yazarlar makaleler
Ömer Murat: PKK, seçim öncesinde neden Erdoğan’ın ‘ekmeğine yağ sürüyor’?
1/14/2024

Şehit cenazelerinin sayısı arttıkça iktidarın propaganda bombardımanı altında kalacak İmamoğlu ve Yavaş’ın bu Kürt seçmenlere bırakın hitap etmesi, nasırlarına basacak şekilde açıklamalar yapmaya zorlanması da şaşırtıcı olmayacaktır.

PKK (ve ona bağlı TAK) 2016 yılında Türkiye’nin farklı şehirlerinde 10 intihar saldırısı gerçekleştirdi. Sonrasında PKK yaklaşık altı yıl boyunca bu eylemlerini durdurdu. Yeni bir intihar saldırısı düzenlemek için 14 Mayıs seçimlerinden yedi ay öncesini bekledi ve 26 Eylül 2022’de bir polisin şehit olduğu terör saldırısını tertipledi. Bu, aynı zamanda Mersin’de otuz yıl aradan sonra ilk kez düzenlediği bir eylemdi.

Ana partilerinden biri İYİP olan Altılı Masa HDP’yle nasıl bir gayriresmî seçim ittifakı yapabileceğinin sancılarını çekerken ve Erdoğan ile Bahçeli Millet İttifakı’nı nasıl terör destekçisi ilan edip de ekonomik kriz nedeniyle kızgın milliyetçi seçmenleri kendilerinde tutacaklarını düşünürken PKK onlara adeta altın tepside bir terör eylemi sundu.

PKK’nın Cumhur İttifakı’na verdiği örtülü destek orada da kalmadı. Seçim süreci boyunca Kandil’den Murat Karayılan ve Duran Kalkan gibi isimlerden Erdoğan’a yönelik salvolar ve Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’nu destekleyen açıklamalar üst üste geldi. PKK yöneticilerinin böyle yaparak Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüğünden habersiz olduklarını iddia etmek onların değil kendi aklımızla alay etmek demektir.

Erdoğan rejimi ve PKK’nın buluştukları ortak nokta Türkiye’nin demokratikleşmesini kendi varlıklarına yönelik açık bir tehdit olarak algılamalarıdır. O nedenle aynen PKK gibi Erdoğan için Öcalan her zaman Demirtaş’a nazaran tercih edilir bir şahsiyettir. Nitekim AKP liderinin “Öcalan, Demirtaş’ın verdiği mesajlardan rahatsız” demeci ile 2019 belediye seçimleri öncesi Kürt seçmenin İmamoğlu’na oy vermesini engellemek için Öcalan’ın mektubunu TRT’de okuttuğu, hatta TRT’nin “HDP’nin attığı adımlara eleştirel yaklaştığını” söyleyen (Öcalan’ın kardeşi) Osman Öcalan’la kırmızı bültenle arandığı halde bir mülakat yapıp yayınladığı hatırdadır.

Türkiye’nin başında HDP/DEM’in önde gelen siyasetçilerini hapseden, halk oyuyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyım atayan Erdoğan gibi bir otokrat bulununca, PKK’nın terör eylemlerini Kürtlerin hiç değilse bir bölümünün gözünde meşrulaştırabilmesi, Kürtlerin PKK’yı HDP/DEM gibi siyasi partilerini sabote eden bir örgüt olarak görmemesi kolaylaşır. Bu tür kirli çıkar birlikteliği devletin daha önceki “sahipleriyle” PKK arasında da mevcuttu. Mesela 25 Mayıs 1993’te hükümetin genel af ilan edeceği gün PKK 33 eri Bingöl yolunda alıkoyup aynı gün kurşuna dizdi. Zavallı erler sivil kıyafetle ve kendilerine hiçbir koruma verilmeden sivil otobüslere bindirilip görev yapacakları Bingöl’e gönderilerek adeta PKK’ya kolay hedef haline getirilmişti.

Demokrasi trenini amacına ulaştığında ilk istasyonda terk eden Erdoğan’ın Kürt meselesinde devleti büyük ölçüde önceki kodlarına döndürmek oldukça işine geldi. Sadece şöyle bir “düzeltme” yaptı: Kendisini destekleyen Kürtleri iktidarının aslî unsurları arasına sokarak AKP’yi muhafazakar Kürtlerin en fazla oy verdiği parti haline getirdi. Rejimin bir diğer aslî ortağı MHP’nin Kürt meselesinde talep ettiği aşırılıklar ise tamamıyla HDP’ye yönlendirildi. Böylece Diyarbakır’da AKP’li belediye meclisi üyelerinin de desteğiyle ana bir caddeye “Şeyh Said Bulvarı” adının verildiği, Bahçeli’nin buna yıllar sonra tepki gösterdiği, Erdoğan’ın siyasi ömrü kadar baki olduğuna şüphe bulunmayan garip bir statüko oluştu.

31 Mart 2024 belediye seçimleri yaklaşırken PKK’nın Erdoğan döneminde Kuzey Irak’ta kurulan, bir çoğu yeterli güvenlik tedbirlerinden yoksun, adeta derme çatma hüviyetindeki üsleri ve karakolları hedef aldığına şahit oluyoruz. Askerî uzmanlar bu üslerin Türkiye sınırından epey uzak noktalarda o şekilde kurularak PKK’ya kolay hedef haline getirildiğini belirtiyorlar. PKK’nın buralara yönelik saldırılarında geçen ay 12 şehit verilmişti, dünkü yeni saldırısında ise en az 9 şehit daha verildiği duyuruldu.

İktidarın buna nasıl tepki vereceğini artık ezbere biliyoruz: Suriye ve Kuzey Irak’taki yüzlerce PKK hedefine yönelik düzenlenen hava saldırılarında onlarca, hatta yüzlerce teröristin öldüğü duyurulacak. Bağımsız medya kalmadığı için kimsenin “Yahu her PKK saldırısı sonrası örgütün belini kırdığınızdan bahsediyorsunuz, açıklamalarınızı doğru kabul edersek şimdiye kadar binlerce terörist katledildi, ama ne hikmetse örgüt onlarca şehit verdiğimiz yeni saldırıları hâlâ düzenleyebiliyor. Üst üste bu kadar şehit verilmesi askeri stratejideki büyük bir zaafa delalet etmiyor mu?” gibi sorgulamalara gitmesine izin verilmeyecek. Onun yerine, PKK’nın da pek ala bildiği gibi iktidarın propaganda makineleri “CHP=PKK, İmamoğlu=PKK, Mansur Yavaş=PKK” şeklinde özetlenebilecek bir kampanya başlatacak.

Bunun Erdoğan’ı aynen 14 Mayıs seçimlerinde olduğu gibi rahatlatan bir ortam yaratacağına hiç kuşku yok… Şöyle ki seçimin en kritik şehirleri olan İstanbul ve Ankara’da HDP/DEM’in seçmenlerinin ortada resmi bir ittifak olmamasına rağmen 2019’da olduğu gibi CHP adaylarına oy vermesi umut edilmektedir. Şehit cenazelerinin sayısı arttıkça iktidarın propaganda bombardımanı altında kalacak İmamoğlu ve Yavaş’ın bu Kürt seçmenlere bırakın hitap etmesi, nasırlarına basacak şekilde açıklamalar yapmaya zorlanması da şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim İmamoğlu’nun Demirtaş’ın babasının iki hafta önce vefatı üzerine, böylesine insanî bir hadiseyi fırsat olarak görmek yerine, açıktan bir taziye mesajı yayınlamaktan kaçınması geçen ayki PKK saldırısı sonucu Kuzey Irak’ta 12 askerin şehit olmasının doğrudan bir yansıması gibidir. İmamoğlu bu çekingenliği nedeniyle muhalif cenahta eleştirilere muhatap olsa da dünkü PKK saldırısı ve gelen yeni şehit cenazelerinin, takındığı temkinli tutumun haklılığını ortaya koyduğunu kendisine düşündürmüş olması muhtemeldir.

HDP/DEM liderleri 14-28 Mayıs seçimlerine giden süreçte iktidarı gerçekten zorlayacak bir strateji izleyebilecek siyasi zekaya veya güce sahip olduklarını ortaya koyamadılar. Bir terör örgütünün siyasi uzantısı oldukları algısını değiştirmedikleri müddetçe Türkiye siyasetinde gerçek bir aktör olma ihtimalleri zorlaşacaktır. Bu algı sürdükçe milliyetçi seçmen, ekonomik kriz ne kadar şiddetlenirse şiddetlensin, Kürtlerin “kralı belirleyici” (kingmaker) konumuna yükselmesini engelleyecek şekilde oy vereceklerdir. Erdoğan’ın getirdiği başkanlık rejiminde onları bu şekilde yönlendirmek epey kolaylaşmıştır.

HDP/DEM’in bugünkü duruma düşmesi Erdoğan’ın çok daha geniş kesimlere hitap edebilen bir siyasi kıvraklık ve karizmaya sahip Demirtaş’ı AKP’nin 7 Haziran 2015’te yaşadığı seçim yenilgisinin sorumlusu olarak gördüğü için hapsetmesiyle yakından ilgilidir. Fakat sonrasında HDP/DEM, Türkiye siyasetinde güçlü rol oynamasını sağlayacak bir strateji sergileyemedi. Bu şartlarda asıl hedefi merkez sağa hitap etmek olduğunu gördüğümüz İmamoğlu’nun DEM’le arasına koymaya başladığı açıyı artırması şaşırtıcı olmayacaktır.

14-28 Mayıs seçimleri Kürt siyasetinin sırtındaki PKK bagajıyla Türkiye siyasetinde başarı şansının düşük olduğunu bir kez daha gösterdi. Burada “başarıdan” kastedilen iktidara ortak olmak, iktidar olacak kişileri belirleyebilme gücüne kavuşmak, bu sayede tabanının taleplerinin gerçekleşmesini sağlayabilmektir. PKK liderlerinin seçim sürecinde verdikleri demeçlere baktığınızda, kendilerini adeta HDP’nin yerine koydukları, hatta onun üstünde bir konumda yer alıyor gördüklerini ve hedeflerinin Kürtlerin Türkiye siyasetinde güçlenmesi olduğu zehabına kapılabilirsiniz. Oysa sahada yaptıklarına baktığınızda öncelikle Kuzey Irak ve Suriye’de bir Kürt devleti kurmayı amaçladıkları anlaşılmaktadır. Bunlar birbiriyle çelişen hedeflerdir. Türkiye ve İran gibi iki büyük bölgesel gücün milli çıkarlarına aykırı gördüğü böyle bir devletin oluşmasına müsaade etme ihtimali yok denecek kadar azdır. Türkiye ve İran’ı kim hangi rejimle yönetirse yönetsin bu gerçek değişmeyecektir. İlk bakışta Suriye’de YPG üzerinden ABD’yle yapılan ittifakla fiilen teşekkül eden devlet yapılanmasının (Suriye Demokratik Güçleri idaresi) bunun bir ön basamağı gibi algılanması bir yanılgıdan ibarettir. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip edenler ABD’nin desteği ortadan kalktığı anda böyle bir devletin üçüncü büyük hasmının da Araplar olacağını rahatlıkla görebilmektedir. Bölgenin belli başlı tüm büyük güçlerinin karşı çıktığı bir devletin sadece ABD desteğiyle kurulabileceğini sanmak kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Sözün özü, PKK kurulabilme ihtimali yok denecek kadar az olan bir devlet hayalinin peşinde, Kürtlerin elde edebilme ihtimali çok daha yüksek olan bir gücü, Türkiye siyasetinde hakiki bir tesir sahibi olmasını sabote etmektedir.

Tüm Suriye’yi ne pahasına olursa olsun “fethetme” rüyaları kuran Erdoğan’ın “Kobani düştü, düşüyor” açıklamasıyla sembolleşen IŞİD’a yönelik vahim yaklaşımı ve Türkiye’nin Suriye siyasetini Batı’yla koordine edebilme becerisi gösterememesi bugünkü duruma yol açtı. Bu beceriksizliğin Erdoğan sonrasında da böyle süreceğini sanmak gerçekçi değildir. ABD ve Batı için Suriye ve Irak politikasını Türkiye’ye karşı değil, onunla müzakereyle belirlemek her zaman tercihe şayan olacaktır. Afganistan’da yaşananlar ABD’nin sadece kendi desteğiyle ayakta durabilen bir rejime ilelebet payanda olamayacağını açıkça göstermedi mi?

Diğer yandan, bölgede Kürtlerin bir devlete en fazla yaklaştıkları asıl oluşum Irak Kürdistan Bölgesel (IKB) Hükûmeti’dir. Bu idarenin ekonomik ve askerî açıdan muhtariyetini sürdürebilecek güçte bulunabilmesi Türkiye’yle olumlu bir düzlemde sağlam ilişkiler kurabilmesiyle yakından ilgilidir. PKK saldırılarıyla sadece DEM’in Türkiye siyasetindeki konumunu değil, Ankara ve Erbil arasında Özal döneminde temelleri atılan bu tür bir ilişki modelinin de altını oymaktadır. Oysa Kürtlerin Türkiye siyasetinde sayılarıyla orantılı bir güce kavuşmaları halinde tam tersi bir durumun söz konusu olması, yani Türkiye ve IKB arasındaki ilişkilerin Erbil’i otonomisini ezmeye çalışacak bir Bağdat karşısında güçlendirmesi içten bile değildir.

Kronos


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar