yazarlar makaleler
Mehmet Y. Yılmaz: Parti devletine tam gaz
1/8/2024

Bütün bunlar otokratik devletin inşası için atılan adımlar ve Anayasa’nın giderek toptan rafa kaldırılması için Yargıtay marifetiyle atılan son adımdan sonra daha da anlam kazanıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 bin 932 polisin göreve başlaması ve Emniyet’in kullanması için 1573 yeni aracın hizmete alınması nedeniyle düzenlenen törende konuştu.

Benzeri bütün konuşmalarında olduğu gibi bu törende de konuşmasının önemli bölümü törenin amacı ile hiç ilgisi olmayan konulara ayrılmıştı.

Zaten nerede parti meselesini konuşan bir parti genel başkanı, nerede ülkenin sorunlarını çözmekten sorumlu Cumhurbaşkanı gibi konuşuyor belli değil, hepsi birbirine karıştı.

Türkiye’nin bir “parti devletine” dönüşme süreci o kadar hızlandı ki bunu artık kimse de yadırgamıyor.

Nitekim vatandaşlara eşit olarak hizmet etmekle yükümlü polislerin göreve başlamaları ile ilgili tören, AKP’nin düzenlediği bir miting havasında geçti.

Göreve yeni başlayan polislerin, görevlerini yerine getirirken bundan etkilenmemeleri mümkün olabilir mi?

Buna bir de “tarikat” ya da “bizdendir” kontenjanlarından yararlanarak göreve başlayanları ekleyin.

Erdoğan bu polislere hitaben yaptığı konuşmada şunu söyledi:

“Değerlerimize savaş açanların heveslerini kursaklarında bırakmakta kararlıyız. Biz bu oyunu bozarken, en büyük desteği İstanbul’dan; İstanbul’da da sizlerden bekliyoruz.”

Erdoğan’ın “değerlerimiz” diye tanımladığı şey soyut bir kavram.

Benim kişisel değerlerim ile Erdoğan’ın kişisel değerlerinin farklı olması da gayet normal!

Çoğulcu toplumlarda böyle olur, herkesin kendine göre değerleri vardır, bir arada tatlı tatlı yaşar gideriz. Ortak değerler de vardır elbette, tartışma konusu bile olmaz.

Ancak otokrasilerde, otokratın değerleri giderek “ortak değerler” haline gelir.

İşin rengi çoğulcu toplum olmaktan çıktığımızda değişir.

Burada da kendisi için “değerlerimiz” diye tanımladığı şeyi topluma dayatacak gücü olan kişi Erdoğan.

Erdoğan’ın polislere söylediği “değerlerimize karşı savaş açanlar” kimler olabilir?

Tahmin etmek zor değil, niyet okumak da sayılmaz. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan, genel olarak tanımlayacak olursak “muhalif” diye genel bir başlık altında toplanacak bir kesim.

Erdoğan’ın iddia ettiği bu savaş nasıl açılmış?

Onun dayattığı değerleri kabul etmediğimiz ve kendi değerlerimizin varlığı konusunda ısrarcı olduğumuz için olsa gerek.

Ve şimdi bizlere karşı mücadelesinde devletin kolluk güçlerini de görevlendiriyor.

Bütün bunlar otokratik devletin inşası için atılan adımlar ve Anayasa’nın giderek toptan rafa kaldırılması için Yargıtay marifetiyle atılan son adımdan sonra daha da anlam kazanıyor.

Partiye ve lidere bağlılıkları, Anayasa’ya ve kanunlara olan bağlılıklarının önüne geçmiş yargıçların işi nereye vardırabileceklerini gördük.

Günün birinde kolluk görevlilerinin, partinin para militer gücü gibi davranmaya başladıklarını görürseniz şaşırır mısınız?

Sağ kollarına “ampullü pazıbent” takmış polisleri gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz?

* * *

Yargıtay Başkanı’nın derdi

Yargıtay’ın tutumundan sonra artık bundan bile endişe eder durumdayız: Birtakım kanunlar ve Anayasa filan var ama belki uygulanır, belki uygulanmaz!

Afyonkarahisar Valiliğini ziyaret eden Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca şunu söyledi:

“Anayasa Mahkemesi ile bu son olayla ilgili ortaya çıkmış bir problem değil. Aşağı yukarı 5 – 6 yıldır süregelen bireysel başvuru yolunun incelenmesindeki yorum farklılığından ve Anayasa’nın yorumundan kaynaklanan ve ciddi anlamda derin görüş aykırılıklarımız olduğu bir gerçek.”

Bu normal bir durum.

Hukuk, yorumlarla gelişen bilimsel bir disiplin.

Yargıçlar arasında yorum farklarının olması da normal.

Biraz da dünyaya nereden bakıldığı ile ilgili bir durum bu.

Bireylerin haklarının her şeyden üstün olduğuna inanan bir açıdan bakıyorsanız elinizdeki kanunu farklı yorumlayabilirsiniz.

Ancak günümüzdeki Yargıtay’ın tavrı, yorum farkıyla açıklanabilecek bir durum değil.

Ortada çok açık yazılmış bir Anayasa maddesi var.

Maddenin üçüncü paragrafı bence Yargıtay Başkanı’nın da zorlanmadan anlayacağı kadar açık:

“Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.”

Maddesi de öyle:

“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Türkiye, Anayasa’sında “hukuk devleti” yazılı bir ülke ama bunu unutalı çok zaman oldu. Doğrusunu isterseniz AKP öncesi dönemde de “hukuk devleti” kavramı daha çok bir “özlemi” ifade ediyordu.

Ama Türkiye, eskiden hiç olmazsa kanunların uygulandığı bir devletti.

Kanun devleti olmak, uygulanacak kanunlara bağlı olarak bazen o kadar matah bir şey olmasa da vatandaşların öngörülebilir bir ülkede yaşadıklarını hissetmelerini sağlar.

Yargıtay’ın tutumundan sonra artık bundan bile endişe eder durumdayız: Birtakım kanunlar ve Anayasa filan var ama belki uygulanır, belki uygulanmaz!

Yargıtay Başkanı’nın yapması gereken belli: Önce Anayasa’ya uyulmasını sağlayacak.

Daha sonra da Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları nasıl incelemesi gerektiği ile ilgili tartışmayı hukuk disiplininin kavramlarıyla tartışmaya açacak.

3. Ceza Dairesi’nin yaptığı gibi hukuk dışı siyasi bir metni, “mahkeme kararı” diye ortaya çıkarmayacak.

Kim bilir, belki de hukuk bilgilerinin gücüyle AYM üyelerini bu yolda ikna edebilir.

Onları ikna edemiyorsa belki siyaseti etkiler, bununla ilgili yasal düzenlemelere, Anayasa değişikliklerine gidilir.

Bir kabile devletinde yaşamıyorsak, bunun yolu budur.

O halde bile yapılması gereken ilk iş AYM’nın güncel kararını uygulamaktır; bundan kaçış yok.

Elbette Anayasa askıya alınmadı ya da tümden kaldırılmadıysa!

T24

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar