yazarlar makaleler
Ümit Akçay: Küreselleşme sonrası: Yükselen yeni milliyetçilik
26.01.2024

Son yıllarda iktisadi, siyasi, ekolojik ve jeopolitik sorunların derinleşmesiyle şekillenen çoklu kriz döneminde pek çok ülkede hoşnutsuzlukları örgütleyen yeni milliyetçiliğin neoliberal ve muhafazakar tonları oldu.

Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında oluşan tek kutuplu dünyada, neoliberal politikaların yönlendirdiği bir küreselleşmenin ‘tarihin sonu’ anlamına geldiği ilan ediliyordu. Ancak tarihin sonu iddiası, yaklaşık 20 yıl kadar sürdü! Ve 2008 küresel finansal krizinin ardından ‘tarihin sonunun sonu’ devri başladı.

Bir başka ifadeyle küreselleşmenin yavaşladığı ve korumacı eğilimlerin ortaya çıktığı yeni bir süreç başladı. Geçen haftaki yazıda bu dönemi tartışmak için çoklu kriz ve küresel ara rejim kavramlarını ele almıştım. Bu yazıda, ağırlıklı olarak Doğu Avrupa üzerine çalışmaları bulunan eleştirel siyasal iktisatçı Joachim Becker’in yakınlarda yayınlanan bir makalesi vesilesiyle, geçen haftanın devamı olarak, küreselleşmeye karşı gelişen yeni milliyetçilik konusunu ele alacağım.

Becker makalesinde Polonya ve Macaristan’a odaklanıyor. Bu ülkelerdeki gelişmeler, doğrudan dünyadaki ana eğilimi yansıtmıyor olabilir. Ancak yine de tek kutuplu liberal uluslararası düzenin çözüldüğü küresel ara rejim döneminde ortaya çıkan yeni siyasi ve iktisadi güçleri değerlendirmek için güzel bir tartışma çerçevesi sunuyor.

KÜRESELLEŞMENİN YARATTIĞI SORUNLAR

Bir tespitle başlayalım: 2008 sonrasında küreselleşmedeki durgunluğa ve neoliberal politikaların itibar kaybetmesine rağmen, buna karşı oluşan itiraz siyasetin sol tarafında değil sağ tarafında şekilleniyor. Neoliberal ve muhafazakar versiyonları olan bu yeni milliyetçilik, küreselleşmenin ve piyasa reformlarının yarattığı hoşnutsuzlukların ifade edildiği bir kanal haline geliyor. Bu hoşnutsuzlukların neler olduğuna baktığımızda, birkaç maddeyi sıralayabiliriz.

İlk başta büyüyen ekonomik eşitsizlikler geliyor. Neoliberal politikalar, sosyal refah ve gelirin yeniden dağılımından ziyade piyasa verimliliği ve deregülasyona öncelik verdiği için ekonomik eşitsizliklerde muazzam artışlar ortaya çıktı. Benzer şekilde, birçok ülkede özelleştirmeler ve kemer sıkma önlemleri uygulandıkça, sosyal güvenlik ağları ve kamu hizmetleri erozyona uğradı. Özelleştirmeler sonucunda, işçi sınıfının geleneksel olarak güçlü olduğu sendikal yapıların örgütsel tabanları daraldı. Bu tabana dayanan siyasi aktörler güçsüzleşti.

Üçüncü gelişme serbest ticaret ve ticari deregülasyonlar sonucunda pek çok Avrupa ülkesinde ve ABD’de sanayisizleşmenin yaşanması ve geleneksel sanayi işlerinin giderek azalmasıdır. Bu eğilimin diğer yüzü, geç kapitalistleşen ülkelerdeki sanayileşme eğilimlerinin hızlanmasıdır. Tüm bu dinamikler neoliberal küreselci modele yönelik bir güven krizinin oluşmasına katkıda bulundu ve bu güven krizi, alternatif politikaların formüle edilmesini getirdi.

Ancak burada dikkat etmemiz gereken husus, bu alternatiflerin genellikle farklı sermaye projeleri olmaları. Becker, Doğu Avrupa bağlamında yeni milliyetçiliğin muhafazakar ve neoliberal versiyonlarını açıklıyor. Ancak tartışma bununla sınırlı olmayabilir, zira 2000’lerde Latin Amerika’da yapılan ve günümüzde ABD için yeniden formüle edilen post-neolibealizm tartışması da, Çin’in temsil ettiği devlet kapitalizmi de alternatifler bahsinde ele alınmalı. Bunları bir başka yazıya bırakıp, yeni milliyetçilik tartışmasına dönüyorum.

NEOLİBERAL YENİ MİLLİYETÇİLİK

Becker, yeni milliyetçiliğin bu iki versiyonunu, 4 ayak üzerinde yükselen bir analitik çerçeve ile inceliyor.

Neoliberal milliyetçiler, devlet konusunda geleneksel neoliberal yaklaşımla büyük ölçüde örtüşürken, Avrupa Birliği (AB) içinde ulus devletlere daha fazla söz hakkı talep ediyorlar.

