yazarlar makaleler
Baskın Oran: “Hainlik” kavramına dair: Vahdettin ve Şeyh Said
12/22/2023

Bizler tarih araştırması yaparken tabii ki bugünün bilgisi ve bilinciyle yaparız. Fakat önemli olan, o günün koşullarını göz önüne alarak bakmaktır. Yoksa, hiçbir şey anlaşılmaz. Daha beteri, yanlış anlaşılır.

Türkiye’nin en önemli seçimlerinden biri (31 Mart) yaklaştıkça, çok ilginç şeyler oluyor. Kimileri bazı tarihî şahsiyetleri hain ilan ediyor, kimileri de tepki olarak yüceltiyor.

Önce, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e (CHP) soruşturma açıldı. Çünkü kentin 100. Yıl kurtuluş kutlamalarında Nutuk’tan alarak kullandığı sözler Sultan Vahdettin’e hakaret sayılmıştı.

Ardından, Şeyh Said meselesi başladı. Çok ilginçtir, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi kayyımının (evet, kayyımının!) yeni bir bulvara Şeyh Said Bulvarı adını verdiği öğrenildi. Oysa Şeyh Said’in idam edildiği Dağkapı’ya 18.12.2014’te Şeyh Said Meydanı adını veren belediye eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı ve meclis üyeleri hâlâ yargılanmakta idi.

Gazeteci Fatih Altaylı’nın kendi Youtube programında “… bu ülkeyi yıkmaya, bölmeye çalışmış bir haysiyetsiz, bir şerefsizin adını bir rezilin adını siz bir bulvara veriyorsunuz…” biçimindeki çıkışına Diyarbakır Barosu “ölünün hatırasına hakaret”ten suç duyurusunda bulundu.

Altaylı aynı programda sunucunun, Ümit Özdağ’ın “Bir vatan haininin adı 12 km’lik bulvara veriliyor. Almanya’da bir ara sokağa A. Hitler adı verilse…” dediğini hatırlatması üzerine, Hitler için şöyle diyor: “Berbat devlet adamı, faşist bir diktatör falan filan ama hain değil. Almanya’ya bile isteye isyan etmemiş. Almanya’yı parçalamaya, bir toprak koparmaya çalışmamış. Alman devleti tarafından yargılanıp, Alman mahkemeleri tarafından yargılanıp, hain olarak ilan edilmiş birisi değil.

İlk tepkiyi verenler, Şeyh Said’in torunları oldu. AKP’li Erzurum Milletvekili Abdurrahim Fırat: “Şeyh Said onurumuzdur. Bazı terbiyesiz ve ahlaksız zevatların Şeyh Said Efendi için sarf ettiği beyanlar hakkında TCK hükümlerine göre suç duyurusunda bulunacağımızı ve Şeyh Said Efendi’nin sahipsiz olmadığını beyan ederim” dedi.

Faysal Fırat şöyle konuştu: “Bu sistem Şeyh Sait kıyamıyla barışmadığı sürece Kürt halkıyla demokratik koşulların iyileştirilmesinde hiçbir ilerleme sağlanamayacaktır” . İYİP İstanbul milletvekili M. S. Ensarioğlu da “Şeyh Said’e yönelik ithamları şiddetle reddediyorum" deyip de disipline verilince, istifa etti.

Aralık 2012’de kurulan Hüda-Par programı zaten net idi: “Başta Şeyh Sait olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenmelidir”.

Bu arada, burası Türkiye, bunların yaşandığı günlerde Diyarbakır’ın Bismil ilçesi kayyımı, kentin girişindeki Kürtçe tabelayı kaldırıp Türkçesini dikiyordu ve İstinaf da Şeyh Said ve 46 arkadaşının mezar yerinin açıklanması talebini kesin olarak reddediyordu.

Fazla uzattım. Benim buradaki amacım, bu gelişmeleri kısa geçip çok başka ve çok daha önemli bir noktaya gelerek “hainlik” kavramı üzerine düşünmek idi. Artık ona girişelim.

***

Bizler tarih araştırması yaparken tabii ki bugünün bilgisi ve bilinciyle yaparız. Fakat önemli olan, o günün koşullarını göz önüne alarak bakmaktır. Yoksa, hiçbir şey anlaşılmaz. Daha beteri, yanlış anlaşılır.

Sultan Vahdettin meselesiyle başlayalım. Koşullar şöyle:

Lozan’a bir de İstanbul gelmesin diye Saltanat TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de kaldırılmış. Artık çökmüş imparatorluğun kopuk başı Vahdettin İngiliz işgalinde tutsak ve işgal bitince en iyi olasılıkla II. Abdülhamid gibi bir konakta ölene kadar hapsedilecek. Ölüm tehditleri geliyor. 17 Kasım’da İstanbul’u terk ederek Malta'ya gidiyor.

Kendisine “hain” denmesi şu açıdan “normal” ki, her radikal yeni rejim beyaz bir sayfa açmak, tabula rasa yapmak zorundadır. Bunun için de eski Sultan’ın Malaya adlı bir İngiliz zırhlısıyla gitmesi kullanılıyor; eğer özel bir gemi kiralayıp gitseydi farklı bir anı bırakabilirdi.

Öte yandan, İmparatorluğu dünya savaşına sokmuş olan Enver, Talat ve Cemal paşalar dahil toplam dokuz İttihatçı önde geleni, Galata Köprüsü'ndeki sokak fener direklerine asılacakları söylentisi yayılınca, 30.10.1918 Mondros’un ardından bir Alman subayının organizasyonuyla bir Alman denizaltı torpidosuna binerek Sivastopol’e gidiyorlar Ama onlara bugün “hain” demiyoruz çünkü Ankara’da kurulan yeni devlet de İttihatçı temeline dayanıyordu.

Bir de söylemek lazım, şu anda Türkiye’de kimler yabancı bankalara neler yatırmışlardır bilinmez ama, sultanın şahsî mülkü sayılan imparatorluktan ayrılırken, tarihçi Murat Bardakçı’nın deyişiyle Vahdettin hiçbir şey alıp götürmüyor veya götüremiyor . Dört yıl sonra 1926’da San Remo’da darlık içinde ölene kadar kimi şahsî mücevherleri teker teker elden çıkartarak yaşadığı yazılır. Şam’a defnedilmiştir.

***

Şeyh Said meselesine gelelim. Koşullar şöyle:

M. Kemal Paşa Anadolu’ya geçtiği andan itibaren sürekli olarak iki tema kullanıyor:

1) Türkler ile Kürtler arasındaki ortak bağ olan İslam; 2) Bu iki unsurun “birbirlerine karşı ırksal, bölgesel, ahlaki bütün haklarına saygılı öz kardeş” oldukları. Ekim 2019 Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Ekim 1919 Amasya Mülakatında, Ocak 1920 Misak-ı Milli Md. 1’de, 1920-22 arasında TBMM’nin açık ve gizli oturumlarında, her yerde, her zaman.

1921 Anayasası Md. 11 ilâ 14’te vilayetlerin özerkliği kabul edilmiş. M. Kemal Paşa bu hususu 16-17 Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısında “hangi vilayette çoğunlukta iseler” Kürtlerin orada kendilerini özerk olarak yöneteceklerini bir soru üzerine (yazılmamak kaydıyla) söylüyor

***

Fakat savaş sonunda Ankara’da artık bir ulus-devlet kurulmaktadır ve laiklik ilkesini temel direk yapan bu modern devlet türü (Gayrimüslimleri etno-dinsel temizliğe uğratmanın yanı sıra) Kürtleri ve diğer Türk-olmayan Müslümanları da Türklüğe asimile etmeye girişecektir.

Nitekim, savaş içinde mümkün olduğu kadar “Türk” terimi telaffuz edilmediği halde, 20 Nisan 1924 Anayasası örneğin seçme ve seçilme hakkını “Her erkek Türk”e veriyor. Zaten 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırılmış ve Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla medreseler kapatılmıştır (ki doğuda Kürtçe tedrisat yapmaktaydılar). Yani o “tek bağ” kopmuştur.

Şeyh Said bir din adamı ve Kürt. Milliyetçi Kürt örgütü Azadi’nin (kuruluşu muhtemelen 1921) lideri Miralay (albay) Cibranlı Halit Bey de çok yakın akrabası (kayınbiraderi ve kuzeni). İsyan çıkmaması zor.

Çıkıyor ve başarısız olunca 24 Eylül 1925’te “çok gizli” kaydıyla kabul edilen Şark Islahat Planı, Türkçe dışındaki dillerin yasaklanması başta olmak üzere dört dörtlük bir asimilasyon başlatıyor

Şeyh Said isyanının niteliği, Prof. Mete Tunçay’ın tabiriyle “dinî kisve altında bir Kürt milliyetçilik hareketi” (Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, s. 367). Fakat isyana atfedilen “İngiliz etkisi” diye bişey kesinlikle yok. Çünkü İngilizler Türkiye Kürtleriyle artık katiyen ilgilenmiyorlar; M. Kemal Paşa o işi halledecek iki tedbiri çoktan almış:

1) 17 Şubat-4 Mart 1923 İzmir İktisat Kongresi “Bolşevik olmayacağız!” mesajını vermiş (ki bu Sevr’de Sovyetlere tampon olarak düşünülen Büyük Ermenistan’ı da engelliyor); 2) Lozan’da Musul İngiltere’ye “fiilen” terk edilmiş: İkili müzakerelere ve Milletler Cemiyeti (yani, İngiltere) kararına bırakılmış. Üstelik, İngilizlerin Irak’ta kendini “Kürdistan Kralı” ilan eden Şeyh Mahmud Berzenci’yle başı yeterince dertte; buna bir de Türkiye’deki Kürtleri mi eklesin?

***

Son bir hususla bitirelim. Yukarıda sözlerini aktardığım F. Altaylı “Ya yarın Öcalan Bulvarı adı verilmek istenirse” diyor.

1940 ve 50’lerde ülkeye nasıl korkunç bir tehdit sayılan ve öldürülmemek için Sovyetler’e kaçma “hainliği”ni yapan Nazım Hikmet’i hatırlayalım. Bugün bazı üniversiteler dahil her yerde Nazım Hikmet Kültür Merkezi ve Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi var ve dolup taşıyor.

Artı Gerçek

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar