2.11.2023
NAMAN BAKAÇ
Türkiye Cumhuriyeti 100’üncü yaşına erişmekle, ikinci yüzyıla da adım atmış bulunmaktadır. Cumhuriyet’in birinci yüzyılının; siyasal, sosyal, kültürel, dinsel, etnik, hukuki, idari, iktisadi ve dış politika gibi parametreler açısından kazanımlar-kayıplar ya da başarı-başarısızlık ekseninde bir tür geçmişin muhasebesine tabi tutulması gerekmektedir. Bu gereklilik tarihsel bir sorumluluk olduğu kadar, geleceğe de, yani ikinci yüzyıla da bir projeksiyon tutmaya yol açacaktır.
Perspektif, hem birinci yüzyılın muhasebesini yapmak hem de ikinci yüzyıla projeksiyon tutmak için Cumhuriyet’ten bugüne değin süregelen yapısal ve aktüel sorunları analiz etme amacını taşıyan yazı, röportaj ve dosyaları bir süredir okurlarına sunmaya çalışmaktadır. Bu yapısal sorunların başında da onlarca yıldır sistemi, devleti, toplumu ve bireyi meşgul eden Kürt sorunu gelmektedir.
Bu kritik ve kronik sorunun fotoğrafını ortaya çıkarmak için, Kürt sorununun dünü, bugünü ve yarınını odağına alan tek soruluk bu soruşturma dosyasına; New York Şehir Üniversitesi’nden öğretim üyesi, sosyolog Mücahit Bilici, Barış Vakfı Kurucusu ve PolitikYol.com yazarı Hakan Tahmaz, Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu’ndan Prof. Dr. Hamit Bozarslan ve Karar gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu görüşleriyle katkıda bulundu.
“KÜRTLERİN MEVCUT CUMHURİYET’İ KENDİLERİNE AİT KILMALARI, YA AYRI BİR DEVLET OLMAK YA DA MEVCUT DEVLETİ KÜRTLERİN (DE) DEVLETİ YAPMAKLA MÜMKÜN”
mücahit bilici
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Kürt sorununun dünden bugüne geldiği noktaya dair nasıl bir fotoğraf çıkarıyorsunuz? Kürt sorununun; aktörler, kimlik, süreç, terör, şiddet, atılan çözüm adımları, kazanımlar-kayıplar, vatandaşlık, kültürel haklar, bölgesel ve Ortadoğu’daki jeopolitik düzene etkileri gibi birçok parametre açısından bir panoramasını çizmek gerekirse, sizin pencerenizden nasıl bir fotoğraf beliriyor?
100’üncü yılında Türkiye’de Cumhuriyet Kürtler açısından ne anlama geliyor? Kürtlerin cumhuriyeti ya gasp edilmiş veya onlara ait kılınamamış bir cumhuriyettir. Kürtlerin kurucusu oldukları halde dışına itildikleri Cumhuriyet’te uyanıp devleti kendilerine ait kılmaları gerekiyor. Kürtlerin uyanışı sürüyor. Cumhuriyet’in, bu devir teslim törenine ne kadar hazırlıklı olduğu da tartışma konusu.
Kürtlerin mevcut Cumhuriyet’i kendilerine ait kılmaları iki şekilde mümkün: Ayrı bir devlet olmak ya da mevcut devleti Kürtlerin (de) devleti yapmak. Bunlardan ilkini Kürt milliyetçileri meşru ve genel geçer bir şablona ittibaen talep ediyorlar. Ancak bunun ne kadar Kürtlerin yararına olabileceği sorusunu sormak için gerekli soğukkanlılık ve yeniden içtihad yapabilme olgunluğuna sahip görünmüyorlar. Ayrı bir devlet sahibi olmak dışındaki opsiyon ise Kürtlerin mevcut devletin sahibi haline gelmeleridir. Bu Kürtler açısından müzakere edilemeyecek kadar mutlak bir talep halini almalıdır. Zira devletsizlik sahiplenilmemek değil, sahip olamamaktır.