Ekonomik politikalar alanına baktığımızda, her ne kadar neoliberal ekonomik milliyetçiliğin içeriği tam olarak net olmasa da daha fazla ulusal politika alanı talep ettiklerini söyleyebiliriz.

Üçüncü olarak sosyal politika alanına baktığımızda, neoliberal yeni milliyetçilik, liberal refah devleti geleneğine bağlılığını sürdürüyor ve yoksullar için gelir testi yapılarak sınırlı bir sosyal güvenliğin sağlanabileceğini savunuyor. Ancak neoliberal yeni milliyetçiliğin ayırt edici yanı, etnik ve dini azınlıklar ile göçmenlerin açık ya da örtük bir şekilde sosyal güvenlik sisteminden dışlanmasını talep etmeleri.

Son olarak bu yaklaşım, sendikaları emek piyasasında tekel oluşturmakla suçlayarak, emeğin hükümetin karar alma süreçleri üzerindeki etkisini azaltmayı öneriyor.

MUHAFAZAKAR YENİ MİLLİYETÇİLİK

Yeni milliyetçiliğin muhafazakar versiyonu daha ilginç. Becker’i takip ederek, aynı dört açıdan bu yaklaşımı değerlendirelim.

Muhafazakar yeni milliyetçiler, teknokratik, kural temelli ve siyaset alanı dışına çıkarılmış bir devlet anlayışından ziyade yeniden siyasallaşma gündemini takip ediyorlar. Bu yaklaşıma göre meşru siyasi alan, 'yerli ve milli' olarak tanımlanan güçlerle sınırlıdır. Milliyetçi-muhafazakar devlet yaklaşımı, ulus-üstü AB politika yapım süreçlerini eleştirir ve AB'de ulusal hükümetlerin rolünü güçlendirmeye çalışır.

Ekonomi politikası alanına baktığımızda, net bir eğilimi tespit etmek zor. Ancak müdahaleci ve kalkınmacı eğilimlerin bulunduğu, seçici bir korumacılık ile ulusal şampiyonların desteklenmesi gibi politikaların takip edildiği söylenebilir. Dikkatli okuyucu, bu melez yaklaşımları daha önce ‘utangaç kalkınmacı’ olarak adlandırdığımı hatırlayacaktır.

Üçüncü boyut olan sosyal politikaya baktığımızda, muhafazakar yeni milliyetçiler, muhafazakar refah devleti geleneğine yaslanarak aileyi temel alır ve toplumsal cinsiyet rollerini korumayı amaçlar, erkekler evin geçimini sağlamalı ve kadınlar öncelikle ev işlerine bakmalıdır. Bu tip bir sosyal politika, etnik azınlıklara, göçmenlere ve LGBT gruplara karşı açık veya üstü kapalı ayrımcılık barındırır.

Son olarak, muhafazakar yeni milliyetçiler için sendikalar 'milliyetçi' bir sivil toplumun oluşturulması için işlevli olarak görülür. Dahası, sendikalar milliyetçi-muhafazar bloğun bir örgütlenme alanı ve işçilerin 'milli cepheye' entegrasyonun bir aracı olarak görülür.

KISA SONUÇLAR

Neoliberal küreselleşme, farklı ülkelerde farklı şekillerde deneyimlendi ve farklı sonuçlar yarattı. Ancak son yıllarda iktisadi, siyasi, ekolojik ve jeopolitik sorunların derinleşmesiyle şekillenen çoklu kriz döneminde pek çok ülkede hoşnutsuzlukları örgütleyen yeni milliyetçiliğin neoliberal ve muhafazakar tonları oldu.

Yeni milliyetçiliğin neoliberal versiyonu, milliyetçilerin uyguladığı bir neoliberal politika olmaktan öteye gitmiyor ve deyim yerindeyse ‘tek ülkede kapitalizm’ inşasına girişiyor. Genellikle bu proje, sınıfsal güç ilişkilerinde bir herhangi bir değişimi öngörmüyor ve eski müesses nizam temsilcilerinin yeni döneme kendileri uyumlandırmasının bir aracı haline geliyor.

Muhafazakar versiyonu ise, iktidar bloklarında yeniden yapılanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor ve siyasi iktidarın desteğiyle gelişen yeni bir sermaye fraksiyonunun alt sınıfların hoşnutsuzluklarını da içerecek yeni bir hegemonik proje kurmaya yönelmesinin bir ifadesi olarak görünüyor.

Her ikisi de yeni gelişen otoriter eğilimlerin farklı biçimlerini temsil eden yeni milliyetçiliklerin farklı boyutlarını tartışmak, Türkiye açısından da önemli. Zira yerel seçimler sonrasındaki ‘seçimsiz’ geçecek dört buçuk yılda iktidar, otoriter konsolidasyon yolunda önemli adımlar atmaya hazırlanıyor.

Duvar


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar