Türkçe | Kurdî    yazarlar
Eski “Akil İnsanlar”ın gözünden yeni süreç (5)

2025-01-10

Cumhurbaşkanı danışmanı Ayhan Ogan: “Çalışmalar devletimizin güvenlik refleksine dayanmakta”

Göksel Göksu

Akil İnsanlar heyetinde Doğu Anadolu Grubu’nun sekreterliğini yürütmüş olan Ayhan Ogan, halen Cumhurbaşkanı danışmanı. 2010’da sivil toplum çalışmalarına ağırlık veren Ogan, 2008’de Ortak Akıl Hareketi‘ni kurdu. 2006 – 2012 yılları arasında Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Genel Sekreterliği görevini yürüten Ogan aynı zamanda Sivil Dayanışma Platformu’nun da başkanı. Ayhan Ogan 2011 yılında Yeni Anayasa Platformu‘nu kurarak anayasa, demokratikleşme ve uluslararası ilişkiler konularında saha çalışmaları gerçekleştirdi.

“11 yıllık zaman zarfını ‘dünden-bugüne’ indirgemek sorunlu bir yaklaşım”

2013’te MHP, AKP’nin başlattığı çözüm süreci için “ihanet” nitelemesi yapıyordu, bugünse sürecin kapısını aralayan bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Görüşmenin içeriği tam olarak açıklanmadı ama adı konulmayan -ve en azından- müzakere süreci denilebilecek bir süreç de başladı. Bu süreçten beklentiniz nedir?

2013-2024 yılları arasında yaşanan olayları ve gelişmeleri görmezden gelerek 11 yıllık zaman zarfını “dünden-bugüne” indirgemek sorunlu bir yaklaşımdır. Bu sorunun temelinde, siyasetin doğasını ve zaman içerisindeki değişim kapasitesini görmezden gelmek yatmaktadır. 2013’teki çözüm süreci, farklı toplumsal ve siyasi dinamiklerin bir ürünüydü. Bugün ise Türkiye, daha güçlü bir devlet kapasitesine ve çok daha geniş bir stratejik perspektife sahiptir. Siyaset, hem iç hem de dış koşullara bağlı olarak sürekli bir dönüşüm içindedir. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası konumunun güçlendiği, devletimizin güvenlik kapasitesinin en üst seviyeye ulaştığı bir dönemi yaşıyoruz.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi, yalnızca demokrasiye karşı değil aynı zamanda milletimizin birlik ve beraberliğine yönelik bir saldırıydı. Bu saldırı, Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemin ilk ve en önemli dinamiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiştir. Bu sistem, hızlı karar alma mekanizmalarıyla, devleti dış ve iç tehditlere karşı daha etkin bir şekilde konumlandırmıştır. Cumhur İttifakı, 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin geleceği için bir milli mutabakat zemininde buluşarak siyaset etme kararlılığını göstermiştir. Bu ortaklık, devletimizin güvenlik kapasitesinin en üst seviyeye çıkarılmasını, milli iradenin güçlendirilmesini ve başta yeni anayasa olmak üzere halkın taleplerinin öncelikli bir mesele olarak ele alınmasını sağlamıştır.

Bugün yürütülen süreç devletin güvenlik refleksinin doğal bir tepkisi olarak, farklı siyasi iradelerin ortak bir kararlılık sergilediği, daha güçlü ve kapsayıcı bir yaklaşımdır. Özellikle 15 Temmuz sonrası oluşan milli dayanışma ruhu, bu sürecin toplumsal kabulünü ve siyasi meşruiyetini güçlendiren en önemli faktörlerden biridir. Öte yandan bölgesel sorunların çözülmesinde de emsal teşkil edecek güce ve etki alanına sahip bir yöntem olarak zaman içinde somutlaşacaktır.

“İkinci yüzyılımız, toplumsal birlik ve beraberlik içinde inşa edilecektir”

Bu süreçten beklentimiz, Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerine ulaşması için gerekli olan toplumsal huzur ve uyumun sağlanmasıyla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel liderlik vizyonuna büyük katkıda bulunacaktır. Bu noktada kamuoyundan beklenen, süreci sağduyuyla değerlendirmek ve toplumsal barışa katkıda bulunacak her adıma destek vermektir. Geçmişte yaşananları süreçten ve bağlamdan uzaklaştırarak birkaç müstakil kelime düzeyine indirgeyip sürecin manipüle edilmesi ve sabotajı beklentilerimiz arasında bulunmamaktadır. Devletimiz, halkımızın güvenlik ve huzur talebini karşılamak için gereken her türlü tedbiri almaya kararlıdır. Bugün devletin bu konudaki kararlılığı ve siyasi mutabakatın gücü, sürecin en büyük garantörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği yani ikinci yüzyılımız, toplumsal birlik ve beraberlik içinde inşa edilecektir.

