kilometre açılması lazım Van Gölü’nde. Bu da mümkün değil. Üstelik akıntı da ters yönde! Uzmanlar da cesedin oraya sürüklenmesinin çok zor olduğunu söylüyor. Biz otopsi zamanında Van’daydık, vücudunda darp izleri olduğundan da bahsedildi. Tüm bunların cevabının bulunması lazım.”
Mezardaki çakıl taşları
Bir taksiye atlayıp mezarlığa gidiyoruz Nizamettin Bey ve Rojin’in küçük kardeşi İbrahim’le... Taksici para almak istemiyor. Nizamettin Bey, “Diyarbakır’da nereye gitsem, herkes acımı paylaşıyor. Ayakta kalabiliyorsam biraz da bu sebeple” diyor… Rojin’in mezarının başına geliyoruz. Sarı bir gül ekilmiş ayak ucuna, ama benim dikkatimi çeken o rengarenk küçük çakıl taşları… Resim yapmayı öğrettiği çok sevdiği yeğenleri Eylül ve Meryem boyamış bu taşları, pembe, turuncu, mavi, rengarenk… Getirip fotoğrafının önüne bırakmışlar...
O kadar şüpheli ipucu var ki!
Kaldığı yerden Nizamettin Bey devam ediyor: “Çocuğumun kazağının üzerine iki kuru ot yapışmış. O otlar nereden gelmiş? O otlar suyun içinde var mı? Belli ki Rojinimi bir yerde tutmuşlar, sonra oraya bırakmışlar. Ayak bileklerinde izler var, kabuk tutmuş, simsiyah olmuş. Yüzünde bir yer simsiyah… Sırtında da izler var. Sorduğumda dediler ki, ‘Bunlar doğal ölüm morluğudur.’ Boğazında bir pamuk bırakmışlardı halka gibi… Otopsiden çıkan bir doktor, ‘Çocuğun boğazı patlaktı’ demiş. Dosyasına bunların hepsini ‘doğal’ diye yazmışlar. Yine bir doktor, geldi bana ‘Bu kadar ağlama. Bu çocuk 18 gündür suda değil. En fazla dört gün, beş gün’ dedi… Bir fotoğrafı var bende, o fotoğrafı kim gördüyse aynı şeyleri söylüyor.”
Üzerinde iki erkeğe ait DNA bulundu!
Sürekli elinde tuttuğu cep telefonundan o fotoğrafı bulup bana gösteriyor. Rojin çakıl taşlarının üzerinde yatıyor yüzü koyun! Ben bakmaya dayanamıyorum, Nizamettin Bey kimbilir bu fotoğraflara kaç kere bakmış, düşünmüş, kızının başına gelenleri kurmuş kafasında… Dayanılacak gibi değil!.. “Nasıl dayanacağım? Nasıl isyan etmeyeceğim?” diyor ve ekliyor: “Rojinimin üzerinde iki erkeğe ait DNA bulunmuş. 18 gün suda kalsa DNA mı kalır!”
Nizamettin Bey susuyor. Artık takati kalmadı anlatmaya, o sırada Rojin’in ağabeyi Ömer giriyor söze, “Adli tıpta bununla ilgili hiçbir inceleme yapılmamış. Ölüm tarihini derinlemesine araştırıp belirlemek yerine, mütala üzerine ‘18 gün suda kalmış’ yazılıyor rapora. Belli ki Rojin katledildi, ama ne şekilde katledildi? Biz ilk günden beri faillerinin ortaya çıkması için mücadele veriyoruz. Ne kaza ne de ihtihar olduğunu düşünüyoruz” diyor.
Oda çok kalabalık, taziyeye gelenler o kadar çok ki… İki genç sürekli çay dağıtıyor, şeker tutan ise Rojin’in en küçük kardeşi İbrahim. Sessizce şekerliği tutuyor, çıkıyor odadan… “Kaç kardeşsiniz?” diye soruyorum ona. Yine sessizce “Sekiz” diyor, sonra bir an duruyor, ablası aklına geliyor belli ki. O artık yok! Ne diyeceğini bilemiyor. Ağlamamaya çalışıyor İbrahim, ama mümkün mü? Devamını ağabeyi Ömer getiriyor. En küçükten başlayıp kardeşleri sayıyor: “İbrahim, Elif, Rojin, Serhat, ben, Mizgin, Berivan. Servet… İki ablam ve Servet abim evliler. Altı da yeğenimiz var.”
“Rojinim büyük bir hakaret ve zulümle öldü!”
Rojin’in anlamını merak ediyorum, öğreniyorum ki ‘gün ışığı’ demekmiş. Babası Nizamettin Bey, “Aynı gün ışığı gibi ısıtırdı etrafını, ışık saçardı” diyor. Şu anda bütün aile bir karanlık içinde!.. “Bu ülkede hep kadınlar ve çocuklar şiddete maruz kalıyor. Ya ‘Balkondan düştü’, ‘Camdan düştü’, ‘Çatıdan atladı’, ‘İntihar etti’ diyorlar ya da ‘Şüpheli ölüm’ diyorlar. Kadın cinayeti oldu mu örtbas ediyorlar. Suçluları birkaç ay içeride tutuyor, sonra salıveriyorlar. Ölen ölüyor bu arada… Baktılar ki, Rojin de garibandır, kimsesi yoktur, babası işçidir. ‘İntihar etti’ deyip üstünü kapatmak istediler. Büyük bir hakaret ve zulümle öldü kızım. Tıpkı Narin gibi!..” diye ekliyor acı içinde.
“Bana, ‘Artık taş taşıma baba, sana yazık!’ demişti”
O kadar acı dolu ki Nizamettin Bey, o ana kadar ne iş yaptığını, evini nasıl geçindirdiğini sormak aklıma gelmiyor. “Ben minare işinde çalışıyorum. Cami minaresi yapıyoruz” deyince, bu kez “Usta mısınız?” oluyor sorum. O kadar dürüst ve içten ki cevabı! “Yok ben tam usta değilim, usta yardımcısıyım. Taş kesiyorum, harç yapıyorum. Ustaya taşıyorum…” diyor. Oğlu Ömer söze giriyor, “Babam biz çocuklarını, Rojin’i sırtında taş taşıyarak büyüttü gerçekten de” diyor...
“Tıpkı kendi gibi güzel çocuklar yetiştirecekti...”
Bir süre öylece susuyoruz… Boğazım düğüm düğüm oluyor, Nizamettin Bey’in, Aygül Hanım’ın acısını tam içimde hissediyorum, soru soracak halde değilim. Neden sonra, “O gün onu okula götürürken umutlarınız neydi?” diye soruyorum. “Benim içimden şu anda ağlamak geliyor” diye başlıyor söze Nizamettin Bey: “Otobüste hep düşündüm… Rojinim öğretmenliği kazanmış. Öğretmenlik yaparsa o da kurtulacak, biz de kurtulacağız. Durumumuz hoş olacak. Güzel günler gelecek. Hep o şekil hayal ettim… Hep aklımdan şu geçiyordu, Rojinim’e de söyledim o gün. ‘Ehliyet de alacaksın, araba sürmeyi de öğreneceksin. Öğretmen olacaksın, çocuklara ders vereceksin. Tıpkı kendin gibi güzel çocuklar yetiştireceksin’ dedim. Olmadı ama…”
“Biz bir evlat değil, bir melek kaybettik”
Nizamettin Bey, susuyor bir süre… Sonra yine derin bir iç geçiriyor ve ardından ‘La ilahe illallah” diyor ve devam ediyor: “O bana hep diyordu ki, ‘Baba senin işin çok ağırdır. Yapma bu işi artık.’ Hatta bir gün şehir dışından, işten eve geldim. Elbiselerimi her zamanki gibi kapıya bıraktım. Üstü hep harç toz içinde tabii… O da aldı banyoya götürdü yıkamak için. Bir baktım, Rojin giysilerime bakıyor ve ağlıyor! ‘Bu iş ağırdır baba, taş taşıma, bırak bu işi. Sana yazık’ dedi… O sesi hâlâ kulağımda tazedir. Biz bir melek kaybettik, dayanmak mümkün değil. O bizi hep düşündü, ama biz onu koruyamadık. Devlet, üniversite onu koruyamadı, yurt sahip çıkmadı…”
Gerisini getiremiyor. Hıçkırıklara boğuluyor… Anne Aygül Hanım ağlamaya başlıyor, İbrahim iki göz iki çeşme… Teselli edilecek gibi bir hal değil. Eğer ki bir tesellileri olacaksa, o da gerçeğin ortaya çıkması olacak.
Artık onları acılarıyla baş başa bırakıp İstanbul’a dönme vakti gelip çatıyor. Rojin’in ölümü bir sis perdesiyle kaplı bundan eminim. Ama o evin kapısından çıkarken, Rojin’in intihar etmediğini de adım gibi biliyorum. Nizamettin Bey’in, Ömer’in sorduğu her sorunun cevabının bulunması gerek. Şu an için ailenin tek umudu artık yalnız mücadele etmek zorunda kalmayacakları. Avukatlar ve tüm Türkiye gerçekleri öğrenmek istiyor. Diyeceksiniz ki, bu acıya bir derman mı olacak? Tabii ki olmayacak, ama en azından bu gencecik kızı, ‘gün ışığı’nı karanlığa gömenler bir gün bulunup cezalarını çekecek. Öyle ummak istiyorum…
Oksijen
KADIN