Türkçe | Kurdî    yazarlar
Murat Sevinç: Yenilenen CHP iktidarın CHP'sine karşı…

2025-09-10

100 yıllık Cumhuriyet’in en ilginç anlarından birini yaşıyoruz. Fitili 2007 anayasa değişikliğiyle yakılan, 2010’da anayasa metni aşağılanarak bir eşiğin daha aşıldığı, 2017’de ise adı konulan ‘anayasasızlaşma’nın güçlendirildiği günlerdeyiz. Mümtaz (Soysal) hocanın yarım asır önceki anayasa okumasının ne denli doğru ve değerli olduğunun bir kez daha görüldüğü günler. Anayasaları yaşatan içlerindeki kelimecikler değil, dışarılarındaki hayattır… Öyle ya, toplum sahip çıkmadığında anayasa metinleri birer sözcük yığınından ibarettir.

Ahaliye haksızlık etmemek gerekir kuşkusuz. Böylesine güçlü bir iktidar aygıtı karşısında pes etmeyen ve muhalefetin her canlılık belirtisine olumlu karşılık veren milyonlarca yurttaş var. Giderek ağırlaşan koşullarda bunca yıl ayakta kalabilmek büyük mesele.

Ekonomide neoliberal dönem, anayasacılık bakımından da demokrasilerin ‘demos’ tarafının iyice yok sayılması demekti. Başta sosyal devlet ilkesinin zayıflatılması ve meclislerin yürütme organları karşısında güç kaybetmesi olmak üzere halkı siyaset dışına itmenin çok yolu denendi. Tarih boyunca hiçbir anayasal-hukuksal değişim/tercih ekonomik gelişmelerden ve sınıfsal tercihlerden bağımsız olmadığı için, kapitalizmin bugün geldiği aşamada siyasal sistemlerin otoriterlik yoluna girmesinde bir sürpriz yok. Alternatifsizmiş gibi gösterilmeye çalışılan bir ekonomik-sosyal sistem bilişim devrimiyle zorda kaldı ve 20’nci yüzyıl boyunca her zorda kaldığında ne yaptıysa yine aynı yola başvurdu. O yolun yordamın adı 1930’larda faşizmdi. Şimdiki adı otoriterliğin farklı tonları. Ölçü meselesi.

Kuşkusuz ‘halksızlaştırılma’ya çalışmak ve ‘kamusallığın’ itibarsızlaştırılması her ülkede aynı hız ve yöntemle olmadı, olmuyor. Demokrasinin kalitesi ve gücü ölçüsünde direnebiliyor halklar. Nitekim 1930’ların faşizmi de o rejime hazır ve meyyal toplumları avucuna alabilmişti. Buna mukabil, demokrasi tarihi ne denli görkemli olursa olsun bugün ABD’de zorba bir palavracının başkan olduğu ve oralı anayasa hukukçularının ‘Başkan AYM kararlarına uymazsa ne yaparız!‘ endişesi yaşadığı da bir gerçek. Geçen gün Trump’ın ABD’li teknoloji devleriyle toplantısı ve zenginlerin başkanı övmek için yarıştığı görüntüler, Trump’ın iktidarının kimlerin iltifatıyla ayakta durabildiğini gösteren çok hoş bir örnek değil miydi?

Söz konusu süreç Türkiye’de AKP iktidarına rastladı. Uygun bir profil kuşkusuz. Yinelemekte zarar yok, iktidarın ideolojik barutunun 2010’ların ortasında tükendiği kanısındayım. 2015-16 ardından elde kalan, devlet gücü. Gittiği yere kadar… Nereye ve ne kadar gideceğini, sayısız değişken arasındaki ilişki ve elbette milyonlarca yurttaşın tutumu belirleyecek. CHP’ye yapılanlar, genel anlamda ‘otoriterleşmen’nin yerli ve milli versiyonunun sonuçlarından biri.

CHP’nin başına gelenlerin güncel nedeni açık. Siyaset yapmaya başlamasa ve seçim kazanmasaydı bunlar olmazdı. ‘İdeolocya Örgüsü’nün yazarı Necip Fazıl’ın rahlesinden geçmiş iktidar halesinin çoğulcu demokrasiyle irtibatı bu kadar. Çeyrek yüzyıl sürmüş iktidar yıpranmışlığı ve kibrini de ihmal etmemek gerekir. Her hal ve tavırlarıyla kendilerini biz sıradan ölümlülerden farklı zaviyede gördüklerini sergilemeye çalışıyorlar.

Yerel seçimi kazanan CHP, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başka bir kimliğe büründü. İktidarın beklemediği bir durumdu bu. Birkaç miting yapar sonra soru önergesi vermeyi sürdürürler, diye düşündüler belli ki. CHP doğru ve gerçekçi (diğer yanağını uzatmayan) bir tutumla demokrasiyi yeniden kazanmak için ‘demos’a başvurdu, onun elini tutmayı istedi. Halk bu çağrıya uydu.

Kabul etmek gerekir, idarenin tutumu ve mahkemeler şu haldeyken etkili muhalefet yapmak hiç kolay değil. Vardığımız yerde ana muhalefet partisinin il binasına milletvekillerinin alınmadığına, hatta itilip kakıldığına tanık oluyoruz. O milletvekillerinin dokunulmazlığı varmış, hatta zamanında bu kalın zırh işkenceyle mücadelede ‘habersiz karakol ziyaretleri’ önerilerine konu olmuş, siyasi partiler anayasada ve yasalarda yer alan özel güvencelere sahipmiş, filan fıstık… Bunlar, muhteremler için teferruat dahi değil.

CHP’ye yönelik işlerde kimi eski CHP’lilere rol verildi. ‘Ağacın kurdu…’ meselesi. Cumhuriyetle yaşıt CHP’nin ne bir dönemi var, ne bir CHP. Değişmiş, farklı yollar benimsemiş, içinden solcular ve sağcılar çıkarmış, hizip mücadeleleriyle nam salmış bir parti. Parti içinde birden çok CHP var, hep oldu. Şimdi kayyımlığa heves eden CHP’liler de CHP’li nihayetinde. Dinleyenlerin yüzünü kızartan konuşmaları doğallıkla yapabilen bu insanları, derisi kalınlaşmış siyaset esnafını uzun uzadıya anlatamaya gerek yok; büyük partiler içinde var olma mücadelesi veren küçük isimler. Sağcısıyla solcusuyla siyaset esnafı palavracılığını en hoş anlatan kitap Çetin Altan’ın ‘Ben Milletvekili İken‘ adlı eseridir, öneririm. Kitap hakkındaki bir yazıyı buraya bırakıyorum.

CHP’de birilerini ve bir dönemi-ekibi temsil ettiğine kuşku bulunmayan insanların yenilenmeye çalışan CHP’ye zarar veremeyeceklerini düşünüyorum. Türkiye geçen yılki ülke değil, halkıyla, muhalefetiyle. Yaşamına sahip çıkan, biraz geç de olsa sustukça sıranın kendisine geldiğini fark etmişe benzeyen milyonlarca kaygılı yurttaş olup biteni ve katkı sunanları görüyor. ‘Demos’, İmamoğlu ismi çevresinde verilen mücadelenin İmamoğlu’nu ve hatta partileri çok aşan bir çaba olduğunu kavrıyor. Halihazırda işbirlikçiliğe soyunanlar ise bunun farkında değilmiş gibi davranmakta ısrarcı.

Doğrusu, seçmenin-halkın her zaman profesyonel siyasetçilerin önünde olduğunu düşündüm. CHP için de geçerli. Halk ‘anlamaz-bilmez’ değil, örgütsüz ve çoğu zaman çaresiz. İşbirlikçilerin, herkesin her şeyi tüm açıklığıyla gördüğü bir yerde hiç kimsenin hiçbir şeyi görmediği zannıyla bir şeyler yapmaya çalışmaktaki ihtiraslarını, herhalde niteliksizlikleri ve yeteneksizlikleriyle açıklamak gerçekçi olur. Hafif tabirle.

Diken

BASıNDAN