yazarlar makaleler
Aydın Selcen: “Irak Kuzeyi” diye bir yer
12/2/2023

Kıssadan hisseler

İnsan bıkıyor, yılıyor, neredeyse tiksiniyor, eski deyişle ikrah ediyor. Ama nafile. Gerilip gerilip, koşup gelip o duvara kafa atacak olsanız, duvar yıkılmıyor. Ne yıkılması, en iyi olasılıkla ancak sıvası çatlıyor. O da belki. Karşınızda durup özgüvenle sırıtan bilgiç çehre size “yel kayadan toz alır aslanım, dalgana bak” diyor. Sonra apansız ciddileşip “Lan?!” dercesine dayılanabiliyor da. Fazla da şey etmemek lazım yani. Defalarca anlatsanız, değişmez. Değişmez.

“Irak Kuzeyi” de böyledir. Hani “Ayının on öyküsü varmış, onu da ahlat üzerine” denir ya. Ben de işte, on yıl olmuş olsa da istifade edeli hariciyeden, sözü döndürüp dolaştırıp hepi topu yirmi yıllık meslek hayatımın ikinci on yılını Irak’ta veya Irak üzerine çalışarak geçirdiğime getiriyorum. 2003’de ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinin ardından Bağdat’ta açılıp, Ankara, Vaşington, Erbil derken, Gezi’nin hemen öncesinde kapanan bir on yıllık parantez. “Ce-e” demiş, geçmişim. Hepsi bu.

Eskiden yapılan harekâtlar “Kuzey Irak’a” yapılırdı. Irak’a ABD girdi. Irak anayasasını değiştirdi, federasyon oldu. Şimdi komşu ülkede tek bölge var: Irak Kürdistan Bölgesi. Ama iç idari hudutları hukuken kesinleşmiş değil. O anayasaya Kerkük’e ilişkin geçici 140. madde bunun için konuldu. Vilayetler de oldukça özerk ve geniş yetkileri haiz. Valileri ve vilayet meclislerini halk seçiyor.

İşte o aralar Ankara’da bir iç tartışma başladı. “Kuzey Irak” yerine “Irak’ın kuzeyi” denilse? Irak Kürdistan Bölgesi bir yerel hükümet tarafından yönetiliyor. Ama “hükümet” ancak “devlet” olursa olur. Öyleyse “yönetim” diyelim, GKRY örneğinde olduğu gibi. Nasıl ki, ülkenin adına “Amerika Birleşik Devletleri” diyoruz ama o devletlerden söz ederken “eyalet” diyoruz, onun gibi. Bunun adı IKBY olsun.

Hariciyenin yarattığı “ara çözüm” ise “IKB” deyip, geçmek oldu. Böylece yalnızca kısaltma kullanılır, soran olursa soranın kim olduğuna ve yerine göre, açılımı için “Irak Kürt” veya “Irak Kürdistan” hatta “Irak’ın Kuzeyi Bölgesi” seçenekleri el altında bulunurdu. Zaten hazır bulunduğum pek çok resmi görüşmede özellikle Kürt tercümanların, Türk tarafının “Kuzey Irak” ifadesini “Kürdistan” diye, Kürt tarafının “Kürdistan” ifadesini de “Kuzey Irak” diye çevirdiğine tanıklık da ettim.

Diğer komşu İran’da da “Kürdistan” adlı bir eyalet yok mu? Var. Farsça yazıda Arap harfleri kullanıldığı cihetle o “sıkıntı” da Latin harflerine transliterasyon yapılırken “Kordestan” denilerek çözülür.

Tüm bu sözde “diplomatik” perendeler atılırken, Milli Savunma Bakanlığı yukarıda ikinci paragrafta linki verilen açıklamasında “Irak Kuzeyi” ifadesine dek geriye giderek, “radikal” denilecek bir tutum benimsiyor. Ancak bu ibareyi büyük harflerle yazıp, ardına kesme işareti koyunca kendi maksadını esasen yine kendi naksediyor. Zira “Irak Kuzeyi” diye bir coğrafi yer olduğunu yeğlediğini ortaya koymaya çalışırken, siyasi bir birimin varlığını zımnen teslim etmiş oluyor. O maksadın hâsıl olması için “Irak’ın ülkemize sınırdaş yörelerinde…” gibi bir anlatım yeğlense daha yerinde olurdu.

Başka hakeza sözde “diplomatik” taklalar da “tanıma” konusunda atılmıştır. Erbil’de başkonsolosluk açılınca mazallah (!) Kürdistan tanınmış mıdır? Oysa örnek olarak Münih’te başkonsolosluk açmakla (Irak gibi) bir federasyon olan Almanya’nın yanı sıra veya özellikle Bavyera da mı tanınmıştır? Yahut anayasasında “federasyon” yazmayan İspanya Krallığı’nda Bask, Katalonya, Galiçya gibi özerk bölgelerinin polisten meclise, dilden vergiye ve bütçeye nice hakları vardır. Buradan soralım: İspanya Kralı Sayın Felipe nasıl bir aymazlık içindedir? Ayrılıkçı Katalanlara af getirerek, onların mecliste desteğini alarak hükümetini kurabilen başbakan Sanchez ne yapmak, nereye varmak istemektedir?!

Ama KDP ile ilişkilerimiz iyi değil mi? Öyle muavin. Ancak onun adı “KDP” değil “IKDP.” K’sı da Kürdistan değil Kürt. Partiyi kuranlar ne demiş olurlarsa olsunlar, kendileri yanlış yazmış, bu da böyle. Nitekim, yeni dışişleri bakanı Fidan da en kolayını bulmuş durumda, ne IKB ne vesaire, “Erbil” deyip geçiyor, ismi lâzım olmayan malûm yerden söz ederken.

Ayrıca yaşlanamadan ölen “Erbil Dubai oluyor, eyvah Türkiye bölünecek” anlatısı vardı. Oysa acizane 3 yıl 3 ay yaşadığım Erbil’in sokaklarında gezen Toyota Land Cruiser bolluğuna bakıp, dönüp onu Diyarbakır’a üstün gelecek bir “cazibe merkezi” varsaymak Türkiye Kürdünün aklına hakaretti. Hem “laik medeniyet” hem altyapı açılarından Diyarbakır Erbil’le kıyas kabul etmezdi. Kaldı ki, en radikal siyasal görüşe sahip Kürt yurttaşlardan bile, değil Diyarbakır, sınırı geçip Silopi’ye vardıklarında neredeyse “toprağı öpecek” duruma geldiklerini defalarca duydum.

Erbil’e ve Süleymaniye’ye THY uçuşlarının başlaması da benim oradaki görev süreme denk gelmişti. “Ben dedim oldu” diyecek değilim kuşkusuz ama olması için kendimce çok uğraşmıştım. Sonra uçaklarda Türkçe’nin yanı sıra Arapça anonslar yapılır oldu. Avusturya Havayolları’ndaysa Kürtçe anons yapılıyordu. Uçuşları başlatmakta ısrarım ve katkım olduğunu varsaysak bile THY uçuşlarında Kürtçe anons konusunda hiçbir değişiklik olmasını sağlayamadım – demek boyumuz 1.50 imiş, haşa 1.85 değil. Bugün durum nedir, bilmiyorum.

Bitmez tükenmez “bayrak krizleri” ayrı hikâye. Bir federe bölgenin, federe devletin bayrağı olur mu? Yine Bavyera’ya bakarsak var. Federe devlet olmayan Bask bölgesine bakarsak var. Üniter devletin ağababası ve bizim idari sistemimizin ana esin kaynağı Fransa’da Brötanya’ya bakarsak var. Ama Irak Kürdistanı’nın bayrağı olamaz. Affedersiniz ancak “paçavrası” olur. Mesela Erbil Başkonsolosu görevi gereği bölgesel başkan vb. yetkililerle resmi görüşmelerinde “kaldırın o paçavrayı!” diye çıkışmazsa muhatabına, o da ya “kansız” olur, ya “koltuk krizine” maruz kalmış bir boynubükük monşer. “Bayrak” demese de “flama” dese, yine çetrefilli söz oyunlarına düşkün bir hariciyeci müsveddesi.

Öyleyse maIûm yere “Irak Kuzeyi” denecek, burası anlaşıldı: Ya şu nevzuhur “Rojava” lakaplı yere? Oraya ABD’liler nedense “Kuzey ve Doğu Suriye” deyiverdi, “Kuzeydoğu” değil. Biz ise aynı dilbilgisi mantığından ilerlersek zinhar “Kuzeydoğu Suriye” de değil yine büyük harflerle “Suriye Kuzeydoğusu” demeliyiz tevekkeli. Bundan böyle lütfen özen gösterelim.

İstifham işaretinin çengeli berceste okurun zihnine takılabilir: İstifa edip, istifanın üzerinden on yıl geçtikten sonra tavana sıkmak kolay, tüm bunlar ve belki daha fazlası devletin harim-i ismeti MGK’da misal, hiç mi konuşulmaz? Yanıt kolay: Haşa MGK, siville askerin, yahut koalisyon ortaklarının “kavga” yeri mi? Hiç mi aşina değilsiniz devlet aklına ve onun sarsılmaz ciddiyetine? Hem zeminin altındaki lahitte gömülü kara kaplı (yoksa kırmızı mıydı, geçmiş zaman aklımdan çıkmış) kitap var. Neler var neler daha orada: Lozan’ın gizli maddelerini içeren fasikülden tutun, Haliç’in altındaki Bizans hazinelerinin Japonlar tarafından Hamit devrinde çıkarılmış haritalarına, S-400 füze bataryası parçalarına varıncaya dek.

Bir de SSCB 1991’de dağılınca apansız keşfettiğimiz (ki “apansız keşfetme” nitelemesi Gagavuz Yeri veya Telafer gibi bazı örnekler için çok da yanlış değildir gerçekten) “akraba ve soydaş” topluluklar var. Hele sözkonusu Azerbaycan ise “tek millet, iki devlet” şiarımız. “İrredentizm, revizyonizm, ekspansiyonizm anlaşılabilirmiş” filan bu titrek monşer ağızlarını geçiniz bir kalem. Kürt zinhar soydaş olamaz, akraba değildir, hısım da değildir, Kürt ilelebet hasım kalmalıdır. Kürtler gözümüzün önünde, kendi aramızda durdukları için onları tutup da yeniden keşfetmeye hacet yoktur.

Sözü hiç uzatmayın, alacağınız uyarı “burası Norveç değil!” olacaktır. Burası Norveç veya Portekiz değildir eyvallah da, Kosova neden Arnavutluk ile birleşmez, Karadağ neden Sırbistan’dan ayrılır, ayrılıkçı İskoç Ulusal Partisi SNP’nin başında Pakistan göçmeni elhamdülillah mütedeyyin Müslüman Hamza Yusuf’un ne işi vardır, İngiltere’de Muhafazakâr Parti bula bula Hindu Rishi Sunak’ı ne demeye başbakan yapmıştır, Fransa’da anlı şanlı Académie Française Lübnanlı Rum Ortodoks Arap Amin Maalouf’u nasıl olur hayatboyu genel sekreter seçer vesaire, bunlar da afaki sorulardır. Uzak durunuz, zihinlerdeki emir-komuta zincirini bozar.

Nitekim dışişleri bakanı Fidan 20 Kasım’da yapılan TBMM bütçe görüşmelerinde “Irak’la aramızda dostluk köprüsü olarak gördüğümüz Türkmen soydaşlarımız…” der, Kürtler o kadrajın içine kafacıklarını bir türlü uzatamaz. Hani kalabalık aile fotoğrafına köşeden iteklese de giremeyen enişte gibi.

Aynı ortamda Fidan ayrıca “Ata yurdumuz Orta Asya’daki kardeş cumhuriyetler…” ifadesini de kullanır. Böylece yüzlerce yıllık “Selçuklu Rûm” ve “Kayser-i Rûm” tarihçemiz bir yana, şu 1912’den 1922’ye on yıl aralıksız savaşarak kurduğumuz cumhuriyetimizin “hüdayinabit” olduğu izlenimini edinebilir, “biz kimiz?” sorusuna vereceğimiz yanıtta herhalde pek ortaklaşamayız. Fidan kuvvetle muhtemelen o muhayyel “ata yurdunda” şehadet mertebesine erişen Enver Paşa’nın bedbaht sergüzeştinden de bihaberdir, zamanında Türkçe Konuşan Devletler toplantılarında Rusça simültane tercüme hizmeti verildiğinden de. Çin zulmüyle inleyen Doğu Türkistan belki onun zihninde “Çin Batısı” olsa gerektir.

Kıbrıs’ta siyasal çözüm müzakerelerinin ancak ve ancak iki devlet arasında başlayabileceğini savunuruz. Ya aynı “siyasal çözüm” Irak için, Suriye için veya Bosna için önerildiğinde, ona kimlerle kimler arasında varılacak, kimler federe veya tam egemen devlet statüsü edinecek, kimler kerevete çıkacaktır? Ayrıca “siyasal çözüm”, doğası gereği demografik, tarihsel, ekonomik yanlışları bihakkın tazmin etmez. Adı üzerinde, barış içinde yaşamak ve ortak bir gelecek kurabilmek için karşılıklı konuşularak varılacak mükemmel olmayan bir siyasal uzlaşıdır. “İşte diplomasi de o işi kolaylaştırmaya yaramaz mı zaten” diye mi sordunuz? Sormayın, elim silâhıma gider.

Ayrıca bir yerde hoşgörü ve kardeşlikten söz edildiğini duyarsanız, oradan hemen kaçınız. Eşit anayasal yurttaşlık ve hukuk devleti deniliyorsa, oraya doğru koşunuz. Sosyoloji ilminin bir cilvesi kabilinden doğrudur, toplumsal entegrasyon hızlandıkça, ona olan direnç de eşit oranda güçlenerek artar. Cezayir Savaşı’ndan bu yana Fransa’daki mağribi Arapların durumu gibi. Ayrıca duruma göre, kimlik de değişip dönüşebilir. Yine Fransa örneğinde, çoğunluğu “biz yalnızca Fransız olmak istiyoruz” diyen aynı mağribi Arapların bu defa Müslümanlık (aslında islâmcılık) kimlik ve güvenlik “meselesine” dahil edilmeleri gibi.

Sonuç olarak Erdoğan ve onun beden ölçülerine göre dikili bu ucube başkanlık düzeninden kalacak yegâne olumlu miras “bürokratik oligarşi” denilebilecek yapının artık seçilmişlerin iradesine tabi kılınmış oluşudur. Buna karşılık, “eldeki hayrat” kabilinden cumhuriyet kurumları ne denli ağır hasara maruz kalmış olsalar da, devir değiştiğinde çözüm “bebeği de küvetteki suyla birlikte” camdan aşağı atmak olmamalıdır. Elbet gün gelir keser döner, sap döner; sap döner, hesap döner. Dolayısıyla, benim de yüzümü beri tarafa dönmeme müsaade buyurulursa HEDEP cenahına da hariçten gazel kabilinden naçizane önerim “Sayın Öcalan” ve geçmişe değil “Selocan” ve geleceğe odaklı politikaları bugünden benimsemeleridir.

Medyascope


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar