

2025-11-18
"1239 nolu kanun bir çözme derdi değil, bir bastırma-erteleme motivasyonudur. Biz bugün kök nedenlerin çözümünü tartışırken, bunları tamamen yok sayan durumlar örnek olamaz. "
Geçtiğimiz pazar günü Anadolu Ajansında Mehmet Uçum imzalı ve “Terörsüz Türkiye'ye geçiş süreci ve Cumhuriyet tarihinden bir örnek: 1239 sayılı Kanun” başlıklı bir yazı yayınlandı.
“Olaylar, dönemlerin dinamikleri ve özellikleri tamamen farklı olsa da Cumhuriyet tarihimizde hayata geçirilmiş bir geçiş süreci kanunu dikkat çekiyor” dediği 1239 nolu kanundan bahsediyor Uçum. Bu kanuna geniş bir paragraf ayırıp, ayrıntılandırdıktan sonra şu sözlerle bitiriyor yazıyı “Elbette 1925’te yaşanan olaylar ile devamındaki koşullar, kendi bağlamı içinde değerlendirilir. Bugünkü şartlar ve dinamikler, tamamen farklı özelliklere sahiptir. Ayrıca tarihsel bir hukuki tecrübenin birebir bugüne örnek olması beklenemez. Bununla birlikte sadece Cumhuriyet tarihimizde geçiş süreci hukukuna ihtiyaç olan dönemlerin yaşandığını ve TBMM’nin bu ihtiyaçlara cevap verdiğini tespit etmek bakımından 1239 sayılı Kanun'a işaret etmek anlamlıdır. TBMM’nin, Terörsüz Türkiye’ye geçiş sürecinin ihtiyacı olan kanunu bugünün koşullarına göre en işlevsel olacak şekilde düzenleyip yasalaştıracağı izahtan varestedir.”
***
Tamam, Sayın Uçum doğrudan 1239 sayılı kanunu uygulayalım demiyor. Sadece atıf var, o konuda hakkını yemeyelim.
Fakat yine burada rahatsız edici bir yan var.
Bu kanundan bahsediyor olmak, bu kanunun içerdiği ruha atıf yapmak; bu kanunun çizdiği ve işlev gördüğü dönemi referans almak pozitif bir şey değil.
Aradan geçen 100 yılda örnek alacağımız, bahsedeceğimiz kanun bu olamaz.
Ve yine şu açık soruyu ortaya atar: Benzer bir kazanım ve yaklaşım arzusu mu var?
Dahası: Bugün olan bitenler, zaten o gün uygulanan bu kanunların yanlışlığından başka bize ne anlatabilir?
Ana soru ise şu: Neden istisna hukuk uygulaması akla geliyor?
Malumdur, bahsedilen ve 1928’de resmileşen bu 1239 nolu kanundan önce 183 sayılı Tecil-i Takibat Hakkında Kanun (1922) ve 356 sayılı İzale-i Şekavet Kanunu (1923) gibi düzenlemeler de var. Neyi çözdüler tam olarak?
***
Biraz arka plana inmekte fayda var.
Böylece bu kanundan bahsediliyor olmanın anlamını daha iyi okuyabiliriz gibime geliyor.
Devlet, 1925’i büyük bir kriz olarak ele alır. Ve çok geçmeden de istisnai hukukun tüm nimetlerinden faydalanır. Öyle ki Carl Schmitt’in fısıltıları kozada iken bir bütünen burada ruha bürünmesi son derece ilginçtir.
Bunlardan ilki Takrir-i Sükûn Kanunudur. Şark İstiklal Mahkemesi bu kanuna dayandırılarak kuruldu. Siyasi-askeri yönelimin yanına hukuki bağlam da oturtuldu.
İkincisi, bir nevi modern Kürt meselesinin kök hücresi olan Şark Islahat Planıdır.
Üçüncüsü ise Umumi müfettişliklerdir. Yani her türlü otoriteye sahip bölgesel valilik konsepti.
Bu üç durumun en totalde birleştiği bir özellik şu oluyor: Hepsi Kürtlerle ilgilidir. Onların siyasal, sosyal ve ekonomik dünyalarını parçalama amacı güdülüyor.
İşte bu üç kallavi rasyonalitenin üzerine geliyor bahsedilen kanun.
Bu üç durumun tam olarak çözmeyi başaramadığı, tam elde edemediği “zaferi” bir şekilde askeri olmayan yoldan çözüm modelidir 1239 nolu kanun.
Bu kanun bir af değildir. Bu özellikle vurgulanır. Bir tecildir.
Devletin "af" kelimesinden ısrarla kaçınmasının temelinde, devlet felsefesi ile ilgili nüanslar var. Af denilirse sanki isyana kalkışanlarla baş edilemedi de böyle bir yola gidiliyor fikri ve bir pazarlık varmış algısı doğmasın, zafiyet veya taviz olarak görülmesin diye önemle çaba harcanıyor. Bundan ötürü bilinçli bir siyasi tercih olarak “tecil” deniyor. Çünkü tecil, suçu veya suçluluğu ortadan kaldırmaz. Suç sabit kalır, ancak devlet, kendi takdiriyle ve lütfuyla, cezanın infazını askıya alır. Böylece devlet otoritesi zarar görmemiş olur. Yine büyük ve ulu devlet bir şans vermiştir, lütuf ona aittir.