Devletsizlik kabul edilemez bir haysiyet kaybıdır. Kürtlerin devletlenme lüzumu Türkiye’de Cumhuriyet’in üçüncü büyük dönüşümü olarak kendini hissettirecektir. İlk dalga cumhuru temsil eden laiklerin cumhuriyeti yerini ikinci dalga olarak cumhuru temsil eden dindarların cumhuriyetine bıraktı. Şimdi sıra üçüncü dalga, cumhuru temsil eden Kürtlerin cumhuriyetinin doğmasına geldi.
KÜRTLEŞMEK, BUGÜN TURKİYE’DE DEVLETİN DEMOKRASİ İDDİASININ TURNUSOLUDUR
Peki, Türkiye’de bir Kürt cumhuriyeti nasıl doğacak? Bu hedef, yurttaşlığın devlete tebaiyet olarak anlaşıldığı günümüz Türkiye’sinde eşit yurttaş muamelesi ile temin edilebilecek bir hedef değildir. En iyimser bakışla buna yakın bir çizgi tutturmaya çalıştıklarını varsayabileceğimiz Öcalan, PKK ve HDP çizgisi bu açıdan iki noktada hata etmektedir: Evvela, Kürtleri kurtarmak için Türkleri ve bütün dünyayı kurtarmak iddiasındaki devrimci-totalist amaç, kurtuluş yükünü katmerlendirerek imkânsızlaştırmaktadır. Esasen PKK ideolojisi Kürtleri Kürt olarak kurtarabilmek yükü karşısındaki çaresizliğini, onları Kürt olmaktan kurtarmaya yönelerek aşmaya çalışmaktadır. Kürtlerin Kürt olabilme hak ve lüzumundan kurtulması için Türklerin de Türk olmaktan düşürülmeleri gerekiyor. Aynı çaresizlik, fazilet gibi sunulan devlet fikrine karşıtlıkta da görülüyor. Bu anti-etnik ütopyanın ne Kürtlere ne de Türklere bir teselli sunması beklenebilir. Zaten Türkler açısından gülünç olan bu talep, Kürtler açısından da sadece trajedi doğurmuştur.
İkinci sebep ise ‘egemenlik’ kavramını ihmal ederek aşağıdan yapılan bu ‘yurttaşlık talebinin’ en fazla ve her zaman, en iyi ifadesiyle “dilekçecilik,” daha çıplak ifadesiyle ebedi bir “dilencilik” olarak kalacak olmasıdır. Bana göre ise Kürtlerin zaten sureten sahip oldukları “eşit yurttaşlığı” değil, “egemenliğe ortaklığı” talep etmeleri gerekiyor. Kanaatimce 100’üncü yılında Cumhuriyet’in en büyük meydan okuması ve dönüşüm zarureti budur: Türkiye’de devletin Kürtleşmesi ve Kürtlere biat etmesi. Kürtleşmek, bugün Türkiye’de devletin demokrasi iddiasının turnusoludur. Ortadoğu’da süren Kürt uyanışının bir Türk-Kürt kapışmasına evrilmesini önlemenin ve daha da önemlisi hem Kürtlerin hem de Türklerin eşit ve egemen bir şekilde dayanışmak suretiyle huzurlarını, güçlerini, güvenliklerini (ve hatta coğrafyalarını) büyütmelerinin en makul yolu Türkiye’nin bir Kürt devleti olarak yeniden doğmasıdır.
“TÜRKİYE İKİNCİ YÜZYILA, YANLIŞ TEMELLERDE KURULAN YANLIŞ CUMHURİYETİN YÜKÜYLE GİRİYOR”
hakan Tahmaz
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Kürt sorununun dünden bugüne geldiği noktaya dair nasıl bir fotoğraf çıkarıyorsunuz? Kürt sorununun; aktörler, kimlik, süreç, terör, şiddet, atılan çözüm adımları, kazanımlar-kayıplar, vatandaşlık, kültürel haklar, bölgesel ve Ortadoğu’daki jeopolitik düzene etkileri gibi birçok parametre açısından bir panoramasını çizmek gerekirse, sizin pencerenizden nasıl bir fotoğraf beliriyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk yüzyılını geride bıraktığımız bugünlerde, ikinci yüzyılda daha müreffeh, daha özgür ve çağının ruhunu omuzlamış bir Türkiye için, ilk yüzyılın geçmiş muhasebesini yapmak, bakiyeyi belirlemek elzem bir iş olsa gerek. Türkiye’nin çok dilli, çok inançlı, çok kimlikli, çok kültürlü toplumsal ve siyasal yapısını sağlamlaştırmanın ve geliştirmenin ilk adımı bu olmak zorundadır. Ancak bundan oldukça uzağız.
Ülkemizin akademisinin, siyasetinin, sivil toplumunun gerçeklerle yüzleşmek gibi bir alışkanlığı gelişkin değil. Yanlışlara, sorunlara ve hatalara bahane üretmekte, üstünü örtmekte veya dış etken bulmakta maharetliyizdir. Bu, belki biraz da “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözüyle dile getirilen Türk siyasetinin, kurumlarının ve yönetici elitlerinin tarihsel özgüven eksikliğinden besleniyor olabilir.
Bunun çok bariz bir örneğini bugünlerde yaşıyoruz. Çözüm Süreci’nin bitirilmesi ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin sürüklendiği çoklu krizi aşma yoluna girmesinin en önemli fırsatı 2023 Mayıs seçimlerinde kaçırıldı. Bunun sorumlusu olan tüm muhalefet partileri, sahici ve bütüncül bir seçim yenilgisi muhasebesi yapma vizyonundan uzak, çok çeşitli pratikler sergiliyorlar. Her biri sorunu kendi dışında arıyor, aynayı kendine tutmaktan ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçınıyor. Bu, yeni ortaya çıkmış bir sorun değil, Cumhuriyet’in kuruluş paradigmasının yansımaları veya bugüne taşınan düşünme tarzları.
Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk ve mücadele arkadaşları tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek muhasebesi yapılarak inşa edilmedi. Bu toprakların siyasal, kültürel, inançsal ve etnik çoğulculuğu yok edilmek suretiyle ulus devlet inşa edilirken, İttihat ve Terakkicilerin izlerinden yüründü. İttihatçıların bildik yöntemleri, hemen hemen her sorunda, her alanda yeni biçimler altında uygulandı. 100 yıldır da sıkışıldığında her zaman bu uygulanıyor. Osmanlı mirasını ‘kutsayan ve araçsallaştıran’ tutumlarla güç devşiriliyor.
TÜRKİYE’NİN KÜRT SORUNU, TÜRKİYE’DE KÜRTLERLE EŞİT VE ADİL NASIL YAŞANACAĞI SORUNUNA DÖNÜŞTÜ
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi bir anlamda etnik, kültürel, inançsal olarak farklı olanların yok edilmeye karşı direnişlerinin, karşı koyuşlarının tarihi. Bunlardan biri de inkâr ve imha siyasetine direnen Kürtlerin tarihi. İmparatorluğun tebaasının yerini Cumhuriyet döneminde “tek millet, tek vatan” aldı.
2000’li yılların başlarında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş müzakerelerinin başlaması, bölgesel gelişmeler ve AK Parti’nin iktidar oluşu sonucu; Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde, Kürtler başta olmak üzere ötekileştirdikleriyle, yüzleşme, barışma ve demokratik cumhuriyet olma vasfına ulaşması bakımından fazlasıyla sorunlu olsa da bir dizi fırsat çıktı. Bir dizi kısmi ama önemli gelişmeler yaşandı, son 7 yıla kadar.
Kürtleri inkâr dönemi, büyük ölçüde Kürtlerin çeşitli biçimdeki direniş ve mücadelelerinin de etkisiyle sona erdi. Tek millet ve ulus paradigması tarih oldu. Türkiye’nin Kürt sorunu, Türkiye’de Kürtlerle eşit, adil nasıl yaşanacağı sorununa dönüştü.
AK Parti iktidarı öncesi “Kürt sorununu halletmek” için asker, polis ve güvenlik bürokrasisi, her daim bütün heybetiyle sahadaydı. Yeni dönemde ise çeşitli biçimler altında ve yöntemlerle siyaset sahasında yerini aldı. Doğal olarak sorunun çözümü için olanak ve fırsatlar çoğalmaya başladı.
2013-2015 ÇÖZÜM SÜRECİ, AK PARTİ’NİN KÜRT SİYASETİYLE İLK DİYALOĞU VE BARIŞ ARAYIŞI İDİ
Oslo görüşmesi, “Demokratik açılım”, “Kürt açılımı”, “Milli Birlik Beraberlik Projesi” ve en fazla çözüme doğru ilerlenen 2013-2015 Çözüm Süreci bunların en fazla bilinenleri ve kamuoyuna mal olanları. Bu dönemde AK Parti, Kürt siyasetiyle ilk diyaloğu kurdu, barış arayışı gelişti. Türkiye’de 2013-2015 Çözüm Süreci’nde ilk kez çift taraflı ateşkes yaşandı. Kürtler yüzünü Ankara’ya döndü, demokratikleşmeyi engelleyen en büyük pranganın kırılacağına dair umut ilk kez toplumda güçlü bir şekilde belirdi. Tarihimizin en yaygın sorunuyla yüzleşme zeminleri ortaya çıktı.
Ama Ekim 2014’teki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları ile Çözüm Süreci bitirildi. 28 Şubat 2015 Dolmabahçe açıklaması sırasında aslında ortada Çözüm Süreci kalmamıştı. Açıklama, Abdullah Öcalan’ın süreci kurtarmak için son hamlesiydi.
Çözüm Süreci’nin başarısızlıkla sonuçlanmasını etkileyen birçok faktör vardı. Ama sürecin bitirilmesine esas olarak, Kürt sorununu devletin ve Türk siyasetinin doğru biçimde idrak edememiş olması yol açtı. Devletin temel paradigması değişmedi. Kürtlerin varlığı kabul edildi, ama en temel doğal haklarını kullanmalarından korkan devlet ve siyaset aklı, değişimi göze alamadı.
Kürt anaakım siyaseti de çözüme/barışa tam hazır olmadı. Tarafların çözümün yolharitasında ve hedeflerinde birbirlerine yaklaşmaları, ortaklaşmaları fazlasıyla zora girdi. Çözüm Süreci’nin yanlış mimarisi, yasal ve kurumsal çerçevesinin, güvencesinin iki yıl boyunca netleştirilmemesi, kuralsız yönetilmesi, yasamanın ve sivil toplumun büyük ölçüde devre dışı bırakılması barış arayışının kolayca sonlandırılmasına yol açtı.
CUMHURİYET’İN İKİNCİ YÜZYILINA GİRERKEN, 1923 RUHUNU ÇAĞIRMA SEANSLARI ANCAK SORUNLARIN DALLANIP BUDAKLANMASINA NEDEN OLABİLİR
Sonrasında Türk siyaseti ve devleti, Cumhuriyet’in kurucu felsefesi ekseninde, Türklüğü yeniden ihya etme, “yeni Kürt kimliği ve toplumu “inşa etme siyasetini hayata geçirdi. Hâlâ da “Devletine rıza göstermeyen Kürt’e” hayatı zindan etmekle meşgul. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, 1923 ruhunu çağırma seansları düzenlemek, ancak sorunların dallanıp budaklanmasına neden olabilir.
Türkiye ikinci yüzyıla, yanlış temellerde kurulan yanlış cumhuriyetin yüküyle giriyor. Yük sadece Türk siyasetinin, toplumunun ve devletinin sırtında değil artık. Kürt siyasetinin, Kürt toplumunun ve Kürt silahlı güçlerinin de sırtında.
Batı’nın, Filistin’de işgalci İsrail’i insancıl hukuku, sözleşmeleri ayaklar altına alarak kollayan, kışkırtan, destekleyen, evrensel değerlerden uzaklaşan politikaları, bölge ülkelerindeki statükoyu koruma yaklaşımı, Türkiye’nin Kürt karşıtı politikalar izlemesinde elini rahatlatıyor, işini kolaylaştırıyor. Ama bu durum, 100 yıllık Türk devlet ve siyaset aklının, Türkiye toplumunun ayağında pranga işlevi gördüğü gerçeğini değiştirmiyor.
Aynı biçimde Kürt siyasetinin, Kürtlerin öncelikli taleplerine, siyasete müdahale etme yöntemlerine, siyasetle ilişkilerine, kısacası “varoluşlarındaki” radikal değişimleri gösteren saha araştırmaları ve gözlemlerine sırt dönerek, eski talep, tarz ve yöntemlerle Türk siyasetini ve toplumunu etkileme, kendi toplumunu dönüştürme kapasitesi oldukça azalmıştır. Artık demokratik Kürt siyaseti ile anaakım Kürt siyasetinin ilişkisi eskisi gibi sürdürülemez, köktenci bir değişim kaçınılmaz. Silahın miadını doldurduğu kabul edilmelidir. Yürünecek biricik yol demokratik siyaseti güçlendirmek, önünü açmaktır.
“IRAK, SURİYE, TÜRKİYE VE İRAN; KÜRTLÜĞÜ BİR İÇ YA DA DIŞ DÜŞMAN TEHDİDİ OLARAK GÖRMEKTE VE ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞMAKTA”
Türklerin Demokrat Bir Partiye İhtiyacı Var
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Kürt sorununun dünden bugüne geldiği noktaya dair nasıl bir fotoğraf çıkarıyorsunuz? Kürt sorununun; aktörler, kimlik, süreç, terör, şiddet, atılan çözüm adımları, kazanımlar-kayıplar, vatandaşlık, kültürel haklar, bölgesel ve Ortadoğu’daki jeopolitik düzene etkileri gibi birçok parametre açısından bir panoramasını çizmek gerekirse, sizin pencerenizden nasıl bir fotoğraf beliriyor?
Sorunuz neredeyse ansiklopedik bir niteliğe sahip. O nedenle sadece iki noktaya değinmekle yetineceğim.
Birincisi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan devletlerin kriziyle ilgili. Radikal milliyetçi, sosyal-Darwinist ideolojilere sahip olan rejimler toplumlarına muhteşem bir gelecek vadettiler, ama 100 yıllık tarihlerinde krizlerden çıkamadılar. Bugün Irak ve Suriye’de sadece devletler değil, aynı zamanda toplumlar da çökmekte. İran ve Türkiye’de ise varılan nokta, rejimlerin kleptokratik ve paramiliter yapılara dönüşmesi, ekonomik, sosyal ve kültürel bunalımlarla sarsılması.
İkinci nokta ise, her dört rejimin de Kürtlüğü bir iç ya da dış düşman, hatta hâkim millete karşı biyolojik bir tehdit olarak görmesi ve ortadan kaldırmaya çalışması. Bu yüzyılda uygulanan ve Dersim ya da Enfal katliamları döneminde soykırım boyutuna varan baskılar, yaralı, bölünmüş bir Kürtlük yarattı, ama bu Kürtlük aynı zamanda direnmeye, kendisini yenilemeye ve fragmente yapısına ve iç çelişkilerine rağmen çoğullaşmaya devam etti. Bugün, Kürt sorunu her dört ülkenin de en önemli sorunu ve Ortadoğu’nun en önemli sorunlarından birini oluşturmakta.
Bu sorunun demokratik çözümü, sadece Irak, Suriye, İran ve Türkiye toplumlarının özgürleşmesini değil, aynı zamanda Kürtlüğün sınıraşırı barışçıl bir çok-kültürlülüğün aktörü olmasını da sağlayacaktır.
“KÜRTLERİN, TÜRK ULUS-DEVLET VE TÜRKLEŞTİRME HAMLELERİNE DİRENMELERİ, CUMHURİYET HİK YESİNİN EN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİNDEN VE SONUÇLARINDAN BİRİSİ”
Peker’in Siyasal Figüre Dönmesi Türkiye İçin Çok Vahim
Ali Bayramoğlu
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Kürt sorununun dünden bugüne geldiği noktaya dair nasıl bir fotoğraf çıkarıyorsunuz? Kürt sorununun; aktörler, kimlik, süreç, terör, şiddet, atılan çözüm adımları, kazanımlar-kayıplar, vatandaşlık, kültürel haklar, bölgesel ve Ortadoğu’daki jeopolitik düzene etkileri gibi birçok parametre açısından bir panoramasını çizmek gerekirse, sizin pencerenizden nasıl bir fotoğraf beliriyor?
