29.02.2024
ALİ BAYRAMOĞLU
Bugün artık, 1997’de Fareed Zakaria’nın ortaya attığı “liberal olmayan demokrasi” kavramını kullanırken “demokratik” dünyanın Macaristan, Polonya gibi yeni oyuncularından, Tunus, Venezuela, Bolivya gibi çeper ülkelerinden değil, tam merkezinden de söz etmeye başladık.
Fareed Zakaria’nın 1997’de “liberal olmayan demokrasi” kavramını ortaya atmasının üzerinden uzunca bir süre geçti. O günler, Doğu bloku ülkelerinin siyasi pist değiştirdiği, Fukumaya’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan kitabıyla Batı liberal düşüncesinin insanlığın ulaşabileceği son aşama olduğunu iddia ettiği günlerdi.
Diktatörlükler yıkılıyor, sandık ve seçim dünyanın her köşesinde filizleniyor, 21’inci yüzyıla girerken, Güneydoğu Asya’da Singapur’dan Malezya’ya, Güney Kore’den, Tayland ve Tayvan’a birçok ülke sandık düzenine geçiyordu.
Ama nasıl!
Sandık kurulan pek çok ülkede, hukuk devleti, azınlık hakları, basın özgürlüğü yerlerde sürünüyor; bu ülkeler, yarı otoriter rejimler ya da yarı demokrasilere dönüşüyorlardı. Zakaria “liberal olmayan demokrasi” kavramını işte bu günlerde ortaya attı. Makalesinde (The rise of illiberal democracy) “pek çok ülke siyasi özgürlük fikrini benimsiyor ama sivil özgürlükleri kapı önünde bırakıyor” diyor ve bir pist değişikliği ihtimalinden söz ediyordu. “Demokratikleşen ülkelerin yarısı liberal olmayan demokrasilerdi”, bu da ona göre “Batılı liberal demokrasilerin, demokratik güzergâhın son noktası değil, sadece diğerleri arasında olası çıkış olduğunu ima ediyordu…” Uzun lafın kısası liberal olmayan demokrasiler de mümkündü…
Sivil özgürlükleri, hukuk devletini reddeden bir seçimli düzen demokrasi olabilir miydi? Belki esas tartışma buydu ve hâlâ bu. Ancak katar çok hızlı ilerliyor.
Bugün artık “liberal olmayan demokrasi” kavramını kullanırken “demokratik” dünyanın Macaristan, Polonya gibi yeni oyuncularından, Tunus, Venezuela, Bolivya gibi çeper ülkelerinden değil, tam merkezinden de söz etmeye başladık. Nitekim aynı Zakaria, 2016’da Washington Post’ta yayınladığı bir makalede, bu kavramı ve Trump ve ABD’yle birlikte anıyordu. Prof. Bayart, daha birkaç gün önce Nouvelle Observateur’de çıkan bir yazısında Fransa’nın “artık ‘liberal olmayan demokrasi’ye sürüklenişine dair tartışmalardan” söz ediyordu. Türkiye’nin durumu malum: Siyasi iradenin sınırsız güç isteği ile hukuk devleti savaşı…
Bu denli yangın olan, Batı’nın en liberal havzalarında bile baş gösteren “liberal olmayan demokrasi”nin herkes için ortak bir tanımı, bir esin noktası, bir teorisi var mı? Ya da tam olarak sözü edilen nedir?
Orban ve Liberal Olmayan Demokrasi
Tabirin isim babası Zakaria. Ama teorisini kuran ve uygulamasını yapan, sürükleyen başka birisi: Macaristan Başbakanı Viktor Orban.
Mesele önce bir itirazla başlıyor.
Orban, liberal demokrasiyi, küreselci ve çok-kültürcü̈ bir ideoloji tarafından yönlendirilen, teknokratların elindeki bir oligarşi olarak tanımlıyor. Çok-kültürlülüğün toplumun tabiatını bozduğunu, en önemlisi liberalizm tarafından dayatmacı yasalarla, siyaset üstü kurumlarla güvence altına alındığını söylüyor. Anayasa yargıçlarının hukukun üstünlüğü bahanesiyle halk iradesine meydan okudukları kanısında. Fikirdaşı Polonya eski Başbakanı Kaczynski’in de bu bağlamda, “düşman yasal imkânsızlıktır” demesi boşuna değil! Düşman, yasaların çizdiğini sınırlar, çektiği hatlardır demek istiyor Polonyalı siyasetçi. Esasen, ülkesinin üyesi olduğu Avrupa Birliği kurumlarını hedef alıyor, onları halk egemenliği önünde bir engel olarak görüyor. Nitekim Macaristan ve Polonya arka arkaya yasal ve düzenlemelerle, başta anayasa mahkemesi olmak üzerine bu hukuk düzenini delik deşik ediyorlar.
İtirazın ötesi de var.
Viktor Orban, 2018’de Romanya’da yaptığı bir konuşmada liberal olmayan demokrasiye bir doktrin elbisesi giydiriyor, şöyle diyordu:
“Hıristiyan Avrupa’da ise çalışmaya saygı duyulurdu, insan onuruna sahipti, kadın ve erkek eşitti, aile ulusun temeliydi, ulus Avrupa’nın temeliydi ve devletler güvenliğin garantörleriydi. Günümüzün açık toplum Avrupa’sında ise artık sınırlar yoktur, Avrupalılar göçmenlerle değiştirilebilir, aile zevke göre değişen bir birlikte yaşama çerçevesi haline gelmiştir, ulus, ulusal bilinç ve bir ulusa ait olma duygusu olumsuz ve modası geçmiş olarak kabul edilmektedir ve devlet artık Avrupa’da güvenliği garanti etmemektedir.”
Liberal demokrasi “versus” Hristiyan demokrasisi…
Şapkadan çıkan buydu.
Ancak hafife almamak gerekir. Orban’ın kastettiği Hristiyan inancı değildi. Bu tür demokrasiyi benimsemek için Hristiyan olmak da gerekmiyordu. Ona göre esas olan inanç hükümleri değil ama onlardan kaynaklanan yaşam biçimleriydi: İnsan onuru, aile, ulus gibi unsurlardı…
“Hristiyan demokrasisi”, tarihten miras alınan bir anlayışı korumaktan ibaret olan, ortak bir amaç tarafından yönetilen ulusal bir demokrasidir, ona göre…
Orban bu ortak amacın politik manzumesini de beş madde halinde sıralıyor:
“Her ülke kendi Hristiyan kültürünü koruma ve çok-kültürlülük ideolojisini reddetme hakkına sahiptir; her ülke, geleneksel aile modelini koruma ve her çocuğun bir anne ve babaya sahip olma hakkı olduğunu teyit etme hakkına sahiptir; her ülke, ekonomisinin stratejik olarak gördüğü̈ pazar ve sektörlerini koruma hakkına sahiptir; her ülkenin kendi sınırlarını koruma ve göçü̈ reddetme hakkı vardır; her Avrupa ülkesi, (Avrupa içinde) en önemli konularda ‘tek devlet, tek oy’ ilkesine bağlı kalma hakkına sahiptir…”
Yerellik, millilik, doğrudan halk iradesi, çoğunluçuluk, seçim ve lider kültünün karşımı bir durum ve tanım bu.
Pek çok bakımdan hemen her Batı ülkesindeki aşırı sağ, göçmen karşıtlığı, anti-liberalizm, anti-küreselcilik, milliyetçilik, içe kapanma halleriyle örtüşüyor.
Ama Batı dışı örneği çok daha fazla ve oralarda baskın bir uygulama, hadi kuram demeyelim ama bir “söylem”…
Türkiye’deki iktidarın yürüyüşü, söylemi, bakışı, eleştirileriyle birebir uyuşuyor. Bu nedenledir ki Erdoğan da liberal olmayan demokrasinin öncülerinden sayılıyor.
Hristiyan kelimesinin anlamı esasen gelenek, haslık, yerlilik…
Bu, Türkiye’deki anti-liberallere pek uygun…
Teorik kökleri de var, toplumsal desteği de…
Yeni dönem otoriterizmi işte budur.
Bu aralar dünya hâli zor….
Perspektif
- PSK: Kayyum Zulmü Devam Ediyor
- PSK: Seyid Riza ve Arkadaşları Ölümsüzdür
- Meclis'te 2013'te hazırlanan 'çözüm süreci' raporunda neler vardı?
- PSK: Erdoğan Kürdlerden Özür Dilemelidir
- PSK: Kayyım Siyaseti Geri Döndü
- Bozyel: Önümüzdeki tarihi hedef Kürt halkının özgürlüğüdür
- 'Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye'ye Neler Kaybettiriyor?'
- ‘Fetihçi iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı
- Ali Çeven Serbest Bırakılmalıdır
- ‘Diyanetin varlığını sorgulamayan her laiklik tartışması yanlıştır