2025-09-17
Bir yıldır içinde olduğumuz ve bir arpa boyu bile ilerlemediğimiz Kürt Açılımı denen olguyu anlamak istiyorsanız, onu 1839 Tanzimat Reformu ile kıyaslayacaksınız. Eğer bu kıyaslamayı yapmazsanız yaşadıklarımızı anlamanız mümkün değildir.
Şu anda yaşadığımız İkinci Tanzimat ilanıdır. Başlangıç tarihini 22 Ekim 2024 olarak koyabilirsiniz ama eğer bir Ferman da arıyorsanız belki MHP lideri Bahçeli’nin 31 Mart 2025’te Türkgün gazetesinde yer alan açıklamalarını bu niyetle okuyabilirsiniz.
1839 Tanzimat Fermanı nasıl ‘bir medeniyet değiştirme’ idi ve büyük bir alt-üst oluşa denk geldiyse, Bahçeli’nin 22 Ekim 2024 ve 31 Mart 2025 İkinci Tanzimat çıkışları da Türkiye için benzeri bir alt üst oluş anlamına gelmektedir.
Birinci Tanzimat niye ilan edildi, amacı neydi?
Hedef, Müslüman Hıristiyan eşitliğini sağlamaktı. İslam Hukuku, Osmanlı tebaası Müslüman ve Hıristiyanların eşit olamayacakları esasına dayalı idi. Eşitlik, İslam Hukuku egemen olduğu müddetçe imkansızdı. Bu nedenle Birinci Tanzimat hem bir medeniyet değişimi hem de tebaanın vatandaş olmasını, vatandaş eşitliğini sağlayacak büyük bir hukuk reformu anlamına geliyordu.
Peki, 2025 Ekim İkinci Tanzimat Reformu niye ilan edildi? Kürt-Türk eşitliğini sağlamak için. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürt-Türk eşitsizliği üstüne kurulmuştu. Kürtlerin farklı bir millet oldukları gerçeği, dili-kültürü kabul edilmiyor ve eşit vatandaş olmaları çeşitli açık-gizli kararnamelerle engelleniyordu. Bahçeli’nin, “Türk-Kürt kardeşliğine” dayalı yeni sistem önerisi, 1923’te kurulan sistemin artık işlemediğinin ilanı anlamına geliyordu.
Cumhuriyet dönemi anayasaları ile bu iş olmaz
Nasıl ki İslam Hukuku, Hıristiyan Müslüman eşitliğini sağlayamazdı, 1924 Anayasası ve onu tekrarından başka bir şey olmayan 1960 ve 1981 Anayasaları üzerine oturmuş bir hukuk sistemi de Kürt-Türk kardeşliği-eşitliğini sağlayamazdı. İki iki daha dört!
“Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen” bir Anayasa ve onun giriş bölümünde yazılı, “hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları” karşısına çıkamayacağı ilkesi Kürt varlığını tanımanın ve eşitliğin önünde engeldir. Bu temel üzerine Kürt Türk kardeşliği veya eşitliğini inşa edemezsiniz!
Onun da zamanı gelecek diyenleri duyar gibiyim! Birinci Tanzimatçılar da öyle diyorlardı.
Osmanlılar, 1839’da İslami inanç ve kültürünün çimentosunu oluşturduğu bir düşünce dünyası ile şekillenmiş yapısal bir sorunla karşı karşıya idiler. Şimdi de temelleri 1923’te atılmış Türkçü (İslam’a da bulaştırılmış) bir ideoloji ve kültür ile örülmüş eşitliğe direnen bir yapı ile karşı karşıyayız.
1923 ile kurulan hukuk sistemi her bakımdan Apartheid olarak adlandırılmayı hak ediyor. Yapısal sorunlar yapısal çözümleri şart koşar. Mustafa Kemal konusu burada önemli. Sevebilir veya nefret edebilirsiniz, duygularınız önemli değil. Önemli olan onun 1923’te temellerini attığı Apartheid rejimi ile Kürt-Türk eşitliğini sağlamanızın imkansız olduğunu görebilmenizdir.
Dış ilişkilerin zorunlu dayatması
1839 Birinci Tanzimat ve 2025 İkinci Tanzimat uluslararası ilişkilerin dayatmaları sonucu ortaya çıktılar. Her ikisinde de konu esas olarak devletin güvenliği ile ilgiliydi ve bölünme tehlikesine karşı alınmış tedbirler idiler.
1839 Birinci Tanzimat’ta, Yunanistan bağımsız bir devlet olmuş, Sırbistan otonomi kazanmış, Mısırlı Mehmet Ali Paşa Kütahya kapılarına dayanmıştı. İngiltere ve Fransa yardıma hazırdı ama önce reform istiyorlardı. 1856 Islahat Reformunda bu ‘dış dayatma’ daha açık ve bilinir bir hal alacaktı.
2025 İkinci Tanzimat da bölgesel gelişmelere verilmiş bir tepkidir. Süreci tetikleyen uluslararası düzeyde yaşananlardır. İran’ın gerilemesi ve yarattığı boşluk, İsrail’in bölgesel bir güç olmak için izlediği genişleme politikaları Türkiye’de ciddi bir güvenlik endişesi biçiminde tezahür etti. Özellikle güvenlik bürokrasisi, eğer Kürt varlığı tanınmazsa bölünme tehlikesinin doğacağına inandı. Haklı olarak, 1924 Anayasası (1981 onun devamıdır) üstüne oturmuş bir sistemle güvenlik endişelerini ve bölünme tehdidini ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını fark ettiler.
Eski yapı yetmiyorsa?
Güvenlik endişesinden kaynaklanan çözüm arayışları, Hıristiyan-Müslüman; Kürt-Türk eşitliğini tek çözüm olarak görmeye başlamıştı. II. Mahmut’a atfedilen “ben tebaamdan Müslümanları camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri havrada görmek isterim” sözleri, ibadet yerleri dışında kamusal alanda herkes eşittir anlamına geliyordu, en azından öyle yorumlandı.
2025’te de Bahçeli’nin, Türk vatandaşı tanımı yerine, “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir,” tanımı ve “ ‘her şeyden önce Türkiye’ ve ‘Herkes eşittir Türkiye’ anlayışı ile ‘millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye’nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye’ çağırıyoruz” ifadesi II. Mahmut’un sözleri ile aynı anlamda idi.
Bahçeli’nin, Türk-Kürt kardeşliğine dayalı “yeni bir milli kimlik” ve bunun gereği olan “siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan yeni atılımlar ve kapsamlı reformlarla milli birliğimiz daha da güçlendirilme” çağrısı II. Tanzimat Reformunun köşe taşlarıdır. Ve tüm bunlar yeni bir Anayasa’da ifadesini bulmalıydı.
Birinci Tanzimat niye başarılı olamadı?
Birinci Tanzimat Müslüman Hıristiyan eşitliğini sağlayamadı. 1856’ya kadar atılan taş ürkütülen kurbağaya değmemişti ve dişe dokunur pek bir reform yapılamamıştı. Hiçbir şey yapılmamış değildi, yapıldı, ama yapılanlar eşitlik doğrultusunda çok anlamlı şeyler değillerdi.
Ortada tıpkı şu son yıldaki açılım sürecinde kat edilen yola benzer bir durum vardı.
1854 Kırım Savaşı nedeniyle yeniden ‘yumurta kapıya dayandı’ ve gene aynı dış güçler, “yardımınıza geliriz ama reform şart” dediler. 1856 Islahat Reformu, Tanzimat’tan daha fazla dış güç dayatmasının ürünü oldu. Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşit Paşa bile hoşlanmadı bu baskıdan.
1856 Reformları da Hıristiyan Müslüman eşitliği doğrultusunda büyük yeniliklere yol açmadı. Sonra 1876 Anayasası geldi. Anayasa, Bosna Hersek, Bulgaristan krizleri nedeniyle İstanbul’da toplanan büyük devletlere karşı göstere göstere ilan edildi. Ve “Osmanlı vatandaşı” kavramı Anayasaya girdi. Tıpkı bugünkü, Türk vatandaşı mı Türkiye vatandaşı mı kavgası gibi.
Sonuç, ne 1839 Tanzimat, ne 1856 Islahat ve ne de 1876 Anayasası Hıristiyan Müslüman eşitliğini sağlamaya bir çözüm oldu.
Çarpıcı bir örnek şudur. Eğer vatandaş eşitliğini savunuyorsanız buna uygun bir usul kanununuz olmalı. Örneğin, Hıristiyan ve Müslüman şahitliklerinin mahkeme önünde eşit olduğunu belirtir hukuki bir düzenleme yapmanız şarttır.
Peki, Osmanlılar bunu ne zaman düzenlediler? 1879’da… Yani 1839’da Hıristiyan ve Müslümanların eşit olacağını ilan edenler, 40 yıl sonra bile hala hukuk düzeyinde eşitliği hayata geçirecek reformlardan çok uzaktılar.
Sonra Hıristiyanlara yönelik katliamlar geldi sonra da makus talih olan Osmanlı toprak kayıpları ve bölünmeler vb. Osmanlılar, en çok korktukları şeyi, bölünmeyi bizzat kendi izledikleri politikalarla kendileri hazırlamışlardı.
Şimdi ne olacak acaba? Bir tarafta Kürt-Türk kardeşliği diğer tarafta Suriye Kürtlerine savaş için ‘kılıcı kından çıkartmalar’ arasında gidip gelen Türk yöneticilerini, Birinci Tanzimat sonrası reform ve katliam ikilemi ile boğuşan Osmanlı yöneticileri ile kıyaslarsak çok mu hata ederiz acaba?
Büyük soru şu: 1839’da ilan edilen Hıristiyan Müslüman eşitliği niye gerçekleşmedi? Osmanlı yöneticileri ciddi idiler. Tebaanın eşitliğini sağlamadan bölünme ve parçalanmanın önüne geçemeyeceklerini biliyorlardı. 1839, 1856, 1876 girişimleri iş olsun, ‘dostlar alışverişte görsün’ girişimleri değildi. Ciddi adımlar idiler ama beceremediler? Niye?
Kürt-Türk eşitliği ve 1923 ile araya mesafe
Eğer, Hıristiyan Müslüman eşitliği niye sağlanamadı sorusuna cevap veremezseniz bugün Kürt açılımının ve Kürt-Türk eşitliğinin sağlanıp sağlanamayacağı sorusuna cevap veremezsiniz.
Düşünmeye başlamanın yolu, ‘oyun oynuyorlar’, ‘kandırıyorlar’ türü ucuz açıklamalardan uzak durmaktan geçer. İkinci Tanzimat’ı başlatanlar, Birinci Tanzimat’ı başlatanlar gibi çok ciddiler, bundan yana kuşkum yok.
Kuşbakışı bir bakışla, Türk Güvenlik Bürokrasisinin ‘gelen tehlikeden’ büyük endişe duyduğu ve sivil siyaseti bu doğrultuda tavır almaya ittiği çok açık gözleniyor. Peki ufukta başarı görünüyor mu?
Çok zor! Olamaz değil ama çok zor, çünkü bunun için düşünmek gerekiyor! Düşünmek ise Türkiye’de en az sevilen şey! Kurnazlığı akıllı olmakla karıştıran bir beynin düşüneme yeteneğine sahip olamayacağını bilmek gerekiyor.
Hıristiyan Müslüman eşitliğinin sağlanamamasının önünde iki büyük engel vardı! Siyasi irade zayıflığı ve bürokrasi içindeki direniş ama daha da önemlisi, eşitlik fikrinin Müslüman çoğunluk arasında fazla bir izinin olmaması! Müslüman çoğunluk, Hıristiyanlarla eşit olmak istemedi. Bunu hatta bir hakaret olarak telakki edenler, isyan edenler oldu. O yıllar Osmanlı vilayeti olan bugünkü Suriye ve Suudi Arabistan’da Hıristiyanlarla eşitliğe karşı isyanlar hala akıllardadır.
Sonuç: Birinci Tanzimat yöneticileri, İslami zihniyet dünyası ve onun ürünü yapı ile araya sağlıklı bir mesafe koymayı beceremediler.
İkinci Tanzimat girişiminde durum ne? Siyasi irade ve daha da önemlisi acaba Türk çoğunluk Kürtlerle eşit olma konusunda ne düşünüyor? Nasıl ki Birinci Tanzimat kendisi öncesi zihniyet dünyası ve hukuk sistemi ile araya sağlıklı mesafe koymayı beceremediyse, benzeri problem İkinci Tanzimat’ın da başına gelecek mi?
En büyük soru şu: İkinci Tanzimat, 1923’te eşitliğe karşı kurulan hukuki sistem ve onun çimentosu olan Atatürk milliyetçiliği ile araya sağlıklı bir mesafe koymayı başarabilecek mi?
Konuyu tartışacağım ama yazıyı, M. Kemal, ölümünden önce yazdığı son notla bitireyim. M. Kemal bu notunda, en büyük başarısının ne olduğunu bize şöyle anlatıyor. “Yeni hakikatlere göre artık insanlar baş ve iskelet ve yüz görünümlerine göre sınıflara ayrılmaktadır. Bu son tasnife göre Türk, dünyanın akılda, güzellikte, tenasüpte en mütekâmil mahlukudur. Bu hakikati milletime bildirmekle onların zaten orijinal olan enerjilerini kuvvetlendirmiş olduğumu sanıyorum. Ben bununla müftehirim [iftihar ediyorum]”.
Medyascope
BASıNDAN