100’üncü yıl itibarıyla Cumhuriyet ve Kürt meselesi konusunda belirtilmesi gereken ilk husus, Cumhuriyet projesinin kendi iddiaları açısından Kürt meselesinde başarısız olduğudur. Öncesiyle birlikte Kemalist dönem, esas olarak kültürel ve etnik kimliğinden arındırılmış, standardize edilmiş bir birey fikri etrafında, ulus kurgulama ve bir ulus-devlet inşa etme girişimiyse; bu, birçok bakımdan kendi hedefleri doğrultusunda başarılı olmuştur.
Kemal Karpat’ın çalışmaları bize Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Kürtleri de eklersek nüfusun yüzde 50’sinin anadili Türkçe olmayan gruplardan meydana geldiğini söyler. Nitekim bu zeminde Cumhuriyet’in de asli politika ve hedeflerinden biri, standart birey modelinin ana kategorisi olarak Türkleştirme olmuştur. Sonuç olarak, ehlileştirilmiş hâkim mezhep ve dini aidiyet de ana yapıştırıcı olarak kullanılmış, Balkan ve Kafkas göçmenleri, Çerkesler, Çeçenler, Boşnaklar, Pomaklar ve Araplar Türkleştirilmiştir. Bunun başarılamadığı tek alan Cumhuriyet bakımından ve Cumhuriyet hesabına Kürtlere ilişkindir.
Cumhuriyet’in Kürt meselesi de, bu çerçevede ortaya çıkar. Kürtlerin “kendi haslığını ve alanını” korumak üzere, Osmanlı’dan bugüne isyanlar da içeren talepler, bunun şekilleri ve evreleriyle, devletin buna karşı baskı araçları ve politikalarıyla karakterize olur. Kürtlerin Türk ulus-devlet ve Türkleştirme hamlelerine kültürel ve siyasi anlamda direnmeleri, Cumhuriyet hikâyesinin de önemli özelliklerinden ve sonuçlarından birisi.
Kürt meselesinin Cumhuriyet tarihi boyunca seyri iki önemli hususa endeksli. İlki, iç dinamiklerdir. Kürt sorunu bakımından iç dinamikleri, Türkiye’deki rejimin niteliği ile Kürtlerin mücadelesi/mücadele biçimi oluşturur. Millî mücadele, Takrir-i Sükûn dönemi, tedip ve tenkil harekâtları, iskân politikaları, darbeler, 70’lerde sol hareketin yükselişi devletin Kürt politikasını belirlemek kadar, Kürt hareketinin imkân, araç ve iddialarını da etkilemiştir.
İkinci husus dış dinamiklerdir ve üç zaman dilimine yayılırlar. Birinci Dünya Savaşı sonunda Kürtlerin farklı Ortadoğu ülkelerine dağılmaları, siyasi girişimlerinin ve siyasi varlıklarının bu ülkeler ittifakıyla baskı altında tutulması birçok bakımdan iç dinamikleri de şekillendiren belirleyici ilk evre olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitişi, Berlin Duvarı’nın yıkılması, global liberalleşme dönemi olan ikinci evre ise kültürel kımıldamaların, kimi siyasi hareketlerin önünü açmıştır. Ulus-devletin Ortadoğu’da örselendiği son dönemde, 2000’lerde, Kürtlerin siyasi alanı genişlemiş, siyasi aktör olarak alan denetimleri artmıştır. Bu unsurlar eşliğinde Kürt hareketleri, mücadelenin sertliği, bulduğu dış destek, kazandığı alan, bunlar karşısında devletin ve hükümetin reform ihtiyaçlarını belirlemiştir. 2005’ten sonra kültürel haklarda yaşanan olumlu değişim, kalıcı olumlu girdileri olan, ilk müzakerelere işaret eden Oslo ve Barış süreci bunun örnekleridir.
Bunun yanında bu son dönemde dünyada ve Türkiye’de esen kuvvetli otoriter rüzgâr, Suriye’de ortaya çıkan yeni siyasi alana devletin verdiği tepkiler, örgütün bu yeni girdi üzerinden barış sürecinin bitmesine katkısı, devletin şiddet/baskı dalgaları bu olumlu ucun karşı kutbunu da oluşturdu. Tüm bu yönler, birlikte yaşamaya, sistemi birlikte etkilemeye devam ettiler ve ediyorlar.
Kürtler ve Kürt hareketi bakımından bugün gelinen nokta, 100 yıllık yapısal bilanço bakımından önemlidir. Bu yapısal bilançonun ilk unsuru, Kürt sorununun geri dönüşsüz biçimde toplumsallaşmasıdır. Kürt meselesi, Kürtler bakımından toplum-siyaset ilişkilerinin asli unsuru haline gelmiştir; siyasi eğilimleri ve tavırları ne olursa olsun Kürt meselesi üzerinden bir toplumsallaşma söz konusudur. Bu, güç dengelerinden bağımsız, önemli bir gelişmedir.
TÜRK SİYASAL ÖYKÜSÜ AÇISINDAN KÜRT SORUNU, SİSTEMİN ÖNÜNÜ AÇMA ARAÇLARINA SAHİP OLDUĞU KADAR SİSTEMİ BLOKE ETME GÜCÜNE DE SAHİPTİR
İkinci husus, Kürtlerin ve Kürt hareketinin yaşadığı siyasi nitelikli kurumsallaşmadır. Önce fikri iddiayla başlayan, sonra silahlı mücadeleyle, ardından adım adım sivil toplum örgütleriyle, siyasi partileriyle gelen siyasi dalgalar, sonuç olarak ortaya bir siyasi alan çıkarmıştır. Topluma ve sisteme açık bir Kürt siyasi alanının oluşumu Cumhuriyetin 100’üncü yılı itibarıyla önemli bir durumdur. Bunun bir ayağının, yerel ve parlamenter temsil ile kapısı açılan kısmi bir entegrasyon olduğunu söylemek gerekir. Kısmi entegrasyon, Kürt hareketinin Türk siyasal sisteminin dönüşümüyle ilgili talepler, iddialar ve önerilere sahip olması, sistemin bir parçası olmayı talep etmesi demektir. Bağımsız bir Kürdistan idealinden demokratik bir cumhuriyet arayışına doğru ilerlemeyi içeren bir süreçtir bu.
Üçüncü husus, Kürt sorunu merkezli bir seçmen sosyolojisi tablosunun oluşmasıdır. Bu da adım adım gelinen tersinmez bir noktadır. Bugün Türkiye’nin kimi bölümlerinde Kürt kimliği, Kürtler bakımından seçmen davranışının yegâne unsurudur. Kürt partilerinin yüzde 8 ila 14 arasında değişen oy oranları, Kürtlerin siyasal istikameti, genel seçimleri belirleme gücüne işaret etmektedir. Kürt sorununun gelmiş olduğu toplumsallaşma, kurumsallaşma, ayrışma ve kısmi entegrasyon öyküsü üzerinden, bugün gördüğü kötü muameleye rağmen Kürt hareketi Türk siyasal sisteminin ana raylarını, ana güzergâhını belirleyecek bir güç haline gelmiştir. Toplum ve siyasetteki genel dengelere göre, bu belirleme gücü, sistemi açmak ile bloke etmek arasındaki bir sarkaç hareketine tabidir. Başka bir deyişle Türk siyasal öyküsü açısından Kürt sorunu, sistemi yönlendirme, etkileme, sistemin önünü açma araçlarına sahip olduğu kadar sistemi bloke etme gücüne de sahiptir. Bu da 100’üncü yıl itibarıyla Kürt meselesinin siyasal ağırlık ve önemini gösterir.
ŞU ANDA GELİNEN NOKTADA ORTADOĞU’DA KÜRT SİYASİ ALANI, PARÇALI BİR ALAN
Son bir husus, az önce altını çizdiğim gelişmelerin de etkisiyle ve Kürt hareketi içinde şiddet ve siyasi temsil arasındaki karmaşık ilişkilere rağmen, siyasi alanın şiddet karşısında genişlemesi ve güçlenmesi eğilimidir. Bu eğilim Kürt kesimlerinde toplumsal istikametle uyumlu görünmektedir.
Ne var ki son seçim sonuçları gelecekle ilgili kimi sorular sordurdu, yukarıda altı çizilen kazanımların gücünü sorgulattı. Örneğin, Kürt sorunu biraz önce söylediğim sistemi yönlendirme ve etkileme gücünü kaybediyor mu? sorusu kritiktir. Yerleşik sağ ve sol siyasi partilerin, hâkim milliyetçi ve popülist dalganın da etkisiyle Kürt temsilini dışlama konusunda birbirlerine yakın durmaları çok açık bir eğilim. Bu tablo, HEDEP’in veya benzerinin zaten azalmakta olan oransal oy gücünün marjinalleştirilmesi, oradan geleceği varsayılan tehlikenin tecrit yoluyla bertaraf edilmesi anlamına gelebilir. Bu eğilim, iktidarın asayiş politikalarıyla örneğin, kayyım uygulamasının sürdürülmesi ile birleşirse, HEDEP’i kendi başına olmaya, içine kapanmaya ve Kürdi bir alana itebilir. Buna benzer bir tablo Irak ve Rojava’da da oluşabilir. Türkiye, KDP, Esad ve Araplarla ittifak içinde demografik değişim politikalarıyla PKK’nın alanını daraltır ve onu bölgede yalnızlaştırabilir. İçeride ve dışarıda yalnızlaşma ihtimali ise Kürt hareketini siyasi yoldan uzaklaştırıp, Kürdi ve şiddet merkezli bir tutuma mahkûm edebilir. Türk devleti ve siyasi iktidarın bu sularda dolaştığını sanıyorum. Kürt hareketi buna nasıl cevap verecek? Gidişatla ilgili kestirimde bulunmak için önemli olan bu sorunun yanıtıdır.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE TEK ÇIKIŞ YOLU, KÜRTLER VE KÜRT MESELESİ İÇİN, ORTADOĞU’DA BÜYÜK BİR UZLAŞMANIN OLMASIDIR
Şu anda gelinen noktada Ortadoğu’da Kürt siyasi alanı parçalı bir alan. Örneğin, KDP ile PKK’nın ilişkileri nasıl gelişecek? Çatışma mı yoksa uyum istikametinde mi? Bu sorular karşımızda önemli kilitler olarak duruyor. Genel olarak baktığımız zaman Ortadoğu, tarihin akışı içinde Kürtlere bir dönem çok umut veren bir istikamette ilerlerken, bugün sular durulmuş ve bu umut bir miktar bloke olmuş durumda. Bu blokaj son yaşanan çatışmalarla da ortada zaten. Türk sisteminin Ortadoğu’da eskiye oranla çok daha müdahil olduğunu görüyoruz.
Bölgede bir Kürt alanının oluşmasına çok sert müdahale edeceğine dair ipuçları ortada. Dolayısıyla önümüzdeki dönemdeki tek çıkış yolu, Kürtler için ve Kürt meselesi için, Ortadoğu’da büyük bir uzlaşmanın olmasıdır. Suriye’de Amerika Birleşik Devletleri’nin, Rusya, İran ve Türkiye’nin dâhil olacağı bir uzlaşmada Kürtler kendilerine yeni bir alan bulabilirler. Aksi takdirde Kürt hareketine, silahlı mücadelede kalmaya itilecek bir istikamet çiziliyor. Kürt hareketi, uluslararası alanda ve Türkiye’de politik alanda yol alabilecek mi yoksa silaha mecbur mu edilecek sorusu ana paradoksu oluşturmaya devam eder.
PERSPEKTİF
- Barış Vakfı'ndan 'Kürt Sorunu İçin Bütünlükçü Barış Yöntemi' raporu
- İsrail’e ticaret devam ediyor…
- Sokakta çalıştırılan çocuk sayısı 50 bine dayandı
- 8 bin 521 tutuklunun tahliyesi engellendi
- Tutuklanan Ahmet Özer'in adı İmralı tutanaklarında nasıl geçiyor?
- Ahmet Özer: Kayyım için altyapı oluşturulmuştur
- PSK 50. Yılı İstanbul’da Coşkuyla Kutlandı
- Çanakkale'de Kürt düğününe ırkçı saldırı
- Gece kulübünde akılalmaz parti: Kafese kadın koyup parayla kırbaçlatmışlar
- İzmir’de PSK’nin 50. Kuruluş Yıldönümü Kutlandı