yazarlar makaleler
Murat Sevinç: Batı ‘devletleri’ ile Batı ‘uygarlığı’nı aynı kefeye koymamakta yarar var
25.10.2023

Filistinli siviller, çoluk çocuk dünyanın gözü önünde bombalanıyor. ‘Uygar’ dünya daha öncekileri nasıl seyrettiyse İsrail’in pervasız şiddetini de öyle seyrediyor, seyretmekle kalmayıp açıkça mazur görüyor, destekliyor. Yıllardır işgal altındaki topraklarda Filistinlilere yapılan işkenceyi ‘hoş’ gördüğü gibi.

Şımarık ve şimdilik ırkçıların eline düşmüş bir devlete diyet ödüyorlar. Her tekrarda olduğu gibi İsrail ve yerkürenin muhtelif yerlerinde yaşayan Yahudilerin sağcı-fanatik kesimi, savaş karşıtlarını bezdirmek için türlü yollara başvuruyor ve her savaşta olduğu gibi savaş karşıtları da seslerini duyurmak için elinden geleni yapıyor. Bana kalırsa en anlamlısı, Netanyahu iktidarına karşı Tel Aviv ve Batı ülkelerinin başkentlerinde sokağa çıkan Yahudilerin varlığı. Çok değiller belki ama varlar.

Türkiye bildiğimiz gibi. Her durumda kimin ne zaman hangi gerekçeyle nasıl tepki vereceğini bilmeyen yok. İktidar ve hık deyicisi bazı küçük muhalefet partileri, olup bitene ümmetçilik penceresinden bakıyor. Hâlihazırda gösterdikleri tepkinin nedeni, ne yazık ki insan hakları ve uluslararası hukuka bağlılık, savaş ve silahlanma karşıtlığı, İsrail yönetiminin faşizan tavrı vs. değil.

İsrail’e karşı hiçbir ciddi adım atmayan (ticari, askeri anlaşmalar vs.) ve elbette atmayacak iktidar, hoşnut olmaya teşne kitlesini eylemek için çeşitli girişimlerde bulunuyor, yas ilanı, kitlesel miting vb. Kendi ülkelerinde yok ettikleri adaleti ve canına okudukları muhalif kamuoyu duyarlığını başka yerlerde arıyorlar.

Böyledir Türkiye’de, sağcımız diğer ülkenin sağcısından, milliyetçimiz diğerinin milliyetçisinden, savaş meraklımız berikinin savaş hevesinden hazzetmez. Bu arada, İsrail’e verilen desteğe haklı olarak tepki gösteren bir kesim de ezelî Batı karşıtlığının şevkiyle Batı uygarlığının çöküşünü ilan ediyor ve bu ‘tespit’e katılan, çöküş ihtimalinden mutluluk duyan az değil.

Osmanlı-Türk düşünce yaşamı ve siyaseti, Doğu-Batı çatışmasına, çelişkilere yabancı sayılmaz; hatta, 19’uncu yüzyılla birlikte tartışmanın odağındaki eğilimlerden biri bu. ‘Batı’nın nesini alsak?’ eski ve popüler bir tartışmanın başlangıç sorularından. Batı (ve düşünce yaşamı) karşısındaki kompleksli tutum da sır değil.

Oysa herhangi bir dönem ve coğrafyada doğan düşünce akımları, önemli laflar etmiş düşünürler, her ne kadar bir kültürün izini taşısalar ve toplumsallıklarının ürünü olsalar da eninde sonunda evrenseldir. Böyle olduğu içindir ki Müslüman dünyasında Eski Yunan felsefesi okunuyordu. Bu yüzden, örneğin İngiliz Devrimi diğer ülkeleri, Fransız Devrimi’nin ideolojisi tüm kıta Avrupasını ve tabii Osmanlı’yı etkiledi. Örneğin Amerikan Devrimi ve Bağımsızlık Bildirgesi’nin etkisi yalnızca o kıtada hissedilmedi ya da Aydınlanma’nın yol göstericiliği, filizlendiği coğrafyadan ibaret kalmadı; diyelim, Luther’in tezinin gücü yaşadığı toprağı ve zamanı çok aşan etkiler yaptı ve Marx da o Batı’dan çıktı, Marx’ın eleştirisi de. Bugün, birlikte yaşamanın hayatî gerekleri arasındakij laiklik-sekülerlik için yüzyıllar boyu birbiriyle savaştı o Batı.

Yakında 100 yaşına basacak Cumhuriyet’in kurucu kadrosu da Osmanlı İmparatorluğu’nun 19’uncu yüzyıl düşünce akımları ve okullarının ürünü. O okullar da Batılı bir sistem içinde, hekim, bürokrat ve asker yetiştirmek için kuruldu. Cumhuriyet ideali, laikleşme, kadın hakları, bilimsel düşüncenin hâkim oluşu… yalnızca kurucu kadronun değil, yüzyıl boyunca oluşmuş düşünce yaşamının da sonucu. Cumhuriyet’in, tarihi boyunca tanık olduğu siyasal-kültürel çatışmalarının nedenlerinden biri de aynı birikim kuşkusuz.

Bir düşünce sistemini övmek için, diğerlerini yermek-küçük görmek şart olmadığı gibi yoksullaştırıcı da. Buna mukabil, bugün sahip olduğumuz hemen tüm yönetim ilkelerinin, demokrasinin ve demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi laikliğin menşeinin, her fırsatta yerilen Batı uygarlığı olduğu unutulmamalı. Kapitalizmin de demokrasiyi yok etmeye yeltenmiş faşizmin de mucidi olan ‘uygarlık.’ Bu nedenle Batı’yı eleştirirken düşünce yaşamının ve toplumsal gelişmişliğin değerini bilip devletler-hükümetler ile diğer unsurları birbirinden özenle ayırmanın çok gerekli olduğuna kuşku yok.

Her yerdeki her düşünce, insanlığın ortak malıdır, böyle kabul etmek gerek. Batı, devletlerden, yönetimlerden, o devletlerin yayılmacı siyasetinden, kibir ve sömürüden ibaret değil. Batı, aynı zamanda, uğruna çok acı çekilmiş, sonunda insanlığa mal olmuş değer ve ilkelerin bir bütünü. Ulusal ve uluslararası hukuk ilkeleri de o bütüne dahil.

Şu anda bir devletin Filistin halkına yönelik azgın şiddetine destek verenler, Batılı devletler, bu davranışlarıyla 20’nci yüzyılda yaşanan onca kıyımın ve savaşın ardından kendi elleriyle yarattıkları başat ilkeleri yok sayıyor. İlk kez olmuyor, son da olmaz muhtemelen. 2’nci Dünya Savaşı’ndan bugüne en itibarsız ve korunaksız günlerini yaşayan insan hakları hukuku ve hareketi, onu yaratanlar tarafından öğütülüyor.

Hal böyleyken, değer verilmesi gereken, ikiyüzlülükte mahir Batı yönetimleri, başlarındaki ceberutlar, hatta muhatabını ‘insansı hayvan’ sözüyle tanımlayan faşistler değil; Batı’da doğup herkesin malı olmuş evrensel düşünceler, ilkeler, özellikle insan hakları ve laiklik. Söz konusu değerlerin yok olmasına ‘dünya yurttaşları’ birlikte karşı çıkmalı. ‘Kurtuluş yok tek başına‘ sloganı artık dünya yurttaşlarına sesleniyor, seslenmeli. Aksi halde şu anda tanık olduğumuz şiddet ve İsrail başbakanı gibi idarecilerin makul karşılanabilen acımasızlığı genel geçer yol haline gelecek.

Ümit Kıvanç, ‘İnsanlığa karşı suçlar’ başlıklı yazısında dünyanın gidişatını, “Şu anda dünya, gerek bölgesel gerek küresel çerçevede gücü yetenin gücünün yettiğine her şeyi yapabildiği bir hukuksuzluk, kuralsızlık rejimine doğru sürükleniyor” diyerek resmetmiş ve ardından neyin lazım geldiğini anlatmış: “Günümüz şartlarında -maalesef öncelikle gençlere- komik görünecektir, ama ilke lazım, -kadınların cinsel organlarının erkek bekçiliğine hasredilmemiş anlamıyla- namus lazım. Hukuku var olmayan uluslararası düzende zayıfın kahredileceği belli. Üstelik dünyanın bugününde, hemen bütün gelişmiş Batı ülkelerinde -onlar kadar gelişmemiş Orta Avrupa’sı, Balkanlar’ı dahil- egemen zihniyete mülteci korkusu yön veriyorken ve bu eğilim ifadesini faşist hareketlerin yükselişinde, normalleşmesinde buluyorken, güçlünün de az buçuk uymak zorunda kalacağı bir hukuk zemininin yaratılması evrensel hedef olmak zorunda.”

İşte bu zeminin yaratılması ya da geçmişte kurulmuş olanın ciddiye alınır hale gelmesi, Batılı değer sisteminin ve insan hakları yaklaşımının, yeniden itibar kazanmasıyla mümkün. İnsanlığın kazancı olan ‘uygar’ ilkelerin ve hukukun, hoyrat siyasetçilerin eline düşmesi iyi olmadı. Batılı siyasal-hukuksal-toplumsal değerlerin yara almasının ne Batı’ya ne Doğu’ya hayrı dokunur. Ayrıca, bir değer sistemi çöktüğünde, ayakta kalanın ne olduğuna da bakmak gerekir.

Yazı önerisi: Tanıl Bora’nın ‘Kibbutz’ başlıklı yazısı.

Diken

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar