yazarlar makaleler
Van’da bir Zozan…
11/26/2023

Göksel Göksu

Van’ı bilir misiniz? Bilmeyenler için söyleyeyim, bu şehirde kadın olmak sahiden çok zor… Vanlı kadınlar, yakın zaman dek yanlarında birisi olmadan sokağa çıkamaz, alışverişe gidemez, pastanede oturamaz… Bunları yapabilen kadınların sayısı da bir elin parmaklarını geçmezdi.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü’nde o kadınlardan biriyle, elleriyle kurduğu Van Kadın Derneği (VAKAD) ile yıllar boyu ölümle burun buruna yaşayan kadınları hayatla buluşturan, onlara soluk aldıran, töreye kafa tutan Zozan Özgökçe’yle konuşalım istedim… O, canı pahasına erkeklere bayrak açan bir kadın. Kendine has bir dili var, o bu dile “Zozanca” diyor. Zozanca konuşuyor, Zozanca düşünüyor ve başta mensubu olduğu Burukan Aşireti olmak üzere herkese bu dili kabul ettiriyor. VAKAD bugün kapatdılmış olsa da hâlâ dünyanın farklı ülkelerinden pek çok kadın Zozan’ı görmeden Türkiye’den gitmiyor. Tabii soru şu: Kim bu Zozan?

Göksel Göksu: Zozan önce seni tanıyalım…

Z.Ö.: 1974 Van doğumluyum ama kimliğimde 1975 yazıyor. Zozan isminden dolayı nüfusa geç yazdırmışlar. Çünkü Zozan ismini nüfus memuru Türkçe olmadığı için kabul etmemiş. Bizimkiler de “Melisa falan koysaydık ne yapacaktınız?” deyip dava açıp, kazanmışlar.

G.G.: Vanlı bir aile “Melisa koysaydık ne olacaktı?” diyor! Nasıl bir ailen var?

Z.Ö.: Annem öğretmen, babam doktor, amca çocukları. Ama zorla evlenmemişler, bir aşk da varmış evliliklerinde. Yaşadıkları köyde herhalde başka da şansları yoktu ve aşk, böyle yaşanıyordu. Akraba evliliği olunca annem soyadı sorunu da yaşamamış diğer kadınlar gibi ve 17 yaşındayken beni kucağına almış.

G.G.: Aşiret mensubu musun?

Z.Ö.: Evet, Burukan aşireti. Bayağı büyük bir aşiret. 30 bin üyesinin olduğu söyleniyor. Aile, 1912’den beri Van’da yaşıyor ama bizim aşiret aynı zamanda Patnos, Ağrı, Iğdır’da da var.

G.G.: Aşiretlerde kadınların öne çıkması pek alışılagelmiş bir durum değil, oysa sen almış başını gidiyorsun!

Z.Ö.: Annemle babamın biraz etkisi var tabii. Bir tek bu konuda değil, okumamız, üzerimize mal mülk yapması vs. buralarda çok görülmüyor. Babama “Sen bize kötü örnek oluyorsun böyle yaparak” diyorlardı. Yine de bana sorarsanız babamın eril bir sürü yanı var hâlâ ama kıyasladığım zaman, gerçekten şanslıyım. Kendi hayatımı kendim belirliyorum.


“Ailem üzerimde baskı kurdu” diyemem ama o boşluğu içinde yaşadığım toplum, akrabalarım fazlasıyla doldurdu. Yine de bana “Sen güçlüsün, farklısın bizim kadınlardan” diyorlar. Mesela taziyelerde gider erkeklerin tarafında otururum. Çünkü benim erkek ziyaretçilerim de var, bir iş kadınıyım. Bunu da babam hiç yadırgamaz.

G.G.: Eğitimin ne?

Z.Ö.: Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde ekonomi okudum, mali müşavirim.

G.G.: Kaç kardeşsiniz?

Z.Ö.: Altı kardeşiz. Bir oğlan, diğerlerinin hepsi kız ve hepimiz feministiz.

G.G.: Oğlan en küçüğünüz mü?

Z.Ö.: Yok, dört numara. O da jinekolog. Öyle komik bir şey yani. Yaptığımız çalışmalarla o da yakından ilgileniyor ve çok destek oluyor. Zaten jinekolog olduğu için sürekli ona soru soruyoruz. O bize kadınlarla ilgili bir sürü şey anlatıyor. Bir sürü vakaya da o bakıyor.

G.G.: Bildiğim kadarıyla iki evlilik geçirdin?

Z.Ö.: Evet, ilk evliliğimde yaşım küçüktü. Üniversiteden mezun olur olmaz evlenmiştim. Çok kısa sürdü evliliğim. Aşırı kıskançtı, çok öfkeliydi. O zamanlar feminist farkındalığım yoktu. O dönem evlenmeden önce tanışıp, görüşme imkânım yoktu. Gerçi tanışıp görüşünce de değişen bir şey olmadı, belli ki doğru karar veremiyormuşum. İlk evliliğimde bilinçsizdim. İkinci evliliğimde daha farklı bir Zozan’dım. Feminist farkındalığım vardı. Sorgulayabiliyordum, ayaklarım daha çok yere basıyordu. Kadın sığınmaevinde gönüllü çalışıyordum, kadınlarla Van ve çevre illerde çalışıyordum. Van depreminde olağanüstü çabalarla çok iyi işler çıkarmıştık mesela. Kadın çocuk merkezi, kadın danışma merkezi yürütüyorduk. Van Kadın Derneği yılda 800’den fazla kadına ulaşan bayağı tanınır bir örgüt olmuştu. Yazılar yazıyordum, eğitimler veriyordum, okuyordum bayağı. Türkiye ve dünyadaki kadınlarla temas halindeydik. Uluslararası platformlarda yer almıştık. Kürt kadınlarının ve Türkiyeli kadınların yaşadıklarına dair raporlar hazırlanmasında CEDAW komitesi ile ortak çalışmalar yürüttüm, Birleşmiş Milletler’in (BM) Cenevre’deki oturumunda sunum yaptım mesela.

Çocuğum olsun istiyordum. Bunu da benimle yoldaşlık yapacak biriyle yapmayı düşünüyordum. Çocuklarla arasının iyi olduğunu, feodal olmadığını düşündüğüm ve evlenmeden önce de dayanışma içinde olduğum bir arkadaşım ile evlenmeye karar verdik. Evlilik ile arkadaşlığın farklı olduğunu anladığımda çok geç olmuştu. Evlenmeden önce tanıdığın insan ile evlendikten sonra tanıdığın insan çok farklı oluyor.

Bir kızımız oldu. Adı Zine Özgökçe Bayat. Benim soyadımı da verdik kızımıza. Bu “soyadı” meselesinden ben de diğer kadınlar gibi çok mağdur oldum. Evlenir evlenmez dava açtım sadece kendi soyadımı kullanmak için. Kızımız olunca ona da kendi soyadımı vermek istedim, eşim de kabul etti, öyle yaptık. Ama hâlâ kızımın kütüğü babasının üzerinde. Velayet bende olmasına rağmen aile kayıt örneğine bakıldığında bende gözükmüyor. Kızımın ve benim din hanesinin de boş olması için dilekçe verdik. İnancımızın ne olduğu kimseyi ilgilendirmez, ayrıca kızım daha doğar doğmaz din hanesine İslam yazılması da bir ayrımcılık hatta tahakküm.

G.G.: Niye ayrıldın?

Z.Ö.: Anlaşamadık ortak yaşam kurmayı beceremedik. Olmadı.

G.G.: Şiddet gördün mü?

Z.Ö.: Evet. İlk evliliğimde yaşadım. Şiddetin dozunun artacağından da çok emindim, öyle bir karakteri vardı, onu fark ettim. İlk başta bana bağırıyordu, bana değil ama duvara vuruyordu. Bu da bir mesaj, o yumruk yakında sana gelebilir mesajı. Silahı vardı, beni tehdit ediyordu. Nitekim sonra yumruk da geldi. O zaman evden ayrıldım. Annemlerin yanına gittim. Daha fazlasının olacağını hissediyordum. Daha korkunç şeyler de yaşayabilirdim. Oysa evliyken işimi bile bırakmıştım. Kocam ne derse onu yaparım diye düşünüyordum.

İkinci evliliğimde fiziksel şiddet görmedim ama duygusal şiddeti yoğun yaşadım.

G.Ö.: Peki, kadın derneği kurmak nereden geldi aklına?

İlk boşanmamın ardından kendimi çok sorguladım: “Neden ben böyle hissediyorum da o adam öyle rahat?”. Hani zihinde şimşek çakar ya! “Hımmm” dedim, “Kadın olduğum için böyle yaşıyorum ama yaşamamalıyım!”. Bir akşam televizyonda Uçan Süpürge’yi izledik, Halime Güner’di konuşan. Bizim düşüncelerimizi söylüyordu, ilk kez bizim evde konuşulan şeyleri bir yerlerde izliyorduk. Sonra biz faks çektik Uçan Süpürge’ye. O arada Van’da “Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı” vardı. Oraya devam ettim. “Neden bir kadın örgütü kurmuyoruz” diye sormaya başladık kardeşimle. Sonra “Bizim gibi düşünen başka kadınlar da vardır mutlaka bu kentte” dedik ve yedi kadın bir araya gelip bu derneği kurduk.

Bu çok hoşuma gidiyordu. Van ve bölgede kadın cinayetleri, kadın intiharları olduğunda dernek olarak mutlaka ailenin yanında oluyorduk. Kadınların sosyal, ekonomik, siyasi, hukuki haklarına çözüm odaklı yaklaşıyorduk. Aile mahkemesinin kurulmasından tutun sığınmaevinin kurulmasına kadar çalışmalar yaptık ve başarıya ulaştı. Kent hakları hakkında da çalışıyorduk. Sürekli eylem, etkinlik, lobicilik, savunuculuk çalışmalarının odağındaydık. Ayrıca kadınların birebir hayatlarına değen hizmetler de veriyorduk. Sığınmaevi, danışmanlık hizmetleri, kadınlara iş bulma, çocuklarını kreşe okula yazdırma gibi. Yine boşanma veya istismar davalarına katılıyorduk. Elimizden geldiğince kadınların hukuki mücadelelerine destek veriyorduk. Sığınakta kalan kadınların meslek sahibi olmaları için mesleki eğitimler veriyorduk. Finansal okur-yazarlıktan tutun kadının insan hakları eğitimlerine kadar. Kadınların mekanizmalara ulaşmalarını sağlıyorduk. Bu yaptıklarımız beni hayata bağlıyordu. Kadınların yaşamlarını ellerine almalarına tanık olmak, dayanışma içinde olmak hepimizi güçlendiriyordu. Geziler, kamplar, film günleri, okuma atölyeleri düzenliyorduk. Festivaller yapıyorduk.

G.G.: Şiddet mağduru kadınlarla ilk buluşmanız nasıl oldu?

Z.Ö.: Çok ilginç, biz Nisan 2004’te kurulduk . Kocaman bir tabela yaptırdık. Üzerinde “Van Kadın Derneği” ve telefonumuz yazıyordu. Tabelacıyla yukarıya çıktım, taktırdım ve aşağı indim. Bir de baktım ki kucağında çocuğuyla bir kadın çıkageldi. Oturdu, “Dün gece kocam beni evden attı. Kumayım ama çocuğumun yasal annesi değilim. Çok çaresizim” dedi. “Sen bizi nereden buldun, tabelayı daha yeni astık?” dedim, meğer biri tabelayı görüp “Bak kadın derneği var, oraya git” demiş. Ve öyle geldi, o bizim, o saniyede yani ilk gün, ilk vakamızdı.

G.G.: Ne yaptınız o kadına?

Z.Ö.: Çok zor bir vakaydı. Biz de şok olduk. Kadın 7 milyar TL (Bugünkü karşılığıyla 7 bin TL) karşılığında satılmıştı ve babasıyla kocası satış anlaşmasını notere onaylatmıştı. Mal alır, satar gibi yani. Tabii şimdi asla kadınla ağlamıyoruz, kadını daha güçlendirecek şeyler yapıyoruz ama o gün biz de kadınla beraber oturduk ağladık. Sonra gelen kadınlarla da ağlamaya devam ettik. O kadın şimdi çok iyi durumda. Önce çalışmaya başladı, sonra biz ona bir ev bulduk. Evin içini beraber yerleştirdik. Fakat o kadın aktivist olmadı mesela. Bu çok korkunç bir şey.

G.G.: Yılda kaç kadına ulaşabiliyordunuz?

Z.Ö.: Ortalama 700–800 kadına ulaşıyorduk. Hayatını öğrendiğimiz, davasına gittiğimiz, desteklediğimiz ve beraber güçlendiğimiz birçok kadın var ama bunlar aktivist olmuyorlar. Burası bir nevi bekleme ya da geçici konaklama yeri gibi. Yine de bir ağımız var buradaki kadınlarla. Yalnız kadınlar değil, daha çok ayrımcılığa uğrayan kişilerle de bir araya geliyoruz, LGBTİ+’lar mesela.

G.G.: Sığınmaevini nasıl kurdunuz?

Z.Ö.: Önceleri sığınmaevlerine başvurup da evine geri gönderilen kadınları, kendi evlerimize götürüyorduk. Tabi bir süre sonra sorun olmaya başladı. Çünkü 2 – 3 ay sürekli travmatik bir kadınla kalmak çok zor. Sonra dedik ki böyle olmayacak, barınma evleri kuralım. Bir iki yataklı farklı yerlerde küçük küçük evler tuttuk ilk başta. Sadece yatakların olduğu evler. Kadınlara çarşaf giydiriyorduk o evlere giderken. Hayati tehlikesi olan kadınlardı hepsi de. Hatta benim sığınağa gitmemi de yasakladılar. Deşifre olmayanların gitmesine özen gösteriyorduk ki kadınların izine kimse ulaşamasın.

G.G.: Ölüm tehlikesi atlattın mı hiç?

Z.Ö.: Elbette. Bir gece uzakta oturan kadınlardan birinin evine başka bir kadın götürüyordum. Kış mevsimiydi. Arabayı yavaş kullanıyoruz. Meğer bizi bir araba takip etmiş. Farkında değiliz. Sonra tam bir yerden dönecekken, bu araba önümüzü kesti ve durdu. Bir yandan kaçmak için geri gitmem ve dönmem lazım, diğer yandan kadın ellerini dizine vurarak ağıt yakıyor “Sizin de başınızı belaya soktum, sizi de öldürecekler” diye. Arabam stop etti mi… Adamlar arabadan indi aramızda bir adımlık mesafe var. Bir de kar var ve araba kayıyor, gaza da çok basamıyorum. Ayağım debriyajda, tir tir titriyor. O kadar korktum ki inanamazsınız. Sonra nasıl bir güç geldiyse, çok kritik bir yerden geri geri gittim ve arabayı döndürdüm. Bir şekilde kurtulduk ama o gece bütün Van’ı gezdik. O arabada oradan dönemedi.

G.G.: Bu süre içinde tehdit edildin mi?

Z.Ö.: Tabii! Çok tehdit edildim. Bir keresinde arabamın lastiklerini kestiler. Ofise gelip bağırıp çağıranlar, “Sana ne” diyenler, “Benim karım, sen ne karışıyorsun? Sen kimsin? Ne sanıyorsun kendini?” diyenler.

G.G.: Van’daki erkekler sizin için ne düşünüyor?

Z.Ö.: Vallahi biz bir film yaptık, sokaktaki erkeklere sorduk “Van Kadın Derneği hakkında ne düşünüyorsunuz? Duydunuz mu?” diye. Herkes çok iyi şeyler söyledi o tarihte. Çok ilginç. Tabii kameraya karşı öyle söylüyorlar. Bir de Van’dan bir örgütü kötüleyemiyorlardı, öyle bir şey de vardı. Van kadın derneği “dengelerimizi bozuyor ama yine de bizim kadınlar” gibi bir anlayış…

G.G.: Peki dernek şimdi yok… Neden ve nasıl kapandı?

Z.Ö.: VAKAD bölgede kadınlar çok işlevli, etkin bir örgüttü. Cezaevindeki kadınlardan tutun köylerde hatta mezralardaki kadınlara ulaşabiliyordu. Van depremi sırasında köy köy gezdi, kadınlara ayni/maddi/manevi destek verdi. hatta başka şehirlerde üniversite okuyan çocuklarına burslar verdi. VAKAD’ın dayanışma ağları çok genişti. Başka kentlerde VAKAD gibi çalışan kadın örgütleri ile ortaklaşabiliyordu. Hem kadınlara sunulan hizmetler hem de kadınların haklarının kullanılmasına yönelik güzel işbirlikleri yapıyordu. Keza yine Van’da bir çok sivil toplum örgütüyle ve kamu tarafından kurulmuş ‘Koruma Kurulu’ gibi kurumlar aracılığyla da kadınlara ulaşabiliyordu. Derneğin kurumlarında bir çok kadın hem profesyonel hem gönüllü çalışıyordu.

Örneğin Van’da Kevenli bölgesinde Kadın Çocuk Merkezimiz vardı. Kadın Çocuk Merkezi Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın maddi desteği ile kuruldu. VAKAD yerel ortağıydı. Çok yoksul olan bir bölge olan Kevenli’de kadınlar ve çocuklarla çalışıyorduk. Bu çalışmada UNICEF ve Milli Eğitim Müdürlüğü de vardı. Çocuklara okul öncesi eğitim veriliyordu. Oyuncak kütüphanesi vardı. Öğretmenlerimizi MEB görevlendiriyordu. Toplumsal cinsiyet rollerine duyarlı etkinlikler yapıyorduk. Kadınları ve çocuklarını güçlendiren bir kurumdu.

Bu kurumu bir gecede kapattılar, kadınlarla olan bağımızı kopradılar. Kapandığında 68 okul öncesi çocuk eğitimden faydalanıyordu. Birden bire kapattılar çocuklar ve ailelerinin düzeni bozuldu. Aynı şekilde Kadın Danışma Merkezi’mi de kapattılar. Derneğin tüm verileri, raporları, kitaplarına kısaca derneğimizin tüm tarihine el koydular.

G.G.: Gerekçe neydi?

Z.Ö.: VAKAD’ı 2016’da kapattılar ama gerekçe olarak 2018’de olan olayları gösterdiler. geçmiş değil gelecekte olan olayları gösterdiler. Mantıksız bir karara karşı duruyoruz. Komedi filmi çekilebilir bundan. 12 yılımızı bitirmiştik kapatıldığımızda.

Dernek kapatıldıktan sonra bir korku ortamı yaratıldı. Dernek üyelerini ve ailelerini resmen ablukaya aldılar. İşlerinden atılanlar bile oldu. Beni gözaltına aldılar. Hala yargılanıyorum. Derneğe bir dolu dava açtılar. Hala devam ediyor davalar.

Bir de şu var, ben bununla mücadele ederken eşim yanımda durmadı. 17 kasımda derneği kapattılar ve 25 Kasımda ben onunla yaşadığımız evden ayrıldım.

G.G.: Peki bu kadar badireden sonra size ne gözle bakılıyor Van’da, “kadınları baştan çıkaranlar” olarak görüyorlar mı?

Z.Ö.: Tabii yoldan çıkaran, itaatsizliği öğreten kadınlar olarak görülüyoruz. Çünkü eğitimlere katılan kadınlar sorguluyor. Biz iletişim eğitimi de veriyoruz. İyi bir ilişki, ikili ilişkiler, aileyle ilişkiler, çocuklarla ilişkiler çok düzeliyor aslında kadınların ilişkileri.

G.G.: Tek mi yaşıyorsun?

Evet. Kızımla beraber yaşıyoruz.

G.G.: İki kere boşandın ve bu durumu ailene de kabul ettirdin, nasıl kabullendiler iki kez evlenip boşanmanı?

Z.Ö.: Ailem açısından sandığımdan daha kolay olsa da bayağı uğraştım. Adım atmadan önce her defasında zemini hazırlamam gerekti. Mesela ilk boşandığımda annemlerin oturduğu apartmandaki daireyi kiraladım. Annem “Sakın babana böyle bir teklifte bulunma. Bizi bu kadar zor durumda bırakma” dese de alıştıra alıştıra babama “alt katta bir ev var kiralık, ben onu tutsam mı” diyerek orta yolu buldum. Sonunda “Çok mu istiyor, peki hadi tut” dedi. Biraz politikti yani.

İkincisinde benim yıpranmamı istemediler. Bu kentte ikinci kez boşanmak özellikle benim kadar tanınırlığı olan biri için zor zamanlar demekti. Eski eşim zaten beni hiç düşünmedi bu konuda. Benimle asla dayanışma göstermedi. Boşandığmızda, ilk zamanlar hakkımda epey kötü şeyler söyledi. Söylemekle de kalmadı, kulaktan kulağa yayılması için bayağı çabaladı. Baktı olmadı, bana olan öfkesini kızımızla görüşmeyerek çıkarmaya çalıştı. Nitekim bir çok sorumluluğu hala benim üzerimde. Asli olarak çocuktan sorumlu olan benim. Her şeye rağmen gelecekte kızımla aramda sorun olmaması için babasıyla iyi geçinmek için elimden geleni yapıyorum. Tabii normal koşullarda bir başkası bana o kadar kötü davransa, dönüp yüzüne bile bakmam ama onunla ortak bir çocuğumuz var.

G.G.: Erkekler seninle evlenmekten korkuyorlar mı?

Z.Ö.: Tabii. Aslında yaklaşmıyorlar bile böyle bir taleple. Çünkü ben onlara zor geliyorumdur. Buradaki her erkek bununla baş edemez, yapamaz. Bence Van’da kaldırabilecek bir adam çok zor.

G.G.: Yine de tekrar hayatı kucaklamışsın. Şimdi ne yapıyorsun?

Z.Ö.: İlk boşanmadan sonra “Prestij” adlı yerel bir gazetede köşe yazmaya başladım. Kendim teklif etmiştim. Onlar da “Tamam” dediler. “Zozanca” diye bir köşem vardı. Orada kadınlarla ilgili yazılar yazdım. Ve gazetenin sahibi bir gün “Kadınlar da alıyorlar artık gazeteyi, evlere de gidiyor” dedi. Bir de daha önce yolu benimle kesişen kadınlar, gazetedeki fotoğrafımı görünce tanımaya başladı.Sonra benim gibi zorluklar yaşayan ve sorgulayan kadınlarla tanıştım. Derneği de öyle kurduk. O nedenle derneğin kapatılması benim için şoke ediciydi. Biz kadınları da derneğimizi de kriminalize etmişlerdi. Oysa hiç bir örgütle organik bir bağımız yoktu ve olmadı. Bağımsız, feminist, anti-militarist bir örgüttük. Kararlarımızı kendimiz alıyorduk. Ancak 2016’da gece yarısı yayınlanan bir KHK ile bizi ve derneği silahlı örgütlerle iltisaklı diye bir damga vurarak kapattılar. Tek bir delil bile yok, sadece iddia var. Dernek üye listelerimiz kamu kurumlarına “sakıncalı kadınlar” olarak dağıtıldı. Hepimiz çok olumsuz etkilendik. Kapatılmanın hemen ertesi kurduğum çekirdek aile de dağıldı. Kendimi nasıl toparladım? Yazılar yazdım, feminist dostlarla ve ailemle bağlarımı geliştirdim. Kızım çok küçüktü ve anne olmanın tüm yalnızlıklarını , zorluklarını, acemiliklerini ailem ve yakın dostlarım sayesinde kısmen hasarsız atlattım. Mahkeme mahkeme geziyordum. Hem devletle olan husumet mi diyeyim adaletsizlik mi diyeyim o sebeple hem de koca ile yaşadıklarımdan dolayı. Devlet ile koca aynı zihniyetten besleniyor. Ellerindeki tüm imtiyazları benim mağduriyetimi derinleştirmek için kullandılar.

Medyascope


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar