Türkçe | Kurdî    yazarlar
Aydın Selcen: Her inandığını/düşündüğünü/söylediğini doğru sanan diplomasi

2025-02-09

Yurtdışı sefer dönüşlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçak mürettebatına, Dışişleri Bakanı Fidan’ın da belirli aralıklarla AA’ya—ve bazen kimi seçili mütebasbıs şahsiyetlere— verdiği söyleşiler, dış politikanın güncel durumuna ve yönelimine ilişkin ilk ağızdan yapılan açıklamalarla bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.

Eylem ve söylem, gerçekler ve düşler, erekler ve gerekler, alan ve salon, olgu ile algı arasında açık duran makası görmek hem ulusal güvenlik politikalarını ve dış politikayı yapanlar hem bunları eleştirenler veya yorumlayanlar bakımından zorunlu. Tabii, eğer amaç propaganda değil de, gerçekten uygulayışın ve kavrayışın içtenlikle iyileştirilmesi ise…

Erdoğan – Şara ortak basın toplantısının düşündürdükleri

Nitekim, Erdoğan ve Şara’nın ortak basın toplantısı bu yönlerden oldukça “absürt” bir performanstı. Zira, Erdoğan konuğundan duymak istediklerini, yahut belki içeride konuğunu dışarı çıkınca söylemeye ikna etmeye çabalayıp tam anlamıyla tatmin olamadığı konu başlıklarını, açıklamayı kendi üstlenmiş izlenimini verdi.

Bunun böyle olması, Suriye’de bu ülkenin tarihinde ilk kez Türkiye’ye neredeyse tümüyle olumlu yaklaşan bir yönetimin işbaşına gelmiş olması gerçeğinin önemini ikincilleştirmez. Ayrıca, tıpkı İsrail açısından olduğu gibi Türkiye bakımından da Suriye silahlı kuvvetlerinin kara, hava ve deniz unsurlarıyla yine neredeyse topyekûn yok olması da hayırlı bir gelişmedir.

Ancak bu durum, Şara yönetiminin henüz yolun başında olduğu hatta henüz ortada bir yolun olup olmadığının dahi bilinmediği gerçeğini saklamaz. İyi bir başlangıç yaptığı teslim edilmesi gereken Şara’nın, şimdilik pek kısıtlı olan siyasal ve coğrafi denetim alanını hiç sekteye uğramadan (adeta 12 günde İdlip’ten çıkıp Şam’a varır gibi) genişleterek ülke geneline yaymayı başaracağının güvencesi de verilemez.

Suriye’ye dair belirsizlikler

Bunlar tarihin sıfır anlarının, yani kuruluş dönemlerinin, bilinen ortak özellikleri ve dolayısıyla olağan dışı olgular değil. Şu anda, “Suriye diye bir ülke ve devlet var mı, Suriyeli var mı, varsa kim?” gibi temel sorulara yanıt aranıyor. Bu soruların yanıtlarının ne olacağı veya bu sorulara yanıt bulunup bulunamayacağı da bugünden bilinemez.

Esasen, “hurucundan” bu yana, kendi açıklamaları da Şara’nın bu yalın gerçeklerin son derece bilincinde olduğunu gösteriyor. Şara, deyim yerindeyse, yoğurdu üfleyerek yiyor. Buna karşılık,  Erdoğan ve Fidan ise Suriye’ye (ve Suriye’den çok önce 2003’te yola çıkmasına rağmen aynı ölçütlerde kat edebildiği yol olağanüstü petrol zenginliğine rağmen oldukça güdük kalan Irak’a da) sanki haritada ismi yazdığı ve sınırları çizili olduğu cihetle böyle bir kapasiteye gerçekten de sahipmiş gibi yaklaşıyor. 

Şara, iktidarını görülebilir bir gelecekte oturtmayı başarabilirse Hatay ve su konularını raftan indirir veya indirmeye mecbur bırakılır mı, bu da belli değil. Verili bilgi ise Suriye’nin Türk değil Arap olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna “Suriyeli kardeşlerimizin” herhangi bir katkısının olmadığı ve dış ilişkilerde ülkelerin yalnızca “kardeş” ve “düşman” diye iki sınıfa ayrılamayacağı.

Sözkonusu ortak basın toplantısından çok, Şara’nın The Economist’e verdiği söyleşi daha fazla ipucu barındırıyor. O söyleşide Şara, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını geçerli gördüğünü, SDG’nin özerklik veya federasyon gibi taleplerinin olmadığını, yöre halkının da SDG egemenliğinden yakındığını ve nihayet SDG’yle görüşmelerin sürdüğünü ancak pek iyimser olmadığını ifade ediyor. O arada, HTŞ’nin 60 araçlık bir konvoyla Afrin’i devraldığı veya Afrin’de bir devriye attığı haberini de not etmeli. 

Bakan Fidan’ın zihin dünyası

Dışişleri Bakanı Fidan’ın AA’ya verdiği söyleşi de bir bakıma onun zihin dünyası hakkında epey ipucu veriyor.

Fidan milliyetçilikle yurtseverliği, yerinden yönetim ile federasyonu, azınlıkçı/kimlikçi yaklaşımın yanlışlığıyla eşit yurttaşlık için hukuk devleti olmanın zorunluluğu gibi temel kavramları mugalata yaparak harmanlıyor. Karşısında oturanlar da soru sormayınca aynaya bakmak, kendini sorgulamak ihtiyacı hasıl olmuyor. 

Meydan nutku atar gibi düzenlenen ortak basın toplantıları, yahut aynı biçimde verilen söyleşiler üzerinden Suriye’de olacaklara ve Suriye-Türkiye ikili ilişkilerinin yakın gelecekteki seyrine ilişkin anlam çıkarmak korkarım olası değil.

Ek olarak, aralarında saydığım sevdiğim arkadaşlarım da olan gayet aklı başında okumuş yazmış bazı değerli üstatların Fidan’da bir bilgelik ve uzgörü pınarı gören ve adı “süreç” olmayan “süreci” Erdoğan’ın barış ve çözümle sonuçlandırarak Türkiye’ye demokrasi getireceğini uman bir “kamaşma” durumu var ki o patolojiye tanı koymaksa doğrusu benim kendi kıt aklımı kat be kat aşıyor.

Medyascope

BASINDAN