“Cumhurbaşkanımız süreci devlet iradesi ve siyasi konsensüs çerçevesinde yürütüyor”

Bahçeli ön safta görünüyor olsa da, 2024 Ekim’inden itibaren başlatılan sürecin oyun kurucusu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Sizce Erdoğan sürece dair neden daha az konuşuyor?

Cumhurbaşkanımız, süreç boyunca devletin gücünü ve ciddiyetini koruyarak ilerlemeyi tercih etmektedir. Süreci bireysel bir girişim olarak değil, bir devlet iradesi ve siyasi konsensüs çerçevesinde yürütmektedir. Ayrıca, bu tür stratejik adımların medya tartışmalarından uzak bir şekilde, somut sonuçlara odaklanarak yürütülmesi gereği açıktır. Sayın Bahçeli’nin ön planda görünmesiyse siyaset kurumlarının birlikte hareket etme kararlılığını ve Türkiye’nin siyasi olgunluğunu yansıtmaktadır. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanımızın tutumunun, sürecin ciddiyetini ve uzun vadeli hedeflere bağlılığından temerküz ettiği bir sır değildir.

“İyimser olmamızın nedeni Türkiye’nin güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarındaki güçlenmiş yapısı”

2013 yılında başlayıp 2015’te sona eren çözüm sürecinin temel amacı, silahların bırakılması, barış ortamı ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıydı. Bugün de hedef aynı. Hedef aynı olsa da koşullar çok değişti. Siz 2013’te mi daha iyimserdiniz bugün mü?

İlk soru, 2013 yılındaki çözüm sürecini tamamen eleştirel bir zemine oturtarak, bugünkü sürecin aktörlerini geçmişle çelişkili bir duruma düşürmeyi hedeflemektedir. Ancak ikinci soru, sürecin temel amacının ve hedeflerinin değişmediğini kabul eder ve bu bağlamda değişen koşulların getirdiği yeni bir perspektifi anlamaya yönelik bir vurgu yapar. Bu durum, iki soru arasında net bir mantık uyumsuzluğuna yol açmaktadır:

Eğer ilk soruda, geçmişteki sürecin tamamen yanlış temellere dayandığı ve “ihanet” olarak nitelendirildiği savunuluyorsa, ikinci soruda hedeflerin aynı olduğunu kabul etmek, bu eleştiriyi zayıflatır. Eğer ikinci soruda, hedeflerin aynı olduğu ancak değişen koşulların iyimserlik için farklı bir zemin yarattığı kabul ediliyorsa, bu kez ilk sorudaki eleştirinin anlamı geçersiz hale gelir. Bu durum, süreçlerin içeriğinin farklılaşmış olabileceğini ve bu farklılaşmanın yeni bir iyimserlik kaynağı yaratabileceğini zımnen kabul eder ayrıca bu iyimserlik karşısında açık bir pozisyon almadan, geçmişe referansla bugünü karşılaştırmaya çalışır.

Bu iki soru arasındaki tutarsızlık, sürecin farklı bağlamlarda değerlendirilmesi gerektiğini anlamamaktan kaynaklanmaktadır. 2013 ve 2024 süreçleri hem hedefleri hem de aktörleri bakımından bir devamlılık ilişkisi taşıyor olabilir; ancak değişen koşullar ve toplumsal dinamikler, her dönemin kendi bağlamında ele alınmasını zorunlu kılar. Soruların tutarsızlığı, bu süreçleri yalnızca geçmiş söylemler üzerinden ele almanın yanıltıcı bir değerlendirme olacağını açıkça göstermektedir. Bu nedenle, tartışmanın daha yapıcı bir zeminde ilerleyebilmesi için her iki sorunun da bağlamsal bir bütünlük içinde yeniden ele alınması gerekmektedir.

Bu tutarsız yaklaşıma rağmen bu soruya da cevap verecek olursak: Bugün çok daha iyimser olmamızın nedeni Türkiye’nin güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarındaki güçlenmiş yapısıdır.

Hedef ne?

Hedef, terör gruplarının silahlarını devlete teslim etmesi ve etnik kimlik üzerinden yapılan sömürünün tamamen sona erdirilmesi. Bu hedef, yalnızca Cumhur İttifakının siyasi iradesi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve bütünlüğünü koruma sorumluluğunun bir gereğidir.

Bugün devletimizin siyasi konsensüsle hareket eden yapısı, değişen koşullara daha hızlı ve etkili bir şekilde yanıt verme kabiliyetine sahiptir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası oluşan milli dayanışma ruhu ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirdiği hız ve etkinlik, bu süreçte devletimizin elini daha da güçlendirmiştir. Biz, geçmişin derslerinden faydalanarak daha güçlü bir şekilde ilerliyoruz ve bu nedenle bugün çok daha iyimseriz. İyimserliğimizin gücünü ve temelini milletimizin bu konudaki güçlü duruşuna bağlıyoruz.

“Hiçbir şekilde devletin egemenliğinden taviz verilmemektedir”

2013-2015 arasında gidilen bölgelerde hükümetin tutumu taviz olarak niteleniyor ve karşılaştığınız eleştirilerin başında bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulanıyordu. Bugün değişen nedir?

Bu süreçte hiçbir şekilde devletin egemenliğinden taviz verilmemektedir; aksine devletin gücünü gösteren kararlı bir duruş sergilenmektedir. Taviz gibi ifadeler bu süreci itibarsızlaştırmaya yönelik eski söylemlerdir.

“Süreci 2028 seçimleriyle ilişkilendirme girişimleri, spekülatif çabaların örneğidir”

Başlatılan müzakere sürecini 2028’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM Parti’nin desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu yorumları yapılıyor. Sizin düşünceniz nedir?

Bu sürecin seçim hesaplarına indirgenmesi, sürecin asıl dinamiklerini gölgelemek amacı taşımaktadır. 2028 seçimleriyle ilişkilendirme girişimleri, spekülatif çabaların bir örneğidir. Oysa bu sürecin temel amacı Türkiye’nin iç dinamiklerinin güçlendirilmesidir. Demokratik konsolidasyon teorisinde, böylesi süreçler genellikle seçimlerden bağımsız olarak, toplumsal taleplerin bir yansıması olarak değerlendirilir. Bu nedenle, seçim odaklı yorumlar, sürecin gerçek bağlamını göz ardı etmektedir.

“En büyük garantör, Cumhur İttifakı’nın güçlü birlikteliğidir”

2013 -2015 sürecinde akil heyet Anadolu’da en çok MHP’lilerin başını çektiği milliyetçi kesim ile ulusalcıların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bugünse aksine sürecin başını çeken MHP. Bu tablo mevcut süreci daha avantajlı kılıyor mu?

MHP’nin bu süreçteki öncü rolü, Cumhur İttifakı’nın temellerini oluşturan milli mutabakat anlayışının bir yansımasıdır ve temeli 15 Temmuz sonrasında atılmıştır. Bu ittifak, Türkiye’nin milli birliğini ve devletin bekasını her türlü siyasi hesaplaşmanın üzerinde tutan bir anlayışa sahiptir. MHP ve AK Parti’nin bu konuda gösterdiği ortak irade, sürecin hem toplumsal kabulünü artırmış hem de devletin kararlılığını pekiştirmiştir.

Bugün yürütülen çalışmalar, devletimizin güvenlik refleksine dayanmakta ve Cumhur İttifakı’nın sağladığı siyasi istikrarla desteklenmektedir. Cumhur İttifakı’nın güçlü birlikteliği, bu tür stratejik adımları güvenle atabilmek için en büyük garantördür. Dolayısıyla meseleye avantaj ve dezavantajlar yönünden bakmak sürecin özünden kopmak demektir.

Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı?

Bu süreç, bir müzakere, mütareke ya da pazarlık anlamına gelmemektedir. Terör örgütünün yapması gereken tek şey, silahlarını bırakıp kayıtsız şartsız kendini lağvetmektir. Bu konuda başka bir çare ya da alternatif bir yol bulunmamaktadır.

Medyascope

POLİTİKA