Böylece devlet aslında bu kanun üzerinden son derece faydacı bir işe girişiyor. Hem kendisine sadakati geliştiriyor hem de isyan edenler arasında bölünmeler yaratıyor. Zaten bu kanun sonrası teslim olanlar ve olmayanlar şeklinde tartışmalar başlıyor.
Altı maddelik bu kanun, üç aylık bir süreyi kapsıyor ve faydalanmak isteyenleri belli ölçülerde kontrol altında tutuyor. İstediği zaman yine onu suçlama lüksünü kenarda tutuyor.
Özetle bu kanun Cumhuriyet'in ‘sui generis’ şartlarında tek, özel ve geçici bir istisna hukuku örneğidir. Bu bakımdan Uçum'un bu yasayı birebir örnek alma olarak değil, TBMM'nin "tek, özel ve geçici” kanun yapma kapasitesine bir "ilham kaynağı" olarak sunması bile, kanımca 1928'in felsefesini 2025'e taşıma tartışmasına kapı aralamadır.
100 yıl öncenin temel beklentisi, hukuk çerçevesi, uygulama biçimi, siyasal amacı, toplumsal rıza durumu ve daha birçok bağlamdan baktığımızda ortada tarihsel bir anakronizm olduğu görülür. Dehşet bir siyasal kriminalizm örneği olarak da görülebilir.
Bu bakımdan burada eleştirdiğim temel olay, Uçum'un hukuki bir çözümden çok, devletin kriz anlarında "kendi hukukunu yaratma" iradesinin tarihsel bir meşrulaştırması çabasına yönelmesidir. Bugünün çözümü bu değil. 50 yıllık bir çatışma-çözümün bugün çözüme kavuşma çabası, böyle dar bir yerden ele alınmamalıdır, alınamaz.
1239 nolu kanun bir çözme derdi değil, bir bastırma-erteleme motivasyonudur. Biz bugün kök nedenlerin çözümünü tartışırken, bunları tamamen yok sayan durumlar örnek olamaz.
Devlet 2025'te hayat bulan son derece tarihsel/bölgesel bir “barış” durumunu, 1928’deki gibi bir dar bir zafer olarak görme ve bunu "istisnai hukuk" modeliyle ile çözmek istemesi kime fayda sağlar? Bugünkü tartışmaları geriye çekmekten başka ne işe yarar?
Madem geçmişten “ilham” alınacaksa, 1919-1923 yılları arasında onlarca makul tartışma ve hak tanıma girişimi var. Onlardan neden bahsetmiyoruz?
Sonuç olarak Uçum’un bahsettiği ilham, en fazla “ne yapılmaması gerektiğinin” tarihsel hatırlatıcısı olabilir. En fazla tarihsel olarak neden iyi bir örnek olmayacağının nişanesi olarak bahsedilebilir.
Bianet
BASıNDAN
2025-11-18Tarık Çelenk: Üsküdar dergâhlarının düşündürdükleri
2025-11-14Ali Bayramoğlu: İddianame: Görülmemiş bir seviye
2025-11-11İbrahim Kiras: Düşmanımız kimdir bizim?
2025-11-11Umur Talu: Haklısınız, “işçi sınıfı” ölüyor!
2025-11-08Umur Talu: Sınıf mücadelesi öldü mi, işçi sınıfı kaldı mu!
2025-11-07Mesut Yeğen: Ortadoğu 2.0’a Hazır mıyız?
2025-11-06Çetin Çeko: ‘Türkiye'nin Hayrı İçin Dokuz Yıldır Cezaevinde Tutulan Demirtaş
2025-11-01Gökhan Bacık: Kürt siyasetinin eleştirisi
2025-10-31Selahattin Demirtaş: Sürecin muhasebesi
2025-10-29Yusuf Ziya Cömert: Rüşvet parasıyla cami yapılır mı?
2025-10-28Yetvart Danzikyan: PKK hükümete ‘top sende’ diyor
2025-10-28Murat Sevinç: Yoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu?
2025-10-28Yıldıray Oğur: PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?
2025-10-28Vahap Coşkun: Menzile doğru bir adım daha
2025-10-26Yetvart Danzikyan: Kıbrıslılar dertlenmesin
2025-10-28Berrin Sönmez: 11.Yargı Paketi: Rejim bulanık suda balık avlar
2025-10-08Sedat Ulugana: Barutun yanında bıyık yağı ve puro
2025-10-08Yıldıray Oğur: Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor
2025-10-07Ayşe Hür: İrade
2025-09-30Yıldıray Oğur: Komisyon’da bir gün