yazarlar makaleler
Mustafa Yıldız: “Türklük Sözleşmesine“ devam mı?
4.11.2023

Ülkenin muhalefet partileri, solcuları, sosyalistleri, İslamcıları, Kürt siyasi hareketi yaşadığımız ülkenin mevcut durumdan kurtarılarak düze çıkarılması için bu sorulara cevap vermek gerekiyor. Süreç ilerledikçe, özellikle Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürtlere zarar verdiği kadar, Türklere de zarar veriyor, verecek.

Cumhuriyetin birinci yüz yılını tamamladığımız şu günlerde, birinci yüzyılda bu ülkenin kurucu ve asli unsuru olan Kürtlerle neler yapmışız öncelikle ona baktığımızda; 1919-1923 yıllarında Cumhuriyetin kurucuları Kürtlerin her türlü etnik, dilsel, kültürel, toplumsal, bölgesel hak, imtiyaz ve özelliklerine saygılı olunacağını açık bir biçimde belirtti.

Bunu Sivas Kongresi'nde, Amasya Protokolünde, Misak-ı Milli Kararlarında, TBMM görüşmelerinde, 1921 Anayasası'nda, Lozan Barış Antlaşması’nda her türlü haklarını kullanabilecekleri ile ilgili maddeler yer alıyor.

1921 Anayasası’nda il yönetimlerinin özerk olacağından hareketle Kürtlerin kendilerini özerk olarak yönetebilecekleri yer aldı.

Kurtuluş Savaşı

29 Ekim1923 Osmanlı İmparatorluğu'nun geride kalan toprakları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti nin kurucuları Mustafa Kemal ve arkadaşları Osmanlı İmparatorluğunun çok uluslu çok kültürlü çok dilli yapısını ortadan kaldırmak ve bu grupların tümünü Türk Ulusu ismi altında yeni bir ulus oluşturmak istediler.

Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürtlere verilen sözlere rağmen. Yaratılmak istenen yeni ulusun amacına ulaşmak içinde çeşitli asimilasyon politkaları oluşturdu.

Nihayetinde de 1924 Anayasası ile üniter bir yapıya geçerek, 1924 Anayasası ile Türkiyeli kavramının yerini Türk ifadesi almıştı.

Bu ifade yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde Türk dışında kalan bütün diğer etnik guruplar yok sayıldı.

En büyük grup olan ve Cumhuriyetin kurucu unsurlarından biri olan Kürtler yok sayıldı.

Kurulan yeni devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu, ülkede konuşulan diğer dillerin ortadan kaldırılması için büyük çabalar harcandı. Bu çabanın en büyüğü ise Kürtlerin diline karşı gösterildi.

Kürtçe olan her şey ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Yerleşim yerlerinin Kürtçe olan isimleri değiştirildi.

Kürtçe müzikler, bölgeye gönderilen uzmanlar ile Türkçeye çevrildi. Kürtlerin sokakta Kürtçe konuştuğu her kelime için insanlara cezalar kesildi. Ancak günümüze kadar Kürt dili ve kültürü üzerinde uygulanan tüm bu asimilasyon politikaları çok büyük oranda başarılı olmadı.

Lozan Antlaşması'nda bulunan 39/4 ve 39/5 maddeleri Kürt dilinin konuşulmasını güvenceye aldı.

“Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır” (39/4) ile “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır” (39/5)

Lozanın 39/4 ve 39/5 maddelerine karşın, 2023 yılında TBMM de bir iki cümle Kürtçe konuşan Kürt Milletvekillerinin konuşmaları TBMM tutanaklarına bilinmeyen bir dil olarak geçiyor.

1923 Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1924-1937 yılları arasında Kürtlerin yok sayılmasından dolayı Türkiye Cumhuriyet sınırları içerisinde tam 27 isyan meydana geldi. Kürtler Cumhuriyetin kuruluşundan 1946 yılına kadar sıkıyönetim koşullarında yaşadı.

"Kürtler", "Kürdistan" veya "Kürtçe" kelimeleri Türk hükûmeti tarafından resmen yasaklandı. 1980 askeri darbesinin ardından Kürtçe resmi ve özel hayatta yasaklandı. Kürtçe konuşan, yayın yapan veya şarkı söyleyen birçok kişi tutuklandı ve hapsedildi.

12Eylül darbesinden sonra 1984 yılında PKK'nin Kürt halkı adına başlattığı özgürlük mücadelesi ile yaşanan yoğun çatışmalar sürecinde Kürt köyleri yakıldı, boşaltıldı. 2 milyona yakın Kürt kendi köylerinden çıkarılarak mağdur edildi. Bölgede 17 bin faili meçhul cinayet meydana geldi.

PKK'nin vermiş olduğu mücadele de binlerce PKK militanı, asker ve sivil yaşamını kaybetti. Hala insanlar yaşamını kaybediyor.

2013'te devlet ile PKK arasında çözüm görüşmeleri yapılmaya başladı. Bu görüşmeler süresince, yapılan çalışmalar süreç boyunca şiddeti sona erdirdi.

Türkiye’de 2015 yılına kadar yaşanan görece demokratikleşme reformlarıyla Kürt dili ve kültüründe ciddi gelişmeler yaşandı. Ancak 2015’te “Çözüm Süreci”nin sona erdirilmesi ile birlikte devlet, umulmadık bir biçimde eski milliyetçi ve asimilasyonist kodlarına dönüş yaptı.

Bu sert dönüş, Kürtler çok sayıda kazanımın yeniden yasak, inkâr ve cezayla karşılanması anlamına geliyordu.

1990'lardan günümüze kadar, Kürtlerin haklarını savunan ve Kürt bölgelerinden yüksek oranda oy alan Kürt siyasi partileri kapatıldı, üyeleri hukuksuz bir şekilde tutuklandı.

2016 yılından beridir, Kürt bölgelerindeki yerel yönetimlere hukuksuz bir biçimde el konulup yerlerine Valiler kaymakamlar atanıyor.

Bu tür uygulamalar dünya tarihinde sömürgelerinde uygulanan yöntemlerdi. Bu gün Kürtlerin yaşadığı bölgelerde seçimle kazanılmış belediyelere el konuluyor. Bu yapılanlar bölgeyi sömürge bir bölge statüsüne dönüştürmüştür.

Türkiye, Cumhuriyet'in ikinci yüzyılına girerken, Türkiye'de yaşayan tüm kesimler artık şuna karar vermeli.

“Otokrasi mi? Demokrasi mi?”, “Laiklik mi? Şeriat mı?”, “Kürtlerle birlikte yaşamak mı, yaşamamak mı?”, “Kürtlerle ortak bir amaç ile bir araya gelecek miyiz, gelmeyecek miyiz?”, “Çağdaş bir anayasa yapacak mıyız, yapmayacak mıyız?”, “Kürt sorununda şiddeti sona erdirecek miyiz?”

Ülkenin muhalefet partileri, solcuları, sosyalistleri, İslamcıları, Kürt siyasi hareketi yaşadığımız ülkenin mevcut durumdan kurtarılarak düze çıkarılması için bu sorulara cevap vermek gerekiyor. Süreç ilerledikçe, özellikle Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürtlere zarar verdiği kadar, Türklere de zarar veriyor, verecek.

Cumhuriyetin 2. yüzyılında “Türklük Sözleşmesinden” vazgeçmediğimiz takdirde sorun, yuvarlanan kar topu gibi büyüyerek hepimizin önüne gelecek.

Bianet

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar